TTB NEYİ
SAVUNUYOR? 14.6.2018
TTB,
31.05.2018 tarihinde kendi web sayfasında “Aydınlık
Bir Gelecek İçin Sağlık Alanına İlişkin Taleplerimiz” adı altında bir basın
açıklaması yapmıştır. Bu basın açıklaması TTB’nin sadece sağlık alanında değil
her alandaki siyasi çizgisinin anlaşılması açısından önemlidir.
TTB’nin terör örgütlerine bakışı:
Basın
açıklamasında 20 Temmuz 2016 tarihinde ilan edilen OHAL ile birlikte 27 Temmuz
2016 tarihinden başlayarak 14 KHK ile yüz bini aşkın kamu görevlisinin herhangi bir kanıta dayanmadan, savunma
hakkı tanınmadan ve adil yargılanma yolları tıkanarak kamu görevinden
çıkarıldığı; OHAL döneminde KHK’larla ihraç edilen hekim sayısının 3 bini
geçtiği iddia edilmektedir.
KHK ile
kamu görevinden uzaklaştırılan kişiler masum kişiler değildir. Bunların çoğu
ABD ve onun örgütü CIA kontrolünde devleti ele geçiren FETÖ (Fethullahcı terör örgütü)
ve kamu kuruluşlarına sızmış olan PKK terör örgütü mensuplarıdır. Türk devleti
ve ordusu sadece Türkiye’de değil, Kuzey Irak ve Suriye’de bu örgütle halen sıcak
savaş halindedir. ABD, PKK ve bunun Suriye’deki kolu olan PYD’yi kendi silahlı
örgütü olarak görmekte ve birlerce tır silah vermekte ve vermeye devam
etmektedir. TTB kamudan uzaklaştırılan
bu terör örgütü mensuplarını masum ve suçsuz kişiler olarak göstermeye
çalışmaktadır.
Türk
devletinin halen FETÖ ve PKK ile sıcak savaş içinde olduğu göz önünde
bulundurulduğunda bu örgüt mensuplarının kamuya tekrar sızarak devleti içerden
ele geçirmesinin engellenmesi için güvenlik soruşturmasının yapılması son derecede
önemli ve gereklidir.
TTB
neye yol açacağını düşünmeden OHAL’in kaldırılmasını ve KHK’larıyla kamu
görevlerinden ihraç edilen hekimler/sağlık çalışanlarının görevlerine iade
edilmesini savunmaktadır. Hem Türkiye’de
hem de Kuzey Irak ve Suriye’de PKK ile bilfiil savaş içinde olduğumuz göz ardı
edilerek OHAL’in kaldırılması savunulamaz. Bu ülke savunmasını zayıflatır. Terör
örgütleri ile bağlantıları bulunan hekim ve sağlık çalışanlarının insan sağlığı
ile ilgili bir işte çalıştırılmamaları son derece yerinde bir uygulamadır. Bu
kişiler bulundukları konumu kullanarak tıbbi tedavi veya girişim yapıyormuş
görünümü altında suikastlar yaparak birçok kişinin ölümüne neden olabilirler.
Sadece terör örgütleri ile bağlantılı olan hekimler değil kişilik bozukluğu
olan sosyopat ve psikopat kişilerin de hekimlik yapması aynı nedenle
engellenmelidir.
Basın
açıklamasında “Savaş Bir Halk Sağlığı
Sorunudur” açıklaması hatırlatılarak TTB Merkez Konseyi üyelerine açılan
soruşturmaların geri çekilmesi savunulmaktadır. TTB PKK ile olan savaşı ABD ve
ABD’nin kara gücü PKK’nın başlattığı bir ayaklanma olduğunu ve PKK’nın yaptığı
terör eylemlerini görmezden gelerek bu savaşın devlet tarafından başlatılan haksız
bir savaş olduğunu, bunun da halkın sağlığını bozduğunu iddia etmektedir. PKK tarafından başlatılan ve sürdürülen bu
savaştan halkın olabildiğince az zarar görmesi için, bu terör faaliyetinin
bastırılarak yok edilmesi dışında bir çözüm yolu yoktur. PKK’nın taleplerinin
kabul edilmesi ve onlara özerklik veya başka bir ad altında devlet kurdurulması
bu savaşın genişleyerek devam etmesinden başka sonuç doğurmaz. Bir meslek örgütünün esas işinin
teröristlere kol kanat germek ve onların çıkarlarını savunmak olmadığı da
açıktır. TTB yönetiminin bu zihniyette kişilerin eline geçmesi ülkemiz
açısından son derece üzücü ve düşündürücü bir durumdur.
TTB sağlıkta dönüşümden ne anlıyor?
TTB’ye
göre Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP); Türkiye’de sağlık ortamını olumsuz etkilemiş, birçok yeni soruna yol açmıştır.
Bu olumsuz etkiler ve yeni sorunlar:
- Prim toplanması ve katkı ve katılım payları
ile “kamu sağlık kuruluşlarında sağlık hizmetleri ücretli hale getirilmiştir. Prim borcu nedeniyle 6 milyon kişi
Genel Sağlık Sigortası (GSS) kapsamı dışında kalmıştır. GSS sistemi gençleri,
işsizleri sağlıktan yoksun
bırakmıştır.
Diğer
açıklamalar ile birlikte değerlendirdiğimizde TTB’nin sağlıkta dönüşümün ne
olduğunu ve neden uygulandığını bilmediğini görüyoruz. Sağlıkta Dönüşüm
Programı, sağlık sektöründe devletin
tasfiye edilerek Türkiye’de uluslararası tıp kartelinin kontrolünde ve
çıkarlarına uygun bir sağlık piyasası oluşturulmasıdır. Projenin birinci ayağı
devletin sağlık alanında tasfiyesi, ikinci ayağı da kartelin ürünlerinin
serbestçe pazarlanıp satılabileceği bir piyasa oluşturulmasıdır. Proje
gereğince devlet sağlık alanından tasfiye edilecek ve sağlık piyasası tamamen
özelleştirilecektir. Piyasa oluşturulması ile ne yapıldığına bakılmadan sağlık
kuruluşlarının mülkiyetine baktığımız zaman dönüşümün özünü anlayamayız. Bu dönüşümde
sağlık hizmeti sunucuları birer sağlık AVM haline dönüşmüştür. Devlet ve Kamu
üniversitelerinde bu SHS mülkiyeti devlete aittir, özel SHS’da özel şirket veya
kişilere aittir. Devlet Hastanelerinde de devletin İşhanlarında bazı dairelerin
kiraya verilmesinde olduğu gibi bazı servisler özel şirketlere kiralanarak
hizmet alınmaktadır. Güvenlik, temizlik ve yemek işleri ise tamamen özel
şirketlerden satın alınmaktadır. Her iki sağlık AVM’de tıp kartelinin ürünleri
(ilaç, tıbbi malzeme, sarf malzemesi, tıbbi cihaz, kan ve kan ürünü,
biyomedikal ürün, vb.) serbestte pazarlanıp satılarak tükettirilmektedir. Bu
ürünlerin kartelin belirlediği kurallara göre (SGK sağlık hizmeti satın alım
sistemi) belirlenmektedir. Bu kurallar kartelin egemen olduğu diğer ülkelerde
olduğu gibidir. Devletin bu sistem üzerinde bir iradesi yoktur. Amaç sağlık
harcamalarının arttırılmasıdır. Sağlık harcamalarının arttırılması
amaçlanmaktadır. Bu da vatandaştan ister peşin, ister prim isterse katkı payı adı
altında para tahsilatında olduğu gibi, bu sistemde SHSları hastalardan
makbuzsuz ve faturasız kontrolsüz para tahsilatı yapmaktadır.
TTB
uygulanan sağlık sistemine itiraz etmemektedir. TTB’ye göre tıp kartelinin
çıkarlarına uygun bir sağlık piyasası oluşturulmamış sadece sigorta primleri ve katkı payları ile
ücretli hale getirilmiştir. Sağlıkta Dönüşüm uygulamasından önce sigorta
kuruluşları prim toplamakta ve katkı payları almaktaydı. Şimdi bunların sayısı
ve tahsil edilen miktar arttırılmıştır.
