17 Eylül 2020 Perşembe

TTB NEYİ SAVUNUYOR? 14.6.2018

 

 

TTB NEYİ SAVUNUYOR?  14.6.2018

TTB, 31.05.2018 tarihinde kendi web sayfasında “Aydınlık Bir Gelecek İçin Sağlık Alanına İlişkin Taleplerimiz” adı altında bir basın açıklaması yapmıştır. Bu basın açıklaması TTB’nin sadece sağlık alanında değil her alandaki siyasi çizgisinin anlaşılması açısından önemlidir.

TTB’nin terör örgütlerine bakışı:

Basın açıklamasında 20 Temmuz 2016 tarihinde ilan edilen OHAL ile birlikte 27 Temmuz 2016 tarihinden başlayarak 14 KHK ile yüz bini aşkın kamu görevlisinin herhangi bir kanıta dayanmadan, savunma hakkı tanınmadan ve adil yargılanma yolları tıkanarak kamu görevinden çıkarıldığı; OHAL döneminde KHK’larla ihraç edilen hekim sayısının 3 bini geçtiği iddia edilmektedir. 

KHK ile kamu görevinden uzaklaştırılan kişiler masum kişiler değildir. Bunların çoğu ABD ve onun örgütü CIA kontrolünde devleti ele geçiren FETÖ (Fethullahcı terör örgütü) ve kamu kuruluşlarına sızmış olan PKK terör örgütü mensuplarıdır. Türk devleti ve ordusu sadece Türkiye’de değil, Kuzey Irak ve Suriye’de bu örgütle halen sıcak savaş halindedir. ABD, PKK ve bunun Suriye’deki kolu olan PYD’yi kendi silahlı örgütü olarak görmekte ve birlerce tır silah vermekte ve vermeye devam etmektedir. TTB kamudan uzaklaştırılan bu terör örgütü mensuplarını masum ve suçsuz kişiler olarak göstermeye çalışmaktadır.   

Türk devletinin halen FETÖ ve PKK ile sıcak savaş içinde olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu örgüt mensuplarının kamuya tekrar sızarak devleti içerden ele geçirmesinin engellenmesi için güvenlik soruşturmasının yapılması son derecede önemli ve gereklidir.

TTB neye yol açacağını düşünmeden OHAL’in kaldırılmasını ve KHK’larıyla kamu görevlerinden ihraç edilen hekimler/sağlık çalışanlarının görevlerine iade edilmesini savunmaktadır.  Hem Türkiye’de hem de Kuzey Irak ve Suriye’de PKK ile bilfiil savaş içinde olduğumuz göz ardı edilerek OHAL’in kaldırılması savunulamaz. Bu ülke savunmasını zayıflatır. Terör örgütleri ile bağlantıları bulunan hekim ve sağlık çalışanlarının insan sağlığı ile ilgili bir işte çalıştırılmamaları son derece yerinde bir uygulamadır. Bu kişiler bulundukları konumu kullanarak tıbbi tedavi veya girişim yapıyormuş görünümü altında suikastlar yaparak birçok kişinin ölümüne neden olabilirler. Sadece terör örgütleri ile bağlantılı olan hekimler değil kişilik bozukluğu olan sosyopat ve psikopat kişilerin de hekimlik yapması aynı nedenle engellenmelidir.

Basın açıklamasında “Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur” açıklaması hatırlatılarak TTB Merkez Konseyi üyelerine açılan soruşturmaların geri çekilmesi savunulmaktadır. TTB PKK ile olan savaşı ABD ve ABD’nin kara gücü PKK’nın başlattığı bir ayaklanma olduğunu ve PKK’nın yaptığı terör eylemlerini görmezden gelerek bu savaşın devlet tarafından başlatılan haksız bir savaş olduğunu, bunun da halkın sağlığını bozduğunu iddia etmektedir.  PKK tarafından başlatılan ve sürdürülen bu savaştan halkın olabildiğince az zarar görmesi için, bu terör faaliyetinin bastırılarak yok edilmesi dışında bir çözüm yolu yoktur. PKK’nın taleplerinin kabul edilmesi ve onlara özerklik veya başka bir ad altında devlet kurdurulması bu savaşın genişleyerek devam etmesinden başka sonuç doğurmaz. Bir meslek örgütünün esas işinin teröristlere kol kanat germek ve onların çıkarlarını savunmak olmadığı da açıktır. TTB yönetiminin bu zihniyette kişilerin eline geçmesi ülkemiz açısından son derece üzücü ve düşündürücü bir durumdur.

TTB sağlıkta dönüşümden ne anlıyor?

            TTB’ye göre Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP); Türkiye’de sağlık ortamını olumsuz etkilemiş, birçok yeni soruna yol açmıştır.

             Bu olumsuz etkiler ve yeni sorunlar:

- Prim toplanması ve katkı ve katılım payları ile “kamu sağlık kuruluşlarında sağlık hizmetleri ücretli hale getirilmiştir. Prim borcu nedeniyle 6 milyon kişi Genel Sağlık Sigortası (GSS) kapsamı dışında kalmıştır. GSS sistemi gençleri, işsizleri sağlıktan yoksun bırakmıştır.