Prim ve
katkı payları alınması ile tıp kartelinin çıkarlarına uygun bir sağlık piyasası
oluşturulması birbiri ile ilişkili kavramlardır. Kontrolsüz ve gereksiz olarak
pazarlanan sağlık hizmetleri, ürün ve ilaçları için bir yerlerden de para
toplanması gerektiği açıktır.
Türkiye’de
GSS sistemine bağlı bir sağlık hizmeti satın alım modeli uygulanmaktadır. Adı
ister sigorta primi isterse katkı payı ve ilave ücret olsun, toplanan paralar vatandaşın cebinden
çıkmaktadır. GSS bir sağlık vergisidir.
İlave ücret, katkı payı, haraç alınsın alınmasın vatandaşın aldığı sağlık
hizmeti giderleri genel bütçeden değil vatandaştan toplanmaktadır. Sistemin
sigorta primleri ve katkı payları ile ücretli olduğunu söylemek sağlıkta
dönüşüm ile oluşturulan sağlık piyasasını görmezden gelmek ve gizlemek anlamına
gelmektedir.
Projenin
önümüzdeki aşaması SGK ve GSS’nin rolü özel sigorta şirketlerine verilecektir.
SGK hastane sağlık giderlerinin çok küçük bir oranını ödeyecek (özel SHS’da bu
gün bu oran yaklaşık olarak 1/3’dür; SGK sağlık giderinin 1/3’ünü
karşılamaktadır), kalan tutar özel sağlık sigortası ve cepten ödenen paralarla
sağlanacaktır. GSS ile aile hekimliği ve 112 ambulans giderleri finanse
edilecektir. Neticede özel sigorta şirketleri özel hastanelerden sağlık hizmeti
satın alacaktır. Projenin nihai hedefi budur.
Sağlıkta
dönüşüm ile hekime verilen görev değişmiştir. Hekimlik bir pazarlamacılık mesleğine
dönüştürülmüştür. Hekimden hastanın hem kesesine hem de sağlığına zarar
vermeden hastadaki tıbbi sorunları çözmesi beklenmemelidir. Hekimden beklenen,
muayene ve tedavi ettiği hasta sayısını arttırması ve hasta başına sağlık
giderlerini arttırmasıdır. Bu da hekimin hastan gereksiz tetkikler istemesi,
gereksiz muayene ve konsültasyonlar yaptırması, gereksiz ameliyat ve tedaviler
yapması, bu tedavi ve girişimlerde gereksiz ilaç ve tıbbi malzemeler kullanması
ile olmaktadır. Diğer mal ve hizmet
satış ve pazarlanmasında olduğu gibi “performans
sistemi”nin amacı pazarlamacı hekime şirkete kazandırdığı oranda kâr payı
verilmesidir. Amaç sağlıklı hizmetlerinde kaliteyi arttırmak değildir. Birçok
özel SHS’da hekim maaşları ayaktan muayenelerde istediği gereksiz tetkik,
tomografi, MR raporlarından tahsil edilen tutara göre belirlenmektedir. Daha
fazla para kazanmak isteyen hekimler kendilerine başvuran hastalardan gereksiz
tetkik ve işlemleri yaptırtmak suretiyle daha fazla para kazanabilmektedir.
Hekimler
performans sisteminden rahatsız değildir. Performans sistemi fazla para
kazanmak isteyen hekimlere bunun yöntemini öğretmektedir. Hekimler TTB’nin
iddia ettiği gibi hastalara yeterli zaman ayıramamaktan ve çok fazla hasta
muayene etmekten ve yorulmaktan şikâyetçi değildir. Hekimler olabildiğince
fazla hasta istemektedir. Fazla hasta fazla performans demektir. Özel SHS’da
hekimlerin günlük muayene edebileceği hasta sayısı zaten sınırlanmıştır. Bu
nedenle birçok özel hastanede piyasası fazla olan hekimler kendileri için
istihdam edilmiş olan diğer hekimler üzerinden hasta muayene ederek hasta
sayısını arttırmaktadır. Birçok özel
hastanede hekimlerin kendisi değil diplomaları çalışmaktadır.
Bu sistemde her hekim fazla para
kazanamamaktadır. Bazı hekimler ne yaparsa yapsın hastane patronlarının
istediği oranda hasta bulamayabilmekte ve yeterli oranda tetkik, tahlil,
tomografi, MR, ameliyat ve girişim pazarlayamamaktadır. Daha fazla kazanç
peşinde koşan hastane patronları hekimlere de daha düşük maaş vermek
istemektedir. Bu durumda hekimlerin iş güvenceleri ortadan kalkmakta ve birden
bire işlerine son verilebilmekte ve yerlerine daha fazla para kazandıracak
hekimler alınmaktadır.
Performans
sistemi ile TTB ve hekimlerin belirttiği gibi hekim emeği
değerlendirilmemektedir. Bu sistemde hekimlerin hastane patronlarına para
kazandırma ve pazarlamacılık yeteneği değerlendirilmektedir.
TTB bir
yandan sağlık alanında performans sistemi kaldırılmasını savunurken, diğer
taraftan “Performansa dayalı ek ödemenin
toplam ücretin yüzde 20’sinden fazla olmamasını” savunmaktadır. Performans
ücretinin bir satılan mal (hastalık, tahlil, tetkik, girişim, tedavi, ilaç, tıbbi
malzeme ticareti) karşılığı ödenen ve hekimi gereksiz işlemlere yönlendiren ve
zorlayan bir kâr payı olduğu unutularak bu kar payının emeklilikte de verilmesi
savunulmaktadır. Performans satılan malın (sağlık hizmeti) komisyonudur.
Satılmayan mal için komisyon verilmez. Performans ücretinin sınırlandırılması
hekimlerin hoşlanacağı bir talep değildir.
TTB
basın açıklamasında SUT fiyatlarının 11
yıldır güncellenmediğini Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan (SGK) sağlık hizmeti
üretme maliyetlerinin çok altındaki değerlerde geri ödeme yapıldığı için
finansal bir kriz içine sokularak iflasın eşiğine getirildiğinden
bahsetmektedir.
Bu
ifadeye göre hastanelere hak ettiklerinden daha az bir ödeme yapıldığı
sanılabilir. Hâlbuki özel SHS’nın elde
ettikleri gelir sürekli olarak artış göstermektedir. TTB ve bazı hekimlerin sık
sık bunu dile getirmesinin nedeni bu işten dolaylı bir kazanç
beklemeleridir: SUT fiyatları
arttırılırsa hastanelerin daha fazla para kazanacak ve kazandığı paradan
hekimlere daha fazla kâr payı (performans) ücreti dağıtacaktır. Beklenti budur.
SUT
fiyatlarının güncellenmediğinden ve SHS’na maliyetlerinin altında ödeme
yapıldığından bahsetmek SGK sağlık hizmeti satın alım modelinde bütün SHS’nın
nasıl para kazandığını bilmemek demektir.
Hem
özel hem de üniversite hastanelerinin yaptıkları sağlık ticaretinden az para
kazandıklarını söylemek mümkün değildir. Bu sistemden özel hastaneler sürekli olarak
zenginleşmekte ve büyümektedir. Üniversite hastanelerinde özellikle öğretim
üyesi olan hekimlerin performans ve döner sermaye gelirlerinde hiçbir azalma
olmamıştır. Öğretim üyeleri eskiden olduğu gibi hastanelerde özel muayeneler
yaparak ayrıca para kazanabilmektedir.