Diğer açıklamalar ile birlikte değerlendirdiğimizde TTB’nin sağlıkta dönüşümün ne olduğunu ve neden uygulandığını bilmediğini görüyoruz. Sağlıkta Dönüşüm Programı,  sağlık sektöründe devletin tasfiye edilerek Türkiye’de uluslararası tıp kartelinin kontrolünde ve çıkarlarına uygun bir sağlık piyasası oluşturulmasıdır. Projenin birinci ayağı devletin sağlık alanında tasfiyesi, ikinci ayağı da kartelin ürünlerinin serbestçe pazarlanıp satılabileceği bir piyasa oluşturulmasıdır. Proje gereğince devlet sağlık alanından tasfiye edilecek ve sağlık piyasası tamamen özelleştirilecektir. Piyasa oluşturulması ile ne yapıldığına bakılmadan sağlık kuruluşlarının mülkiyetine baktığımız zaman dönüşümün özünü anlayamayız. Bu dönüşümde sağlık hizmeti sunucuları birer sağlık AVM haline dönüşmüştür. Devlet ve Kamu üniversitelerinde bu SHS mülkiyeti devlete aittir, özel SHS’da özel şirket veya kişilere aittir. Devlet Hastanelerinde de devletin İşhanlarında bazı dairelerin kiraya verilmesinde olduğu gibi bazı servisler özel şirketlere kiralanarak hizmet alınmaktadır. Güvenlik, temizlik ve yemek işleri ise tamamen özel şirketlerden satın alınmaktadır. Her iki sağlık AVM’de tıp kartelinin ürünleri (ilaç, tıbbi malzeme, sarf malzemesi, tıbbi cihaz, kan ve kan ürünü, biyomedikal ürün, vb.) serbestte pazarlanıp satılarak tükettirilmektedir. Bu ürünlerin kartelin belirlediği kurallara göre (SGK sağlık hizmeti satın alım sistemi) belirlenmektedir. Bu kurallar kartelin egemen olduğu diğer ülkelerde olduğu gibidir. Devletin bu sistem üzerinde bir iradesi yoktur. Amaç sağlık harcamalarının arttırılmasıdır. Sağlık harcamalarının arttırılması amaçlanmaktadır. Bu da vatandaştan ister peşin, ister prim isterse katkı payı adı altında para tahsilatında olduğu gibi, bu sistemde SHSları hastalardan makbuzsuz ve faturasız kontrolsüz para tahsilatı yapmaktadır.

TTB uygulanan sağlık sistemine itiraz etmemektedir. TTB’ye göre tıp kartelinin çıkarlarına uygun bir sağlık piyasası oluşturulmamış sadece sigorta primleri ve katkı payları ile ücretli hale getirilmiştir. Sağlıkta Dönüşüm uygulamasından önce sigorta kuruluşları prim toplamakta ve katkı payları almaktaydı. Şimdi bunların sayısı ve tahsil edilen miktar arttırılmıştır.

Prim ve katkı payları alınması ile tıp kartelinin çıkarlarına uygun bir sağlık piyasası oluşturulması birbiri ile ilişkili kavramlardır. Kontrolsüz ve gereksiz olarak pazarlanan sağlık hizmetleri, ürün ve ilaçları için bir yerlerden de para toplanması gerektiği açıktır.

Türkiye’de GSS sistemine bağlı bir sağlık hizmeti satın alım modeli uygulanmaktadır. Adı ister sigorta primi isterse katkı payı ve ilave ücret olsun,  toplanan paralar vatandaşın cebinden çıkmaktadır. GSS bir sağlık vergisidir. İlave ücret, katkı payı, haraç alınsın alınmasın vatandaşın aldığı sağlık hizmeti giderleri genel bütçeden değil vatandaştan toplanmaktadır. Sistemin sigorta primleri ve katkı payları ile ücretli olduğunu söylemek sağlıkta dönüşüm ile oluşturulan sağlık piyasasını görmezden gelmek ve gizlemek anlamına gelmektedir.

Projenin önümüzdeki aşaması SGK ve GSS’nin rolü özel sigorta şirketlerine verilecektir. SGK hastane sağlık giderlerinin çok küçük bir oranını ödeyecek (özel SHS’da bu gün bu oran yaklaşık olarak 1/3’dür; SGK sağlık giderinin 1/3’ünü karşılamaktadır), kalan tutar özel sağlık sigortası ve cepten ödenen paralarla sağlanacaktır. GSS ile aile hekimliği ve 112 ambulans giderleri finanse edilecektir. Neticede özel sigorta şirketleri özel hastanelerden sağlık hizmeti satın alacaktır. Projenin nihai hedefi budur.

Sağlıkta dönüşüm ile hekime verilen görev değişmiştir. Hekimlik bir pazarlamacılık mesleğine dönüştürülmüştür. Hekimden hastanın hem kesesine hem de sağlığına zarar vermeden hastadaki tıbbi sorunları çözmesi beklenmemelidir. Hekimden beklenen, muayene ve tedavi ettiği hasta sayısını arttırması ve hasta başına sağlık giderlerini arttırmasıdır. Bu da hekimin hastan gereksiz tetkikler istemesi, gereksiz muayene ve konsültasyonlar yaptırması, gereksiz ameliyat ve tedaviler yapması, bu tedavi ve girişimlerde gereksiz ilaç ve tıbbi malzemeler kullanması ile olmaktadır.  Diğer mal ve hizmet satış ve pazarlanmasında olduğu gibi “performans sistemi”nin amacı pazarlamacı hekime şirkete kazandırdığı oranda kâr payı verilmesidir. Amaç sağlıklı hizmetlerinde kaliteyi arttırmak değildir. Birçok özel SHS’da hekim maaşları ayaktan muayenelerde istediği gereksiz tetkik, tomografi, MR raporlarından tahsil edilen tutara göre belirlenmektedir. Daha fazla para kazanmak isteyen hekimler kendilerine başvuran hastalardan gereksiz tetkik ve işlemleri yaptırtmak suretiyle daha fazla para kazanabilmektedir.

Hekimler performans sisteminden rahatsız değildir. Performans sistemi fazla para kazanmak isteyen hekimlere bunun yöntemini öğretmektedir. Hekimler TTB’nin iddia ettiği gibi hastalara yeterli zaman ayıramamaktan ve çok fazla hasta muayene etmekten ve yorulmaktan şikâyetçi değildir. Hekimler olabildiğince fazla hasta istemektedir. Fazla hasta fazla performans demektir. Özel SHS’da hekimlerin günlük muayene edebileceği hasta sayısı zaten sınırlanmıştır. Bu nedenle birçok özel hastanede piyasası fazla olan hekimler kendileri için istihdam edilmiş olan diğer hekimler üzerinden hasta muayene ederek hasta sayısını arttırmaktadır.  Birçok özel hastanede hekimlerin kendisi değil diplomaları çalışmaktadır.