TTB,
Sağlık Bakanlığı ve üniversite hastanelerinin SGK sistemine bağlı olarak sağlık
hizmeti satan bir şirket olduğunu unutarak döner
sermaye uygulamalarının kaldırılmasını ve giderlerin “kamu hastaneleri
merkezi yönetim bütçesinden finanse edilmesi” ni savunmaktadır. Sağlık
Bakanlığı ve üniversite hastaneleri de sattıkları sağlık hizmeti için SGK’dan
para almaktadır. Bu hastanelerde SGK sigortalısı olmayan hastalara da sağlık
hizmeti satmaktadır. Bedeli SGK tarafından karşılanmayan sağlık hizmetleri de SGK’lı
hastalara ücretli olarak satılmaktadır. Para tahsil edilebilmesi için döner
sermaye uygulamasının bulunması gerekir. Bilindiği gibi her hastane ticari bir
şirkettir ve vergi numarası vardır. Performanstan ayrı olarak döner sermaye
uygulaması ile elde edilen gelirden üniversitelerde öğretim üyelerine ayrıca
komisyon verilmektedir.
SGK sağlık hizmeti satın alım modelinde SUT
birim fiyatları ne olursa olsun ödenecek tutar hastane tarafından
belirlenmektedir.
Hastaneler, kazanmak istedikleri tutara göre hizmet evrakı düzenlemektedir.
Yapmaları gereken şey SUT eklerinin açıp belirli bir mantıkla tedavi yöntemi,
ilaç, tıbbi malzeme vb. seçerek hedeflenen tutara göre bir hizmet beyanı
düzenlemektir. Hastane SUT’da mevcut olmayan
tetkik ve tedavi yöntemleri ile malzemeleri de kullanılmış gibi gösterip evrak
düzenleyebilmektedir. Bu hizmet evrakının sadece % 5’inde hak ediş denetimi
yapılmaktadır. Her ne kadar kâğıt üzerinde bir hak ediş denetimi yapıldığından
bahsedilse de hizmet evrakının % 95’i hiç incelenmemekte, hak ediş denetimi yapan
kişiler ya kendilerine bağlı nedenlerle (ne yaptıklarını bilmemeleri, tıbbi
bilgi ve SGK ve SUT mevzuatını bilmemeleri ve mevzuata hâkim olmamaları,
hastanelerle işbirliği içinde olmaları) veya SGK üst ve alt yönetiminin baskısı
ile hak ediş denetimi yapmamaktadırlar.
Hayâli olarak düzenlenen bu hak ediş denetimlerinde ilk kesinti oranları % 0.6
gibi bir oranda olmakla birlikte, itiraz inceleme ve daha sonra açılan
davalarla bu kesintiler de ödenmektedir. SHS beyan ettikleri parayı eksiksiz
tahsil etmektedir. Bu sistemde özel SHS ve vakıf üniversite hastanelerine
hastalardan ilave ücret tahsil etme hakkı da verilmiş ise de hastaneler bu
kurallara da uymamaktadır. SHSları, SUT ve sözleşme gereğince düzenlemesi
gereken belgeleri düzenlememekte, çoğu zaman hastalara bir ödeme belgesi ve
fatura dahi vermeden alabileceği tutarın çok üstünde haraç niteliğinde para tahsil etmektedirler. Bu sistemden hastane
patronları, hekimler, öğretim üyeleri, hastane çalışanları, tıbbi malzeme ve
ilaç satan depo ve eczaneler başta olmak üzere birçok meslek mensubu ekmek
yemektedir. Beş yıldızlı otel konforunda hastaneleri gören halk kendilerine çok
iyi bir sağlık hizmeti verildiğini sanmaktadır. Gerçekte ise hastaların hem malı ve hem de kanı ve canı
üzerinden kirli bir sağlık ticareti uygulanmaktadır. Sağlıkta Dönüşüm çok
yönlü, organize, sistematik bir nitelikli dolandırıcılık ve hortumculuk
sistemidir. (2011/62 sayılı genelge ve
8
Mart 2017 tarihli yönetmelik)
Tıp
karteli o kadar ince bir strateji izlemiştir ki sistemin muhalifi yoktur. Halka
bu sistem anlatılmamıştır. Hiç kimse sistemin ne olduğunu bilmemektedir. TTB ve benzeri örgütlerin yaptığı hatalı
açıklamalar sistemin özünün anlaşılmasını engellemektedir. Sağlık hizmeti bir yana sağlık hizmetinin
bedelinin belirlenmesi ve ödenmesinde uygulanan mekanizma siyasi partiler ve
meslek örgütleri ve kitle önderleri tarafından bilinmemektedir. Her kesim bu konuların tartışılmasından
özellikle kaçınmaktadır.
Hastanelerin
kazançlarını nasıl belirlediği ve belirlediği tutarı nasıl kasasına aktardığı
bilindiğinde SUT fiyatlarının hiçbir öneminin ve anlamının olmadığı açıktır. Beyan
edilen tutarı olduğu gibi ödeyen SGK, SUT fiyatlarının düşük tutulması iddiası
ile kendisini sağlık giderlerini azaltma çabası içinde olan bir kuruluş gibi de
gösterebilir.
SDP ile
getirilen sağlık piyasası oluşturulmasının anlamı şudur: SGK ve özel sigortacılık
şirketleri vasıtası ile sağlık harcamaları için para toplanması, sunulan sağlık
hizmetlerinin kağıt üzerinde SUT (Sağlık Uygulama Tebliği) ve eklerinde
belirtilen usullere göre fiyatlandırılması ve hizmet evrakı düzenlenmesi ve
beyana dayanan hizmet evrakının sözde incelenerek gerçekte inceleniyor
görüntüsü altında SHS’ı beyan ettiği tutarın ödenmesi sistemine dayanmaktadır. Bu
fiyatlandırma yöntemi SGK’nın sözleşme veya protokol ile sağlık hizmeti satın
aldığı bütün SHS için geçerli bir yöntemdir. Bu yöntemin hiç uygulanmayan kâğıt
üzerinde bir yöntem olduğu, SHS’nın bu sisteme uygun hile usulsüzlüklerle işi kitabına
uydurduğu söylenebilir.
SHS’na
istediği gibi bir hizmet evrakı düzenleme hakkı verilmiş; hak ediş incelemesi
yapılmasını engellemiştir. Bütün SHSları SGK alt ve üst yönetiminin kendi
çıkarlarını koruduğunu bilmektedir. SHSları düzenledikleri hizmet evrakı
üzerinde ciddi bir hak ediş incelemesi yapılmayacağını ve beyan ettiği tutarı
alacağını biliyor. Para kazanmak için sağlık ticareti işine giren bir SHSnun
kendisine verilen bu imkânı değerlendirmeden kazanabileceği geliri en düşük
seviyede tutarak bir hizmet evrakı düzenlemesini beklemek aptallıktır.
TTB
bunları görmezden gelerek “kamu
kaynaklarının şehir hastaneleri projesi
ile özel sektöre aktarıldığından” bahsetmektedir. Bu sistemde
sigortalılardan toplanan primlerle oluşan kamu kaynakları şehir hastanelerine
değil, SGK’nın sağlık hizmeti satın aldığı bütün SHS’na aktarılmaktadır. Bu
işten esas kazançlı çıkan bir sağlık AVM olan sağlık tesisinde satılan sağlık
hizmeti ve bu hizmette kullanılan tıbbi ilaç, tıbbi malzeme, cihaz ve diğer
ürünleri üreten uluslararası şirketlerdir. Hasta sayısının artması pazarlanan
teknoloji, ürün ve ilaçların satışının da artması demektir. TTB şehir
hastanelerine ulaşımın zor olması ve bu hastanelerde güvencesiz ve sözleşmeli
çalışmanın giderek artmasından şikâyet etmektedir. Bu hastanelerde uygulanan
sağlık hizmetlerinin diğerlerinden farklı değildir. TTB’ın SDP ile oluşturulan sağlık piyasasına bir itirazı yoktur.
Şehir
hastaneleri modelinden vazgeçilse de vazgeçilmese de uygulanan sağlık sistemi
ve sağlık hizmeti satın alım modeli değişmemektedir. Diğer özel ve üniversite
hastanelerinde olduğu gibi şehir hastanelerinde de aynı sistem uygulanmaktadır.
TTB
mevcut sistemi göz ardı ederek şehir hastaneleri uygulamasından vazgeçilmesini
talep etmektedir. Bunun yerine sağlık hizmeti satın alım işinin nasıl olduğunun
belirtilmediği yeni bir kamu sağlık
hizmeti yapılanmasına gidilmesi önerilmektedir. Bu nasıl olacak belli
değildir.