 Bu sistemde her hekim fazla para kazanamamaktadır. Bazı hekimler ne yaparsa yapsın hastane patronlarının istediği oranda hasta bulamayabilmekte ve yeterli oranda tetkik, tahlil, tomografi, MR, ameliyat ve girişim pazarlayamamaktadır. Daha fazla kazanç peşinde koşan hastane patronları hekimlere de daha düşük maaş vermek istemektedir. Bu durumda hekimlerin iş güvenceleri ortadan kalkmakta ve birden bire işlerine son verilebilmekte ve yerlerine daha fazla para kazandıracak hekimler alınmaktadır.

Performans sistemi ile TTB ve hekimlerin belirttiği gibi hekim emeği değerlendirilmemektedir. Bu sistemde hekimlerin hastane patronlarına para kazandırma ve pazarlamacılık yeteneği değerlendirilmektedir.  

TTB bir yandan sağlık alanında performans sistemi kaldırılmasını savunurken, diğer taraftan “Performansa dayalı ek ödemenin toplam ücretin yüzde 20’sinden fazla olmamasını” savunmaktadır. Performans ücretinin bir satılan mal (hastalık, tahlil, tetkik, girişim, tedavi, ilaç, tıbbi malzeme ticareti) karşılığı ödenen ve hekimi gereksiz işlemlere yönlendiren ve zorlayan bir kâr payı olduğu unutularak bu kar payının emeklilikte de verilmesi savunulmaktadır. Performans satılan malın (sağlık hizmeti) komisyonudur. Satılmayan mal için komisyon verilmez. Performans ücretinin sınırlandırılması hekimlerin hoşlanacağı bir talep değildir.

TTB basın açıklamasında SUT fiyatlarının 11 yıldır güncellenmediğini Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan (SGK) sağlık hizmeti üretme maliyetlerinin çok altındaki değerlerde geri ödeme yapıldığı için finansal bir kriz içine sokularak iflasın eşiğine getirildiğinden bahsetmektedir.

Bu ifadeye göre hastanelere hak ettiklerinden daha az bir ödeme yapıldığı sanılabilir.  Hâlbuki özel SHS’nın elde ettikleri gelir sürekli olarak artış göstermektedir. TTB ve bazı hekimlerin sık sık bunu dile getirmesinin nedeni bu işten dolaylı bir kazanç beklemeleridir:  SUT fiyatları arttırılırsa hastanelerin daha fazla para kazanacak ve kazandığı paradan hekimlere daha fazla kâr payı (performans) ücreti dağıtacaktır. Beklenti budur.  

SUT fiyatlarının güncellenmediğinden ve SHS’na maliyetlerinin altında ödeme yapıldığından bahsetmek SGK sağlık hizmeti satın alım modelinde bütün SHS’nın nasıl para kazandığını bilmemek demektir.

Hem özel hem de üniversite hastanelerinin yaptıkları sağlık ticaretinden az para kazandıklarını söylemek mümkün değildir. Bu sistemden özel hastaneler sürekli olarak zenginleşmekte ve büyümektedir. Üniversite hastanelerinde özellikle öğretim üyesi olan hekimlerin performans ve döner sermaye gelirlerinde hiçbir azalma olmamıştır. Öğretim üyeleri eskiden olduğu gibi hastanelerde özel muayeneler yaparak ayrıca para kazanabilmektedir.

TTB, Sağlık Bakanlığı ve üniversite hastanelerinin SGK sistemine bağlı olarak sağlık hizmeti satan bir şirket olduğunu unutarak döner sermaye uygulamalarının kaldırılmasını ve giderlerin “kamu hastaneleri merkezi yönetim bütçesinden finanse edilmesi” ni savunmaktadır. Sağlık Bakanlığı ve üniversite hastaneleri de sattıkları sağlık hizmeti için SGK’dan para almaktadır. Bu hastanelerde SGK sigortalısı olmayan hastalara da sağlık hizmeti satmaktadır. Bedeli SGK tarafından karşılanmayan sağlık hizmetleri de SGK’lı hastalara ücretli olarak satılmaktadır. Para tahsil edilebilmesi için döner sermaye uygulamasının bulunması gerekir. Bilindiği gibi her hastane ticari bir şirkettir ve vergi numarası vardır. Performanstan ayrı olarak döner sermaye uygulaması ile elde edilen gelirden üniversitelerde öğretim üyelerine ayrıca komisyon verilmektedir.

SGK sağlık hizmeti satın alım modelinde SUT birim fiyatları ne olursa olsun ödenecek tutar hastane tarafından belirlenmektedir. Hastaneler, kazanmak istedikleri tutara göre hizmet evrakı düzenlemektedir. Yapmaları gereken şey SUT eklerinin açıp belirli bir mantıkla tedavi yöntemi, ilaç, tıbbi malzeme vb. seçerek hedeflenen tutara göre bir hizmet beyanı düzenlemektir.  Hastane SUT’da mevcut olmayan tetkik ve tedavi yöntemleri ile malzemeleri de kullanılmış gibi gösterip evrak düzenleyebilmektedir. Bu hizmet evrakının sadece % 5’inde hak ediş denetimi yapılmaktadır. Her ne kadar kâğıt üzerinde bir hak ediş denetimi yapıldığından bahsedilse de hizmet evrakının % 95’i hiç incelenmemekte, hak ediş denetimi yapan kişiler ya kendilerine bağlı nedenlerle (ne yaptıklarını bilmemeleri, tıbbi bilgi ve SGK ve SUT mevzuatını bilmemeleri ve mevzuata hâkim olmamaları, hastanelerle işbirliği içinde olmaları) veya SGK üst ve alt yönetiminin baskısı ile hak ediş denetimi yapmamaktadırlar. Hayâli olarak düzenlenen bu hak ediş denetimlerinde ilk kesinti oranları % 0.6 gibi bir oranda olmakla birlikte, itiraz inceleme ve daha sonra açılan davalarla bu kesintiler de ödenmektedir. SHS beyan ettikleri parayı eksiksiz tahsil etmektedir. Bu sistemde özel SHS ve vakıf üniversite hastanelerine hastalardan ilave ücret tahsil etme hakkı da verilmiş ise de hastaneler bu kurallara da uymamaktadır. SHSları, SUT ve sözleşme gereğince düzenlemesi gereken belgeleri düzenlememekte, çoğu zaman hastalara bir ödeme belgesi ve fatura dahi vermeden alabileceği tutarın çok üstünde haraç niteliğinde para tahsil etmektedirler. Bu sistemden hastane patronları, hekimler, öğretim üyeleri, hastane çalışanları, tıbbi malzeme ve ilaç satan depo ve eczaneler başta olmak üzere birçok meslek mensubu ekmek yemektedir. Beş yıldızlı otel konforunda hastaneleri gören halk kendilerine çok iyi bir sağlık hizmeti verildiğini sanmaktadır. Gerçekte ise hastaların hem malı ve hem de kanı ve canı üzerinden kirli bir sağlık ticareti uygulanmaktadır. Sağlıkta Dönüşüm çok yönlü, organize, sistematik bir nitelikli dolandırıcılık ve hortumculuk sistemidir.  (2011/62 sayılı genelge ve 8 Mart 2017 tarihli yönetmelik)

Tıp karteli o kadar ince bir strateji izlemiştir ki sistemin muhalifi yoktur. Halka bu sistem anlatılmamıştır. Hiç kimse sistemin ne olduğunu bilmemektedir. TTB ve benzeri örgütlerin yaptığı hatalı açıklamalar sistemin özünün anlaşılmasını engellemektedir.  Sağlık hizmeti bir yana sağlık hizmetinin bedelinin belirlenmesi ve ödenmesinde uygulanan mekanizma siyasi partiler ve meslek örgütleri ve kitle önderleri tarafından bilinmemektedir. Her kesim bu konuların tartışılmasından özellikle kaçınmaktadır.

Hastanelerin kazançlarını nasıl belirlediği ve belirlediği tutarı nasıl kasasına aktardığı bilindiğinde SUT fiyatlarının hiçbir öneminin ve anlamının olmadığı açıktır. Beyan edilen tutarı olduğu gibi ödeyen SGK, SUT fiyatlarının düşük tutulması iddiası ile kendisini sağlık giderlerini azaltma çabası içinde olan bir kuruluş gibi de gösterebilir.

SDP ile getirilen sağlık piyasası oluşturulmasının anlamı şudur: SGK ve özel sigortacılık şirketleri vasıtası ile sağlık harcamaları için para toplanması, sunulan sağlık hizmetlerinin kağıt üzerinde SUT (Sağlık Uygulama Tebliği) ve eklerinde belirtilen usullere göre fiyatlandırılması ve hizmet evrakı düzenlenmesi ve beyana dayanan hizmet evrakının sözde incelenerek gerçekte inceleniyor görüntüsü altında SHS’ı beyan ettiği tutarın ödenmesi sistemine dayanmaktadır. Bu fiyatlandırma yöntemi SGK’nın sözleşme veya protokol ile sağlık hizmeti satın aldığı bütün SHS için geçerli bir yöntemdir. Bu yöntemin hiç uygulanmayan kâğıt üzerinde bir yöntem olduğu, SHS’nın bu sisteme uygun hile usulsüzlüklerle işi kitabına uydurduğu söylenebilir.

SHS’na istediği gibi bir hizmet evrakı düzenleme hakkı verilmiş; hak ediş incelemesi yapılmasını engellemiştir. Bütün SHSları SGK alt ve üst yönetiminin kendi çıkarlarını koruduğunu bilmektedir. SHSları düzenledikleri hizmet evrakı üzerinde ciddi bir hak ediş incelemesi yapılmayacağını ve beyan ettiği tutarı alacağını biliyor. Para kazanmak için sağlık ticareti işine giren bir SHSnun kendisine verilen bu imkânı değerlendirmeden kazanabileceği geliri en düşük seviyede tutarak bir hizmet evrakı düzenlemesini beklemek aptallıktır.

TTB bunları görmezden gelerek “kamu kaynaklarının şehir hastaneleri projesi ile özel sektöre aktarıldığından” bahsetmektedir. Bu sistemde sigortalılardan toplanan primlerle oluşan kamu kaynakları şehir hastanelerine değil, SGK’nın sağlık hizmeti satın aldığı bütün SHS’na aktarılmaktadır. Bu işten esas kazançlı çıkan bir sağlık AVM olan sağlık tesisinde satılan sağlık hizmeti ve bu hizmette kullanılan tıbbi ilaç, tıbbi malzeme, cihaz ve diğer ürünleri üreten uluslararası şirketlerdir. Hasta sayısının artması pazarlanan teknoloji, ürün ve ilaçların satışının da artması demektir. TTB şehir hastanelerine ulaşımın zor olması ve bu hastanelerde güvencesiz ve sözleşmeli çalışmanın giderek artmasından şikâyet etmektedir. Bu hastanelerde uygulanan sağlık hizmetlerinin diğerlerinden farklı değildir. TTB’ın SDP ile oluşturulan sağlık piyasasına bir itirazı yoktur.