SDP ile
uygulanan sağlık sisteminin ne olduğunu bilmeyen TTB, Genel Sağlık Sigortası
(GSS) sisteminin terk edilmesini talep ederek doğru gibi görünen bir öneride de
bulunmaktadır. TTB, GSS sistemi yerine, ülkedeki tüm bireyleri kapsamı içinde
alan ve kimsenin cebinden ek para ödemek zorunda kalmadığı, finansmanı prim
ödenerek değil, genel bütçeden
karşılanan bir sosyal güvenlik sistemi oluşturulmasını savunmaktadır.
GSS’nin kaldırılması ile sağlık giderlerinin genel bütçeden karşılanması
önerisi bir arada ele alındığında TTB’nin sağlık hizmetlerinin finansmanının
nasıl karşılandığını bilmediği anlaşılmaktadır. GSS arttırılması hedeflenen
sağlık harcamaları için toplanan bir sağlık vergisidir. Bu vergi GSS ile
toplanmaz ise bu sefer bir şekilde bütün halktan toplanan vergiler ile
karşılanacaktır. Bu şekilde vatandaşın
cebinden çıkan parada bir azalma olmayacaktır. Paranın toplanma şekli
değişecektir. Bilindiği gibi neoliberalism ile her türlü, üretim, ticaret ve
bankacılık işlemlerinin devlet değil özel şirketler tarafından yapılması
suretiyle devletin tasfiyesini amaçlamaktadır.
SDP
milli bir proje değildir. DTÖ ile imzalanan taahhüt anlaşması gereğince Dünya
Bankası tarafından uygulanmıştır. Sistemin uygulanması ile ilgili, tebliğ, genelge
ve diğer belgeler Dünya Bankası tarafından hazırlanmıştır.
(http://web.worldbank.org/external/projects/main?pagePK=64283627&piPK=73230&theSitePK=40941&menuPK=228424&Projectid=P074053 Adres bugün çalışmamaktadır. Sayfa görüntüsü
bende mevcut.)
Sağlık
alanına baktığımızda devlet sağlık hizmeti vermemektedir. Sağlık hizmeti
mülkiyeti ister devlete ait olan tesislerde isterse özel SHS’da verilsin artık
ticari şirketler tarafından verilmektedir. Devletin Sağlık Bakanlığı ve
üniversite hastanelerinde hekim ve diğer çalışanlara verdiği maaş sattığı
sağlık hizmetinden karşılanmakta ve genel bütçeden de katkı yapılarak bir nevi
sisteme destek verilmektedir.
SGK sağlık hizmeti satın alım modeli
değiştirilmeden GSS uygulamasına son verilmesinin bir anlamının olmayacağı
açıktır. Çünkü sistem bir bütündür. Eğer amaç sağlık harcamalarını arttırmak ve bunun için de vatandaşın
cebinden daha fazla para tahsil edilmesi ise GSS sisteminin de devam etmesi
gerekecektir. Sistem bir şekilde devam ettiği için 6.4 milyon kişinin prim
borcunun affedilmesi sistemi düzeltmeyecektir.
Bu GSS’nin ne olduğunu bilmeyen kişilerin aldatılmasına yönelik popülist
bir taleptir.
TTB
katkı ve katılım payı adı altında 14 ayrı kalemde ücret alınmasına son
verilmesini ve sağlık hizmetlerinin ücretsiz olmalıdır. Bu da sistemi bilmeyen
kişilerin savunabileceği ve mevcut sistem içinde uygulanma olanağı olmayan bir
taleptir. SDP ile getirilen sistemin amacı sağlık harcamaların arttırmak ve
bunun için de vatandaşın cebinden daha fazla para tahsil edilmesini sağlamaktır.
Prim gelirleri dışında bunun diğer bir yolu da katkı payları ve ilave ücret adı
altında para tahsil edilmesidir. Sağlık
hizmeti satın alım veya satış yöntemi ile toplanan paranın tıp kartelinin
ürünlerinin satış ve pazarlanmasına dayanan bu sistem vatandaştan devamlı ve
artan oranlarda para tahsil edilmesine dayanmaktadır. Bu sistemin ücretsiz
olması savunulamaz. Toplanan primlerin gene vatandaştan toplandığı göz ardı
edilirse AKP hükümetinin savunduğu gibi sistemde nüfus cüzdanı olan herkese
ücretsiz hizmet verilmektedir (?). Daha iyi hizmet almak isteyenler de fark
ücretlerini ödemelidir. Bu kuyruklu yalanlarla vatandaş aldatılarak sistem ile
bütünleştirilmiştir.
Türkiye’de
sağlık hizmeti satılmakta ve alınmaktadır. Sağlık Kuruluşları Migros ve Metro
gibi bir sağlık AVM haline getirilmiştir. Bu AVM’de tıp kartelinin ürünleri
satılmakta ve pazarlanmaktadır. Sağlık giderlerinin genel bütçeden karşılanarak
ücretsiz gibi gösterilmesi ile bu sağlık ticareti gizlenemez ve kamucu bir
sağlık hizmeti olarak gösterilemez.
“Sağlık
hizmetlerinin ücretsiz olması” sloganı sağlık hizmetinin ne olduğunu bilmeyen
kişilerin popülist sloganıdır. Bu hizmetlerin kamusal bir şekilde verildiğini
göstermez.
Bu
nedenle öncelikle sağlık hizmetinin kâr amacı ile satılan ve alınan bir hizmet
olmasına son verilmelidir. Bu SGK tarafından sağlık hizmeti satın alınması
modeline son verilmesi ile sağlanabilir. Bu sağlık hizmetinin SGK veya Sağlık
Bakanlığı tarafından karşılanması ile sağlanabilir. Bu yeterli değildir. Sistem
tıbbi malzeme, ilaç ve ürün satışı üzerine kurulduğu için sağlık hizmetinde
kullanılan ilaç ve malzeme dâhil bütün ürünlerin devlet tarafından üretilmesi
veya temin edilmesi gerekir. Hekimlerin hekimlik uygulamalarının da
denetlenmesi suretiyle hekimlerin hastanelerin kazancına değil hastaların
sorunlarına odaklandığı bir sisteme geçilmesi mümkün olacaktır.
Tıp eğitimi:
Ülkemizdeki
tıp eğitimi diğer ülkelerde olduğu gibi satılacak ve pazarlanacak hastalık ve
tedavi yöntemlerine uygun bir eğitimdir. Bu eğitim tıp kartelinin ürünlerinin
satılması ve pazarlanmasına uygun bir sistemdir. Tıp ve uzmanlık eğitiminin
niteliğinin düşürüldüğünden bahsedebilmek için daha önce nasıl olduğu ve nasıl
olması gerektiği sorularına cevap verilmesini gerektirir. Tıp fakültelerinde
çalışan öğretim üyelerinin birinci amacı akademik sıfatını da kullanarak
kazanabileceği oranda para kazanmaktır. Tıp
fakültelerinde çalışan öğretim üyeleri bilim adamı değildir ve bilimsel bir
çalışma yapmamaktadır. Gerçekte bilim adamı olmayan bu kişiler sadece
belirli formaliteleri yerine getirerek akademik olarak yükselmekte ve rütbe
almaktadır. Eskiden olduğu gibi
günümüzde de öğretim üyelerinin öğrencilere ve asistanlara bir eğitim vermek
gibi bir amacı yoktur. Bu iş onlar için bir angaryadır.
Sağlık
harcamalarının artması için mümkün olduğu kadar fazla sağlık tesisi açarak
hizmeti vatandaşın ayağına götürmek ve buralarda pazarlanan hastalık, tetkik ve
tedavi yöntemleri ve girişimleri alabildiğince pazarlayabilmektir. Bu sağlık
tesislerinde çalışacak hekime ve yardımcı sağlık çalışanına ihtiyaç vardır.