Şehir hastaneleri modelinden vazgeçilse de vazgeçilmese de uygulanan sağlık sistemi ve sağlık hizmeti satın alım modeli değişmemektedir. Diğer özel ve üniversite hastanelerinde olduğu gibi şehir hastanelerinde de aynı sistem uygulanmaktadır.  TTB mevcut sistemi göz ardı ederek şehir hastaneleri uygulamasından vazgeçilmesini talep etmektedir. Bunun yerine sağlık hizmeti satın alım işinin nasıl olduğunun belirtilmediği yeni bir kamu sağlık hizmeti yapılanmasına gidilmesi önerilmektedir. Bu nasıl olacak belli değildir.

SDP ile uygulanan sağlık sisteminin ne olduğunu bilmeyen TTB, Genel Sağlık Sigortası (GSS) sisteminin terk edilmesini talep ederek doğru gibi görünen bir öneride de bulunmaktadır. TTB, GSS sistemi yerine, ülkedeki tüm bireyleri kapsamı içinde alan ve kimsenin cebinden ek para ödemek zorunda kalmadığı, finansmanı prim ödenerek değil, genel bütçeden karşılanan bir sosyal güvenlik sistemi oluşturulmasını savunmaktadır. GSS’nin kaldırılması ile sağlık giderlerinin genel bütçeden karşılanması önerisi bir arada ele alındığında TTB’nin sağlık hizmetlerinin finansmanının nasıl karşılandığını bilmediği anlaşılmaktadır. GSS arttırılması hedeflenen sağlık harcamaları için toplanan bir sağlık vergisidir. Bu vergi GSS ile toplanmaz ise bu sefer bir şekilde bütün halktan toplanan vergiler ile karşılanacaktır.  Bu şekilde vatandaşın cebinden çıkan parada bir azalma olmayacaktır. Paranın toplanma şekli değişecektir. Bilindiği gibi neoliberalism ile her türlü, üretim, ticaret ve bankacılık işlemlerinin devlet değil özel şirketler tarafından yapılması suretiyle devletin tasfiyesini amaçlamaktadır.

SDP milli bir proje değildir. DTÖ ile imzalanan taahhüt anlaşması gereğince Dünya Bankası tarafından uygulanmıştır. Sistemin uygulanması ile ilgili, tebliğ, genelge ve diğer belgeler Dünya Bankası tarafından hazırlanmıştır.

(http://web.worldbank.org/external/projects/main?pagePK=64283627&piPK=73230&theSitePK=40941&menuPK=228424&Projectid=P074053   Adres bugün çalışmamaktadır. Sayfa görüntüsü bende mevcut.)

Sağlık alanına baktığımızda devlet sağlık hizmeti vermemektedir. Sağlık hizmeti mülkiyeti ister devlete ait olan tesislerde isterse özel SHS’da verilsin artık ticari şirketler tarafından verilmektedir. Devletin Sağlık Bakanlığı ve üniversite hastanelerinde hekim ve diğer çalışanlara verdiği maaş sattığı sağlık hizmetinden karşılanmakta ve genel bütçeden de katkı yapılarak bir nevi sisteme destek verilmektedir.  

SGK sağlık hizmeti satın alım modeli değiştirilmeden GSS uygulamasına son verilmesinin bir anlamının olmayacağı açıktır. Çünkü sistem bir bütündür. Eğer amaç sağlık harcamalarını arttırmak ve bunun için de vatandaşın cebinden daha fazla para tahsil edilmesi ise GSS sisteminin de devam etmesi gerekecektir. Sistem bir şekilde devam ettiği için 6.4 milyon kişinin prim borcunun affedilmesi sistemi düzeltmeyecektir.  Bu GSS’nin ne olduğunu bilmeyen kişilerin aldatılmasına yönelik popülist bir taleptir.

TTB katkı ve katılım payı adı altında 14 ayrı kalemde ücret alınmasına son verilmesini ve sağlık hizmetlerinin ücretsiz olmalıdır. Bu da sistemi bilmeyen kişilerin savunabileceği ve mevcut sistem içinde uygulanma olanağı olmayan bir taleptir. SDP ile getirilen sistemin amacı sağlık harcamaların arttırmak ve bunun için de vatandaşın cebinden daha fazla para tahsil edilmesini sağlamaktır. Prim gelirleri dışında bunun diğer bir yolu da katkı payları ve ilave ücret adı altında para tahsil edilmesidir.  Sağlık hizmeti satın alım veya satış yöntemi ile toplanan paranın tıp kartelinin ürünlerinin satış ve pazarlanmasına dayanan bu sistem vatandaştan devamlı ve artan oranlarda para tahsil edilmesine dayanmaktadır. Bu sistemin ücretsiz olması savunulamaz. Toplanan primlerin gene vatandaştan toplandığı göz ardı edilirse AKP hükümetinin savunduğu gibi sistemde nüfus cüzdanı olan herkese ücretsiz hizmet verilmektedir (?). Daha iyi hizmet almak isteyenler de fark ücretlerini ödemelidir. Bu kuyruklu yalanlarla vatandaş aldatılarak sistem ile bütünleştirilmiştir. 

Türkiye’de sağlık hizmeti satılmakta ve alınmaktadır. Sağlık Kuruluşları Migros ve Metro gibi bir sağlık AVM haline getirilmiştir. Bu AVM’de tıp kartelinin ürünleri satılmakta ve pazarlanmaktadır. Sağlık giderlerinin genel bütçeden karşılanarak ücretsiz gibi gösterilmesi ile bu sağlık ticareti gizlenemez ve kamucu bir sağlık hizmeti olarak gösterilemez.

“Sağlık hizmetlerinin ücretsiz olması” sloganı sağlık hizmetinin ne olduğunu bilmeyen kişilerin popülist sloganıdır. Bu hizmetlerin kamusal bir şekilde verildiğini göstermez.

Bu nedenle öncelikle sağlık hizmetinin kâr amacı ile satılan ve alınan bir hizmet olmasına son verilmelidir. Bu SGK tarafından sağlık hizmeti satın alınması modeline son verilmesi ile sağlanabilir. Bu sağlık hizmetinin SGK veya Sağlık Bakanlığı tarafından karşılanması ile sağlanabilir. Bu yeterli değildir. Sistem tıbbi malzeme, ilaç ve ürün satışı üzerine kurulduğu için sağlık hizmetinde kullanılan ilaç ve malzeme dâhil bütün ürünlerin devlet tarafından üretilmesi veya temin edilmesi gerekir. Hekimlerin hekimlik uygulamalarının da denetlenmesi suretiyle hekimlerin hastanelerin kazancına değil hastaların sorunlarına odaklandığı bir sisteme geçilmesi mümkün olacaktır.

Tıp eğitimi:

Ülkemizdeki tıp eğitimi diğer ülkelerde olduğu gibi satılacak ve pazarlanacak hastalık ve tedavi yöntemlerine uygun bir eğitimdir. Bu eğitim tıp kartelinin ürünlerinin satılması ve pazarlanmasına uygun bir sistemdir. Tıp ve uzmanlık eğitiminin niteliğinin düşürüldüğünden bahsedebilmek için daha önce nasıl olduğu ve nasıl olması gerektiği sorularına cevap verilmesini gerektirir. Tıp fakültelerinde çalışan öğretim üyelerinin birinci amacı akademik sıfatını da kullanarak kazanabileceği oranda para kazanmaktır. Tıp fakültelerinde çalışan öğretim üyeleri bilim adamı değildir ve bilimsel bir çalışma yapmamaktadır. Gerçekte bilim adamı olmayan bu kişiler sadece belirli formaliteleri yerine getirerek akademik olarak yükselmekte ve rütbe almaktadır.  Eskiden olduğu gibi günümüzde de öğretim üyelerinin öğrencilere ve asistanlara bir eğitim vermek gibi bir amacı yoktur. Bu iş onlar için bir angaryadır.

Sağlık harcamalarının artması için mümkün olduğu kadar fazla sağlık tesisi açarak hizmeti vatandaşın ayağına götürmek ve buralarda pazarlanan hastalık, tetkik ve tedavi yöntemleri ve girişimleri alabildiğince pazarlayabilmektir. Bu sağlık tesislerinde çalışacak hekime ve yardımcı sağlık çalışanına ihtiyaç vardır. Bunun için de çok fazla tıp fakültesi açılarak, daha fazla hekimlerin yetiştirilmesi gerekecektir.  Bunların şu veya bu şekilde iyi veya kötü eğitim almasının önemi yoktur. Hiçbir şey öğrenmeseler bile bunun önemi yoktur. Çünkü yapacakları işler ilaç/malzeme firması temsilcileri ve hastane patronları tarafından kendilerine öğretilecektir.

TTB tıp ve uzmanlık eğitiminin niteliğinin arttırılmasını ve yeni tıp fakültelerinin açılmamasını savunmaktadır. Mevcut sağlık sisteminde, bu sistemin dışında bir tıp eğitimi ve hekimlik uygulaması mümkün değildir. Tıp fakültelerinde eğitimin niteliğinin arttırılması soyut bir taleptir ve bunun nasıl yapılacağı açık değildir. TTB’ye göre fakültelerinde eğitimimin profesör ve doçent öğretim üyeleri tarafından verilmesi ile nitelikli eğitim sağlanacaktır. Fakat nitelikli (!) öğretim üyelerinin derdi eğitim değil para kazanmaktır.

TTB diğer taraftan bölünen tıp fakültelerinin birleştirilmesini savunmaktadır. Bu ayrılma ile neyin bozulduğu ve birleşme ile neyin düzeleceği belli değildir. Başkent üniversitesi hastanesinde olduğu gibi birçok üniversite uygun gördüğü yerde ve ilde hastaneler açmakta ve para kazanmaya çalışmaktadır. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğretim üyelerinin talepleri doğrultusunda savunulan bu talep de popülist bir taleptir. Bunun vatana millete yararı bilinmemektedir.

Sağlık sistemi satın alım sistemi bir bütündür. Bu sistemde nelerin nasıl fiyatlandırılacağı ve ödenecek tutarın nasıl tahsil edileceğinin yöntemi belirlenmiştir. Bu sisteme göre sağlık hizmeti satan üniversite ve vakıf üniversite hastanelerinde hastalardan ayrıca öğretim üyesi parası adı altında para tahsil edilmektedir. Tahsil edilen bu paranın sistemde bir yeri yoktur. Sisteme göre kanunsuz bir tahsilattır. Daha önce özel hoca muayeneleri sisteme uygun bir şekilde kaldırılmış ise de Anayasa mahkemesi kararı ile bu uygulama iptal edilmiştir. Hoca muayeneleri mesai saati sonuna kaydırılarak sisteme tekrar konulmuştur. Sağlık Bakanlığı bunu engellemek için YÖK’ün kontrolü dışında Eğitim Hastaneleri ve Sağlık Bilimleri Üniversitesi açmaya başlamıştır. Bu bir ihtiyaçtan doğmuştur.  TTB’nin savunduğu gibi üniversiteler gerçekten bağımsız ve bilim üreten yerler değildir. Siyasi iktidarın kontrolü dışında olan bir üniversite mevcut değildir.

Tıp fakültelerinde ciddi bir tıp eğitimin verilmesi isteniyorsa üniversite hastaneleri kapatılarak tıp fakültelerindeki hekimlerin tamamen tıp eğitimi üzerine yoğunlaşması sağlanabilir. Bu fakülteler önek alınan ABD’de olduğu gibi hastane olarak da eğitim ve araştırma hastanelerini kullanabilirler.  