Bunun için de çok fazla tıp fakültesi açılarak, daha fazla hekimlerin
yetiştirilmesi gerekecektir. Bunların şu
veya bu şekilde iyi veya kötü eğitim almasının önemi yoktur. Hiçbir şey öğrenmeseler
bile bunun önemi yoktur. Çünkü yapacakları işler ilaç/malzeme firması
temsilcileri ve hastane patronları tarafından kendilerine öğretilecektir.
TTB tıp
ve uzmanlık eğitiminin niteliğinin arttırılmasını ve yeni tıp fakültelerinin
açılmamasını savunmaktadır. Mevcut sağlık sisteminde, bu sistemin dışında bir
tıp eğitimi ve hekimlik uygulaması mümkün değildir. Tıp fakültelerinde eğitimin
niteliğinin arttırılması soyut bir taleptir ve bunun nasıl yapılacağı açık
değildir. TTB’ye göre fakültelerinde eğitimimin profesör ve doçent öğretim
üyeleri tarafından verilmesi ile nitelikli eğitim sağlanacaktır. Fakat
nitelikli (!) öğretim üyelerinin derdi eğitim değil para kazanmaktır.
TTB
diğer taraftan bölünen tıp fakültelerinin birleştirilmesini savunmaktadır. Bu
ayrılma ile neyin bozulduğu ve birleşme ile neyin düzeleceği belli değildir.
Başkent üniversitesi hastanesinde olduğu gibi birçok üniversite uygun gördüğü
yerde ve ilde hastaneler açmakta ve para kazanmaya çalışmaktadır. Cerrahpaşa
Tıp Fakültesi öğretim üyelerinin talepleri doğrultusunda savunulan bu talep de
popülist bir taleptir. Bunun vatana millete yararı bilinmemektedir.
Sağlık
sistemi satın alım sistemi bir bütündür. Bu sistemde nelerin nasıl
fiyatlandırılacağı ve ödenecek tutarın nasıl tahsil edileceğinin yöntemi
belirlenmiştir. Bu sisteme göre sağlık hizmeti satan üniversite ve vakıf
üniversite hastanelerinde hastalardan ayrıca öğretim üyesi parası adı altında
para tahsil edilmektedir. Tahsil edilen bu paranın sistemde bir yeri yoktur.
Sisteme göre kanunsuz bir tahsilattır. Daha önce özel hoca muayeneleri sisteme
uygun bir şekilde kaldırılmış ise de Anayasa mahkemesi kararı ile bu uygulama iptal
edilmiştir. Hoca muayeneleri mesai saati sonuna kaydırılarak sisteme tekrar
konulmuştur. Sağlık Bakanlığı bunu engellemek için YÖK’ün kontrolü dışında
Eğitim Hastaneleri ve Sağlık Bilimleri Üniversitesi açmaya başlamıştır. Bu bir ihtiyaçtan
doğmuştur. TTB’nin savunduğu gibi
üniversiteler gerçekten bağımsız ve bilim üreten yerler değildir. Siyasi
iktidarın kontrolü dışında olan bir üniversite mevcut değildir.
Tıp fakültelerinde ciddi bir tıp eğitimin
verilmesi isteniyorsa üniversite hastaneleri kapatılarak tıp fakültelerindeki
hekimlerin tamamen tıp eğitimi üzerine yoğunlaşması sağlanabilir. Bu fakülteler
önek alınan ABD’de olduğu gibi hastane olarak da eğitim ve araştırma
hastanelerini kullanabilirler.
Tıp
fakültesi eğitiminin kalitesi, açılan fakülte sayısının giderek artması,
nitelikli akademik kadro bulunmaması gibi soyut ve çözümü olmayan konular
üzerinde tartışılması yerine bunun nedenlerinin araştırılması ve SDP’ne karşı
çıkılması gerekirdi.
Diğer
taraftan sadece tıp fakülteleri değil diğer üniversite ve fakültelerdeki
eğitimin olması gerektiği gibi değildir. Üniversitelerde gerçek bilim insanları
yerine, hak etmediği halde torpil ve kayırma ile bu yerlere getirilen ve
öğretim üyeleri çalıştırılmaktadır. Üniversitelerde liyakate hiçbir zaman önem
verilmemiştir. Bunu çözümü ise tam anlamı ile bir üniversite devrimi ile
mümkündür. Bu konularda bir çözüm önerisi getirmeden sadece şikâyette
bulunmanın bir anlamı yoktur.
Aile hekimliği ve koruyucu hekimlik:
TTB SDP
öncesinde de getirilen aile hekimliği sistemini savunmuştu. Bu sefer “Aile
hekimliği sistemi; aşırı iş yükü, hekim başına düşen nüfusun fazlalığı,
kiralanan aile sağlığı merkezleri gibi uygulamalar ve sürekli değişen mevzuatla
hekimleri ve hastaları içinden çıkılması zor sorunlarla karşı karşıya
bırakırken, halkın sağlık gereksinimlerine yeterli yanıt veremediği” iddia edilerek
“Birinci basamak sağlık hizmetleri; koruyucu hizmetlerin öncelendiği, bölge
tabanlı, eşit, ulaşılabilir, tamamen ücretsiz, yeterli ve nitelikli insan
gücüyle, ikinci basamak kurumlarıyla iş birliği içinde, etkin bir şekilde
sunulması” savunulmaktadır.
Aile
hekimleri esas olarak ilaç kullanım raporu ile düzenlenen ilaçları ve hastaların
kendi kullanmak istedikleri ilaçları yazdırdıkları yerlerdir. Halkın fazla ilaç
tüketmesi için getirilen bir sağlıkta dönüşüm uygulamasıdır. Buralarda gerçek
anlamda bir hekimlik yapılmamaktadır. Temel fonksiyonu ilaç tüketimini
arttırmaktır. Koruyucu hekimlikten ne anlaşıldığı belli değildir. Tıp karteline
göre koruyucu hekimlik aşı yapılması ve kolesterol ilacı gibi ilaçları
kullandırarak sözde bazı hastalıkların oluşma olasılığını azaltmaktır.
Birinci
basamak hizmetleri ücretsiz olduğu için bunun ücretsiz olmasının savunulacak
bir tarafı yoktur.
Sağlık
ticaretinde hiçbir etkisi ve yararı olmayan aşılar üretmenin ayrı bir yeri
vardır. Aşılar genel olarak devletler tarafından satın alınmakta ve aşı
programları ile bütün kitlelere uygulatılmaktadır. Aşı tercihinde önemli olan
faktör bu aşıların ABD gibi ülkelerde de kullandırılması ve aşı programlarına
alınmış olmasıdır. İlk geliştirilen aşıların bulaşıcı hastalıklara yakalanma ve
ölüm oranlarını azaltmış ve son derecede yararlı olmuştur. Fakat günümüzde
üretilen aşılar için böyle bir etki yaratabileceklerini söylemek ve savunmak
söz konusu değildir.
Son zamanlarda üretilen aşıların gerçekten
etkili ve yararlı olup olmadığı, aşılanma ile hastalıkların oranının azaltılıp
azaltılamadığı, faydadan çok bir zararının olup olmadığı konusunda yerli bir
araştırma yapılmamıştır. Endüstri aşıların satış potansiyelini görerek akla
gelen her durum için etkisiz ve gereksiz aşılar üretmeye başlamıştır.
Grip
aşıları gibi bazı aşılar doktorların, basının ve propagandanın etkisi ile
oluşan ve sözde vatandaşın kendi talebi ile alınan ilaçlardır. Aşı
pazarlamasının nasıl bir ticari faaliyet olduğunun anlaşılması açısından kuş
gribi ve domuz gribi salgını palavraları ve bu vesile ile yapılan uygulamaları
hatırlamakta yarar vardır. Kuş gribi salgınında DSÖ verilerine göre sadece 21
kişi ölmüştür. Türkiye’deki SHS’nın büyük çoğunluğunda hem kuş hem de domuz
gribinin saptanmasında kullanılan testlerin yapılamadığı göz önünde bulunulursa
bildirilen bu ölüm oranının ne kadar doğru ve sağlıklı olduğu da belli
değildir. Domuz gribi salgının da Sağlık Bakanlığı açıklaması ile
sonlandırıldığının da hatırlanmasında yarar vardır. Kuş gribi sahte salgını ile
köylülerin tavuk beslemesine son verilmiştir. Sağlık sektöründe olduğu gibi
tavukçuluk sektörü de özel tavuk çiftliklerinle devredilmiştir. Kuş ve domuz gribi sahte salgınları gibi
olaylar ve bazı aşılar için dünya çapında gelişen muhalefet bazı kişilerin aşı
yapılmasına karşı direnç göstermesine neden olmuştur. Kişinin kendisine
yapılacak bir tedavi ve girişim nasıl kabul etme şartı varsa aşı için de bunun
böyle olması gerekir. Yapılan bir aşıdan dolayı gelişecek ölüm ve sakatlığın
sorumlusu kim olacaktır?