Tıp fakültesi eğitiminin kalitesi, açılan fakülte sayısının giderek artması, nitelikli akademik kadro bulunmaması gibi soyut ve çözümü olmayan konular üzerinde tartışılması yerine bunun nedenlerinin araştırılması ve SDP’ne karşı çıkılması gerekirdi.

Diğer taraftan sadece tıp fakülteleri değil diğer üniversite ve fakültelerdeki eğitimin olması gerektiği gibi değildir. Üniversitelerde gerçek bilim insanları yerine, hak etmediği halde torpil ve kayırma ile bu yerlere getirilen ve öğretim üyeleri çalıştırılmaktadır. Üniversitelerde liyakate hiçbir zaman önem verilmemiştir. Bunu çözümü ise tam anlamı ile bir üniversite devrimi ile mümkündür. Bu konularda bir çözüm önerisi getirmeden sadece şikâyette bulunmanın bir anlamı yoktur.

Aile hekimliği ve koruyucu hekimlik:

TTB SDP öncesinde de getirilen aile hekimliği sistemini savunmuştu. Bu sefer “Aile hekimliği sistemi; aşırı iş yükü, hekim başına düşen nüfusun fazlalığı, kiralanan aile sağlığı merkezleri gibi uygulamalar ve sürekli değişen mevzuatla hekimleri ve hastaları içinden çıkılması zor sorunlarla karşı karşıya bırakırken, halkın sağlık gereksinimlerine yeterli yanıt veremediği” iddia edilerek “Birinci basamak sağlık hizmetleri; koruyucu hizmetlerin öncelendiği, bölge tabanlı, eşit, ulaşılabilir, tamamen ücretsiz, yeterli ve nitelikli insan gücüyle, ikinci basamak kurumlarıyla iş birliği içinde, etkin bir şekilde sunulması” savunulmaktadır.

Aile hekimleri esas olarak ilaç kullanım raporu ile düzenlenen ilaçları ve hastaların kendi kullanmak istedikleri ilaçları yazdırdıkları yerlerdir. Halkın fazla ilaç tüketmesi için getirilen bir sağlıkta dönüşüm uygulamasıdır. Buralarda gerçek anlamda bir hekimlik yapılmamaktadır. Temel fonksiyonu ilaç tüketimini arttırmaktır. Koruyucu hekimlikten ne anlaşıldığı belli değildir. Tıp karteline göre koruyucu hekimlik aşı yapılması ve kolesterol ilacı gibi ilaçları kullandırarak sözde bazı hastalıkların oluşma olasılığını azaltmaktır.

Birinci basamak hizmetleri ücretsiz olduğu için bunun ücretsiz olmasının savunulacak bir tarafı yoktur.

Sağlık ticaretinde hiçbir etkisi ve yararı olmayan aşılar üretmenin ayrı bir yeri vardır. Aşılar genel olarak devletler tarafından satın alınmakta ve aşı programları ile bütün kitlelere uygulatılmaktadır. Aşı tercihinde önemli olan faktör bu aşıların ABD gibi ülkelerde de kullandırılması ve aşı programlarına alınmış olmasıdır. İlk geliştirilen aşıların bulaşıcı hastalıklara yakalanma ve ölüm oranlarını azaltmış ve son derecede yararlı olmuştur. Fakat günümüzde üretilen aşılar için böyle bir etki yaratabileceklerini söylemek ve savunmak söz konusu değildir.

 Son zamanlarda üretilen aşıların gerçekten etkili ve yararlı olup olmadığı, aşılanma ile hastalıkların oranının azaltılıp azaltılamadığı, faydadan çok bir zararının olup olmadığı konusunda yerli bir araştırma yapılmamıştır. Endüstri aşıların satış potansiyelini görerek akla gelen her durum için etkisiz ve gereksiz aşılar üretmeye başlamıştır.

Grip aşıları gibi bazı aşılar doktorların, basının ve propagandanın etkisi ile oluşan ve sözde vatandaşın kendi talebi ile alınan ilaçlardır. Aşı pazarlamasının nasıl bir ticari faaliyet olduğunun anlaşılması açısından kuş gribi ve domuz gribi salgını palavraları ve bu vesile ile yapılan uygulamaları hatırlamakta yarar vardır. Kuş gribi salgınında DSÖ verilerine göre sadece 21 kişi ölmüştür. Türkiye’deki SHS’nın büyük çoğunluğunda hem kuş hem de domuz gribinin saptanmasında kullanılan testlerin yapılamadığı göz önünde bulunulursa bildirilen bu ölüm oranının ne kadar doğru ve sağlıklı olduğu da belli değildir. Domuz gribi salgının da Sağlık Bakanlığı açıklaması ile sonlandırıldığının da hatırlanmasında yarar vardır. Kuş gribi sahte salgını ile köylülerin tavuk beslemesine son verilmiştir. Sağlık sektöründe olduğu gibi tavukçuluk sektörü de özel tavuk çiftliklerinle devredilmiştir.  Kuş ve domuz gribi sahte salgınları gibi olaylar ve bazı aşılar için dünya çapında gelişen muhalefet bazı kişilerin aşı yapılmasına karşı direnç göstermesine neden olmuştur. Kişinin kendisine yapılacak bir tedavi ve girişim nasıl kabul etme şartı varsa aşı için de bunun böyle olması gerekir. Yapılan bir aşıdan dolayı gelişecek ölüm ve sakatlığın sorumlusu kim olacaktır?

TTB burada da aşı kartelinin avukatlığını üstüne alarak “Bakanlıkça belirlenen aşıları yaptırmanın zorunlu tutulmasını ve bu aşıların yapılmasında kişinin kendisinin ya da vasisinin rızasının aranmamasının sağlanmasını”  ve aşı yaptırmayan kişilere hapis cezasının verilmesini talep etmektedir. 