TTB
burada da aşı kartelinin avukatlığını üstüne alarak “Bakanlıkça belirlenen
aşıları yaptırmanın zorunlu tutulmasını ve bu aşıların yapılmasında kişinin
kendisinin ya da vasisinin rızasının aranmamasının sağlanmasını” ve aşı yaptırmayan kişilere hapis cezasının
verilmesini talep etmektedir.
Aşılama
ile sadece hayâli olarak olasılıkların tedavi edilmektedir. Piyasaya sürülen
aşıların çoğunun faydadan çok zarar verdiği gibi ileride ne gibi tıbbi
sorunlara yol açacağı bilinmemektedir.
İlaç,
aşı ve diğer tıbbi ürünler tamamen güvenli ve tehlikesiz şeyler değildir. Sırf
bunlara bağlı gelişen sağlık sorunları çok fazla olup ABD’de tıbbi tedavilere
bağlı “iatrojenik” ölümlerin tüm ölüm nedenleri arasında üçüncü sırada yer
aldığı unutulmamalıdır.
Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet:
TTB’ye
göre ülkemizde sağlık alanındaki en
önemli sorunlardan biri haline gelmiştir. Sağlıkta dönüşümden önce halk ile
hekimler arasındaki bu sorunun son derecede az olduğu ve hekimlerin halk
nezdinde ciddi bir itibarının olduğu göz önünde tutularak sağlıkta şiddetin
neden arttığının sebeplerine yönelmek gerekir. Sağlıkta dönüşüm ile halk
gereksiz birçok sağlık hizmeti (tahlil, tetkik, girişim ve tedavi) için teşvik
edildiği gibi bu hizmetler artık hastaların taleplerine göre de yapılmaktadır.
Hasta teşhis ve tedavi ile ilgili olarak uygunsuz taleplerde bulunabilmektedir.
Her ne şekilde olursa olsun gereksiz yapılan tetkik ve tedaviler, bunlara bağlı
gelişen komplikasyon ve ölümler, hekim
ve sağlık çalışanlarının hastalarla veya vatandaşla olan iletişim sorunları bu
şiddet olaylarını arttırmaktadır.
Hekimlere
ve sağlık çalışanlarına yapılan saldırılar şunu göstermektedir. Uygulanan bu
sağlık sisteminde hastalardan nefret eden hekim sayısı arttığı gibi hastalardan
nefret eden hekimlerin sayısı da gittikçe artmaktadır. Hastalarla hekimler
birbirine düşman haline gelmiştir. Uygulanan sağlık sisteminde bütün SHS
vatandaşı ve hastaları soyulacak bir kaz gibi gördüğü sürece, vatandaşın da
hekimlere güveninin giderek azalması kaçınılmazdır. SHS bu iş için hekimleri
kullanmaktadır. Sistemi bilmeyen vatandaş da karşısında sistemi değil bu
sistemin pazarlama elemanı haline getirilmiş olan hekimleri görmektedir. Hekimlere
eski itibar ve saygınlıkları ancak sağlıkta dönüşümden vazgeçilerek sağlanabilir.
Sağlıkta şiddet polisiye önlemlerle çözümlenemez. Bunun için öncelikle sağlık
sisteminin değiştirilmesi ve gereksiz işlemlerin azaltılması hedeflenmelidir.
Sağlıkta dönüşümden vazgeçilerek SHS’nın eli vatandaşın cebinden çekilmeli ve
SHS artık onların sağlık sorunları ve hastalıklarına odaklanmalıdır.
Geleneksel, alternatif ve tamamlayıcı sağlık
uygulamaları:
Sağlıkta
dönüşüm ile hatalı sağlık ve tıp bilgileri ile hastaların aldatılması hastalara
gereksiz birçok girişim ve tedavilerin yapılması yanında, bu tedavilerin
genellikle etkisiz, yararsız ve zararlı olduğunun görülmesi ile alternatif tıp
piyasasında da patlama olmuştur. Özel muayenehanecilik (hekimlik) sisteminin
tasfiyesi sonucunda hekimler de bu alternatif tıp uygulamalarına yönelmeye başlamıştır.
Bu tedavilerin çoğu da özel bir eğitim almamış, hastalık ve tedavilerin ne
olduğunu bilmeyen kişiler tarafından yapılmaya başlanmıştır. Tek amaçları para
kazanmak olan hem özel hem de Sağlık Bakanlığı ve üniversite hastaneleri de
alternatif tıp pazarının kendileri için iyi bir ek gelir kaynağı olduğunu
görerek bu tedavileri kendi hastanelerinde uygulamaya başlamıştır.
ABD’de
alternatif tıp uygulamalarını yapan hekimler allopatik hekimler olarak bilinir
ve bu tıp uygulamasının bir geçmişi vardır. Allopatik tıpta hastalıkların
tedavisinde Ortodoks uygulamalardan farklı yöntemler uygulanmaktadır. Hipokrat
zamanında dahi hekimlik yapacak kişiler bir eğitimden geçirilerek kendilerine
lisans verilmektedir. ABD’de ve bazı AB ülkelerinde allopathlar veya kırayoprakter’ler
(chiropractor) ciddi bir tıp eğitimi de almaktadır. Türkiye’de de alternatif tıp
hekimliği yapacak kişilerin kısa kurs ve eğitimler yerine ciddi bir eğitimden
geçirilmesi ve bu sağlık hizmetinin hastaların suiistimal edilmemesi için
devlet kontrolünde verilmesi gerekir. Alternatif veya geleneksel tıp yöntemleri
genellikle mekanizması, tahlil ve teşhis yöntemi bilinmeyen ve sonucun önceden
belirlenemeyeceği rahatsızlıklarda kullanılmaktadır. Bu alan modern (günümüz) tıbbının da daha başarılı
olduğu bir alan değildir. Rahatsızlıkların bilimsel bir açıklaması yoktur. Hastanelerde
daha bilimsel bir tedavi uygulanmamaktadır.
(https://www.ackermann-institutet.se/de/ausbildung/?gclid=EAIaIQobChMI6LX1jYTb2wIVBZl3Ch1pggnNEAEYASAAEgI-EvD_BwE )
SDP ile insan yaşamının tıbbîleştirilmesinin
(medikalleşmesinin) diğer bir sonucu da alternatif tıp uygulamalarının
artmasıdır.
Modern
tıp uygulamalarında her bir hastalığın etkili ve kesin bir iyileştirici tedavi
yönteminin bulunmadığı, sadece tedavi (uygulama) yöntemlerinin olduğu ve bu
tedavi yöntemlerinin de hastanın tıbbi durumunu göz önüne almadan rastgele
uygulandığını, başarılı bir sonucun garanti olmadığını, bu tedaviler ile birçok
komplikasyon ve ölümler meydana geldiğini de unutmamak gerekir. Modern tıp
uygulamalarında uygulanan tedavilerin çoğunun etki mekanizması, tedavideki
etkinliği ve güvenliği hekim tarafından bilinmemektedir.
SDP ile
uygulanan sağlık sistemi, alternatif tıp uygulamalarından daha fazla insan
sağlığını tehdit etmektedir.
Hekimlerin
iş sağlığı ve iş güvenliği nasıl sağlanacak ve aldıkların ücretlerin düşüklüğü ve özlük hakkı kayıpları nasıl
engellenecek?
Özel
sağlık kuruluşlarında ve iş sağlığı alanında çalışan hekimler bir patron ile
imzaladığı sözleşmeye göre iş yapmakta ve maaş almaktadır. Ücretli çalışan
diğer işlerde olduğu gibi bu çalışma tarzında bir iş güvenliğinin olmadığı,
patronun arzusunu yerine getirmeyen hekimlerin işlerine son verileceği açıktır.
Serbest piyasa ekonomisinde sözleşme ile çalışan bir kişinin hiçbir zaman iş
güvenliğinin yoktur ve patronların daima daha düşük ücretle çalışacak kişi
arayacağı unutulmamalıdır. Sistem içinde bunun bir çözümü yoktur. Soyut
taleplerin çözüm açısından bir anlamı yoktur.
Ücretlerin
düşük tutulabilmesi için işsiz bir hekimler ordusunun da oluşturulması gerekir.
TTB
Sağlıkta Dönüşüm Projesini desteklemektedir. Önemsiz ve içeriği bilinmeden bazı
eleştiriler dışında sisteme karşı değildir. Bir yandan terör örgütlerini
desteklerken diğer taraftan popülist taleplerle bunları tatlı bir halde
sunmaktadır.
Günümüzde
sağlık hizmeti kavramı değişmiştir. Sağlık hizmeti ile insanların
bilgisizliğinden ve saflığından yararlanarak gereksiz, tahlil, tetkik, ilaç,
tıbbi malzeme, tedavi, girişimlerin kullandırılması ve pazarlanması
anlaşılmaktadır. Günümüzde insan
sağlığının kötü kullanımı ile vahşi bir sağlık ticaretinden bahsedebiliriz. Sağlık
ticaretine son verilerek insanları aldatmayan ve dolandırmayan insan sağlığı ve
hastalığına odaklanan bir sistemin kurulması gerekmektedir.
TTB hem
sağlık hem de siyaset alanında neoliberal küresel siyasetleri desteklediği
halde ne yazık ki birçok kişi bu meslek örgütünü sol ve ilerici siyasetleri
savunan bir örgüt olduğunu sanmaktadır.
14.6.2018
TTB’NİN 31.05.2018 TARİHLİ “AYDINLIK BİR
GELECEK İÇİN SAĞLIK ALANINA İLİŞKİN TALEPLERİMİZ” BAŞLIKLI BASIN AÇIKLAMASI
20
Temmuz 2016 tarihinde ilan edilen OHAL ile birlikte, Anayasa ve uluslararası
sözleşmelerden gelen ve hiçbir koşulda vazgeçilmemesi gereken temel hak ve
özgürlüklerin askıya alındığı, ülkemizin kanun hükmünde kararnamelerle (KHK)
yönetildiği bir döneme girilmiştir. 27 Temmuz 2016 tarihinden başlayarak 14 KHK
ile yüz bini aşkın kamu görevlisi herhangi bir kanıta dayanmadan, savunma hakkı
tanınmadan ve adil yargılanma yolları tıkanarak kamu görevinden çıkarılmıştır.
OHAL döneminde KHK’larla ihraç edilen hekim sayısı 3 bini geçmiştir.
Sağlık
alanında kamudan ihraçlar kadar önemli olan bir konu da, OHAL döneminde
çıkartılan bir KHK ile kamu görevine başlayanlara güvenlik soruşturması yapılma
zorunluluğunun getirilmesidir. Mecburi hizmet yapmak üzere sağlık kuruluşlarına
ataması yapılan çok sayıda hekimin, haklarında yapılan güvenlik soruşturması
olumsuz geldiği gerekçesiyle ataması yapılmamakta, birçoğu ise aylarca
bekletilmektedir.
Sağlıkta
Dönüşüm Programı (SDP), uygulamaya başlanmasından bu yana geçen 15 yılda,
Türkiye’de sağlık ortamını olumsuz etkilemiş, birçok yeni soruna yol açmıştır.
SDP’nin “idari ve mali yönden özerklik” getirerek etkililiği ve verimliliği
sağlayacağını iddia ettiği Kamu Hastane Birlikleri modeli, 6 yılın sonunda “çok
başlılık yarattığı ve verimi düşürdüğü” gerekçesiyle kaldırılırken geriye döner
sermayeli işletmelere dönüşmüş hastaneler kalmıştır.
Toplanan
primlerin yanı sıra hastalardan 14 farklı kalemde alınan katkı ve katılım
payları ile kamu sağlık kuruluşlarında sağlık hizmetleri ücretli hale
getirilmiştir. 6 milyondan fazla kişi prim borcu nedeniyle Genel Sağlık
Sigortası (GSS) kapsamı dışında kalarak sağlık hizmetine ulaşmada güçlük
yaşamaktadır. GSS sistemi gençleri, işsizleri sağlıktan yoksun bırakmıştır.
Daha
çok hasta görme, daha fazla işlem yapma üzerine kurulan performans sistemi,
sağlık hizmetlerinde niteliği düşürmüş, sağlık çalışanlarını tükenme noktasına
getirmiştir.
Aile
hekimliği sistemi; aşırı iş yükü, hekim başına düşen nüfusun fazlalığı, kiralanan
aile sağlığı merkezleri gibi uygulamalar ve sürekli değişen mevzuatla hekimleri
ve hastaları içinden çıkılması zor sorunlarla karşı karşıya bırakırken, halkın
sağlık gereksinimlerine yeterli yanıt verememiştir.
Sağlık
çalışanlarına yönelik şiddet ülkemizde sağlık alanındaki en önemli sorunlardan
biri haline gelmiş; çözümüne yönelik bir adım atılamamıştır.
Kamu
kaynakları şehir hastaneleri projesi ile özel sektöre aktarılmaktadır. Şehir
hastaneleri yapılırken şehir içindeki hastaneler kapatıldığı için o ildeki
hasta yatağı sayılarında bir artış görülmemekte; şehir hastanesi olarak
adlandırılmalarına karşın bu hastanelerin genellikle şehir dışında, ulaşımı zor
yerlere yapılmaları nedeniyle sağlık hizmetlerine erişim zorlaşmaktadır. Şehir
hastanelerinde sağlık çalışanları için güvencesiz, sözleşmeli çalışma giderek
yaygınlaşmaktadır.
Öğrenci
sayıları ve eğitim-hizmet dengesi üzerinden akademik kadrolar oluşturulmadan,
yeterli düzeyde eğitim ve araştırma olanakları sağlanmadan, eğitim-öğretim
programları ve araştırma faaliyetleri planlanmadan çok sayıda tıp fakültesi
açılarak tıp ve uzmanlık eğitiminin niteliği düşürülmüştür.
Üniversite
hastaneleri, SUT fiyatları 11 yıldır güncellenmediği, Sosyal Güvenlik
Kurumu’ndan (SGK) sağlık hizmeti üretme maliyetlerinin çok altındaki değerlerde
geri ödeme yapıldığı için finansal bir kriz içine sokularak iflasın eşiğine
getirilmiştir.
Sağlık
Bakanlığı’nın tüm eğitim ve araştırma hastanelerini bünyesine alarak
oluşturduğu Sağlık Bilimleri Üniversitesi, özerk bir üniversite yapılanması,
çağdaş eğitimin gereklerine uygun tıp ve uzmanlık eğitimi örgütlenmesi ile
uyumlu değildir. Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nde kişilere özel olarak
tanımlanan kadro ilanları, liyakat ve bilimsel ölçütlere dayanmayan atamalarla
kadrolaşma önemli bir sorundur.
Özel
sağlık kuruluşlarında ve iş sağlığı alanında çalışan hekimlerin önde gelen
sorunları arasında iş güvencesinden yoksunluk, aldıkların ücretlerin düşüklüğü
ve özlük hakkı kayıpları yer almaktadır.
Etki
mekanizması bilinmeyen, tedavideki etkinliği ve güvenliği konusunda bilimsel
araştırma yapılmamış, insan sağlığına vereceği zararı ya da yararı saptanmamış
olan geleneksel, alternatif ve tamamlayıcı sağlık uygulamaları, yalnızca
bireylerin sağlığını riske atmakla kalmamakta, aynı zamanda Sağlık Bakanlığı ve
SGK tarafından desteklenen bir uygulama alanı olarak halkın sağlığını tehdit
etmektedir.
OHAL
altında, emekçilere düşük ücretin, ağır çalışma koşullarının dayatıldığı, işçi
kıyımlarının gerçekleştiği, taşeronlaşmanın, esnek ve güvencesiz çalışmanın
hâkim hale getirildiği, hekimlik değerlerinin yok sayıldığı, halkın sağlık
hakkının gasp edildiği bir dönemde seçimlere gidiyoruz.
24
Haziran 2018 seçimlerine giderken, Türk Tabipleri Birliği olarak, yeni
seçilecek hükümetten karşılamasını beklediğimiz sağlık alanına ilişkin
taleplerimizi şu şekilde belirledik:
1)
Sağlık alanında performans sistemi kaldırılmalıdır. Performansa dayalı ek ödeme
toplam ücretin yüzde 20’sinden fazla olmamalıdır. Güvenceli, emekliliğe
yansıyan temel ücret talep ediyoruz.
Emekli hekim maaşı en az yoksulluk sınırı kadar (2018 Mayıs ayı için 5
bin 492 TL), hekim maaşı en az yoksulluk sınırının iki misli kadar olmalıdır.
2)
Sağlık Bakanlığı ve üniversite hastanelerinde döner sermaye uygulamaları
kaldırılmalı; kamu hastaneleri merkezi yönetim bütçesinden finanse edilmelidir.
3)
Genel Sağlık Sigortası (GSS) sistemi terkedilmelidir. Halen 6.4 milyon kişinin
prim borcu nedeniyle sigorta kapsamı dışında kaldığı GSS sistemi yerine,
ülkedeki tüm bireyleri kapsamı içinde alan ve kimsenin cebinden ek para ödemek
zorunda kalmadığı, finansmanı prim ödenerek değil, genel bütçeden karşılanan
bir sosyal güvenlik sistemi oluşturulmalıdır.
4)
Katkı ve katılım payı adı altında 14 ayrı kalemde ücret alınmasına son
verilmeli, sağlık hizmetleri ücretsiz olmalıdır.
5)
Birinci basamak sağlık hizmetleri; koruyucu hizmetlerin öncelendiği, bölge
tabanlı, eşit, ulaşılabilir, tamamen ücretsiz, yeterli ve nitelikli insan
gücüyle, ikinci basamak kurumlarıyla iş birliği içinde, etkin bir şekilde
sunulmalıdır.
6)
Şehir hastaneleri modelinden vazgeçilmelidir. Şehir hastanelerinin yerine,
kamunun kaynaklarını kullanarak toplumun sağlık ihtiyacının karşılanmasını
temel alan, içinde sağlık hizmetlerine kolay erişilebilen, tedavi hizmetlerinin
etkin ve bütünlüklü olarak sunulabildiği hastanelerin yer aldığı yeni bir kamu
sağlık hizmeti yapılanmasına gidilmelidir.
7)
Yeni tıp fakültesi açılmamalı; asgari standart ve koşulları sağlamayan tıp
fakültelerinin tıp eğitimi verme yetkisi kaldırılmalıdır. Tıp fakültelerinde
öğrenci sayıları, öğretim üyesi sayısı, alt yapı olanakları ve eğitim programı
dikkate alınarak belirlenmeli; tıp ve uzmanlık eğitiminin niteliği
artırılmalıdır.
8)
Sağlık Bilimleri Üniversitesi, siyasi iktidarın gölgesinden çıkartılıp üniversite
olmanın gereklerine uygun olarak yeniden yapılandırılmalıdır.
9)
OHAL kaldırılmalıdır. OHAL KHK’larıyla kamu görevlerinden hukuksuz biçimde
ihraç edilen hekimler/sağlık çalışanları görevlerine iade edilmelidir.
10)
Hekimlere güvenlik soruşturması uygulaması kaldırılmalı; güvenlik
soruşturmaları nedeniyle bekletilen ya da olumsuz geldiği gerekçesiyle ataması
yapılmayan hekimler görevlerine başlatılmalıdır.
11) TTB ve sağlık emek ve meslek örgütleri
tarafından hazırlanan, 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunu’nun “Fiili Hizmet Süresi Zammı” başlıklı 40. maddesine; hekimler, diğer
sağlık çalışanları ve sağlık işyerlerinde çalışanlar için, çalışılan süre,
sağlık ve sosyal hizmet verilen işyerlerinin özellikleri ve hizmet sınıfı göz
önüne alınarak, yılda 90 gün ile 180 gün arasında değişen bir sürenin
eklenmesini içeren yasal düzenleme yapılmalıdır.
12)
Özel sağlık kuruluşlarında ve iş sağlığı alanında çalışan hekimlerin güvenceli
çalışma koşullarında, emeklerinin karşılığı olan bir ücretlendirme ile özlük
hakları korunarak çalışmaları sağlanmalıdır.
13)
Sağlık çalışanlarına yönelik olarak gerçekleştirilen şiddet suçlarının mutlak
cezalandırılacağı düşüncesinin yerleştirilmesi ve önleyicilik açısından, Türk
Ceza Kanunu’na; “1) Sağlık kuruluşlarında çalışan sağlık personeline karşı,
sağlık hizmeti sunumu esnasında veya verilen sağlık hizmetinden kaynaklanan
nedenlerle cebir, şiddet veya tehdit kullanan kişi, iki yıldan dört yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır. 2) Bu fiiller sonucu sağlık hizmeti kesintiye
uğramış ise yukarıdaki fıkraya göre belirlenen ceza yarı oranında artırılır.”
hükmünün eklenmesini içeren sağlıkta şiddet yasa teklifimiz yasalaşmalıdır.
14)
Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 89. Maddesinde değişiklik yapılarak, Sağlık
Bakanlığı Genişletilmiş Bağışıklama Programı kapsamındaki aşılar ile toplumun
sağlığını tehdit eden bulaşıcı hastalıklarda Bakanlıkça belirlenen aşıları
yaptırmanın zorunlu tutulması ve bu aşıların yapılmasında kişinin kendisinin ya
da vasisinin rızasının aranmaması sağlanmalıdır. Ek olarak, Türk Ceza
Kanunu’nun 195. maddesinde değişiklik yapılarak, zorunlu aşıların uygulanmasını
reddederek çocuğunun ya da vasisi bulunduğu kısıtlının aşılanmasını engelleyen
veya toplumun zorunlu aşıya olan güvenini sarsacak davranışlarda bulunanlar
için iki aydan bir yıla kadar hapis cezası verilmesini içeren yasal düzenleme
yapılmalıdır.
15)
Bilimselliği kanıtlanmamış, etki mekanizması bilinmeyen geleneksel, alternatif
ve tamamlayıcı sağlık uygulamalarının Sağlık Bakanlığı tarafından
desteklenmesine son verilmeli; bilim dışı sağlık uygulamaları denetim altına
alınmalıdır.
16)
Bölünen üniversiteler birleştirilmeli, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İstanbul
Üniversitesi’ne yeniden bağlanmalıdır.
17)
“Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur” açıklaması nedeniyle TTB Merkez Konseyi
üyelerine açılan soruşturmalar geri çekilmelidir.
24
Haziran seçimleri sonrasında taleplerimizin arkasında duracağız, yerine getirilmesi için her türlü çabayı
göstereceğiz.
Sağlıklı
bir toplum için; barışın egemen olduğu, özgür, demokratik ve laik bir ülke
için; işçilerin, emekçilerin ve tüm halkımızın, kendilerini ilgilendiren her
konuda söz, yetki ve karar hakkının olduğu bir gelecek için TAMAM diyoruz.
Oyumuza
sahip çıkacağız; oyumuzu demokrasiden, emekten, barıştan, özgürlüklerden yana
kullanacağız!
Türk
Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
(http://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=e67aa1a4-64c3-11e8-8f08-7c307bdbd6a0
)