Aşılama ile sadece hayâli olarak olasılıkların tedavi edilmektedir. Piyasaya sürülen aşıların çoğunun faydadan çok zarar verdiği gibi ileride ne gibi tıbbi sorunlara yol açacağı bilinmemektedir.

İlaç, aşı ve diğer tıbbi ürünler tamamen güvenli ve tehlikesiz şeyler değildir. Sırf bunlara bağlı gelişen sağlık sorunları çok fazla olup ABD’de tıbbi tedavilere bağlı “iatrojenik” ölümlerin tüm ölüm nedenleri arasında üçüncü sırada yer aldığı unutulmamalıdır.

Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet:

TTB’ye göre ülkemizde sağlık alanındaki en önemli sorunlardan biri haline gelmiştir. Sağlıkta dönüşümden önce halk ile hekimler arasındaki bu sorunun son derecede az olduğu ve hekimlerin halk nezdinde ciddi bir itibarının olduğu göz önünde tutularak sağlıkta şiddetin neden arttığının sebeplerine yönelmek gerekir. Sağlıkta dönüşüm ile halk gereksiz birçok sağlık hizmeti (tahlil, tetkik, girişim ve tedavi) için teşvik edildiği gibi bu hizmetler artık hastaların taleplerine göre de yapılmaktadır. Hasta teşhis ve tedavi ile ilgili olarak uygunsuz taleplerde bulunabilmektedir. Her ne şekilde olursa olsun gereksiz yapılan tetkik ve tedaviler, bunlara bağlı gelişen komplikasyon ve ölümler,  hekim ve sağlık çalışanlarının hastalarla veya vatandaşla olan iletişim sorunları bu şiddet olaylarını arttırmaktadır.

Hekimlere ve sağlık çalışanlarına yapılan saldırılar şunu göstermektedir. Uygulanan bu sağlık sisteminde hastalardan nefret eden hekim sayısı arttığı gibi hastalardan nefret eden hekimlerin sayısı da gittikçe artmaktadır. Hastalarla hekimler birbirine düşman haline gelmiştir. Uygulanan sağlık sisteminde bütün SHS vatandaşı ve hastaları soyulacak bir kaz gibi gördüğü sürece, vatandaşın da hekimlere güveninin giderek azalması kaçınılmazdır. SHS bu iş için hekimleri kullanmaktadır. Sistemi bilmeyen vatandaş da karşısında sistemi değil bu sistemin pazarlama elemanı haline getirilmiş olan hekimleri görmektedir. Hekimlere eski itibar ve saygınlıkları ancak sağlıkta dönüşümden vazgeçilerek sağlanabilir. Sağlıkta şiddet polisiye önlemlerle çözümlenemez. Bunun için öncelikle sağlık sisteminin değiştirilmesi ve gereksiz işlemlerin azaltılması hedeflenmelidir. Sağlıkta dönüşümden vazgeçilerek SHS’nın eli vatandaşın cebinden çekilmeli ve SHS artık onların sağlık sorunları ve hastalıklarına odaklanmalıdır.

Geleneksel, alternatif ve tamamlayıcı sağlık uygulamaları:

Sağlıkta dönüşüm ile hatalı sağlık ve tıp bilgileri ile hastaların aldatılması hastalara gereksiz birçok girişim ve tedavilerin yapılması yanında, bu tedavilerin genellikle etkisiz, yararsız ve zararlı olduğunun görülmesi ile alternatif tıp piyasasında da patlama olmuştur. Özel muayenehanecilik (hekimlik) sisteminin tasfiyesi sonucunda hekimler de bu alternatif tıp uygulamalarına yönelmeye başlamıştır. Bu tedavilerin çoğu da özel bir eğitim almamış, hastalık ve tedavilerin ne olduğunu bilmeyen kişiler tarafından yapılmaya başlanmıştır. Tek amaçları para kazanmak olan hem özel hem de Sağlık Bakanlığı ve üniversite hastaneleri de alternatif tıp pazarının kendileri için iyi bir ek gelir kaynağı olduğunu görerek bu tedavileri kendi hastanelerinde uygulamaya başlamıştır.

ABD’de alternatif tıp uygulamalarını yapan hekimler allopatik hekimler olarak bilinir ve bu tıp uygulamasının bir geçmişi vardır. Allopatik tıpta hastalıkların tedavisinde Ortodoks uygulamalardan farklı yöntemler uygulanmaktadır. Hipokrat zamanında dahi hekimlik yapacak kişiler bir eğitimden geçirilerek kendilerine lisans verilmektedir. ABD’de ve bazı AB ülkelerinde  allopathlar veya kırayoprakter’ler (chiropractor) ciddi bir tıp eğitimi de almaktadır. Türkiye’de de alternatif tıp hekimliği yapacak kişilerin kısa kurs ve eğitimler yerine ciddi bir eğitimden geçirilmesi ve bu sağlık hizmetinin hastaların suiistimal edilmemesi için devlet kontrolünde verilmesi gerekir. Alternatif veya geleneksel tıp yöntemleri genellikle mekanizması, tahlil ve teşhis yöntemi bilinmeyen ve sonucun önceden belirlenemeyeceği rahatsızlıklarda kullanılmaktadır.  Bu alan modern (günümüz) tıbbının da daha başarılı olduğu bir alan değildir. Rahatsızlıkların bilimsel bir açıklaması yoktur. Hastanelerde daha bilimsel bir tedavi uygulanmamaktadır.

 (https://www.ackermann-institutet.se/de/ausbildung/?gclid=EAIaIQobChMI6LX1jYTb2wIVBZl3Ch1pggnNEAEYASAAEgI-EvD_BwE )

 SDP ile insan yaşamının tıbbîleştirilmesinin (medikalleşmesinin) diğer bir sonucu da alternatif tıp uygulamalarının artmasıdır.

Modern tıp uygulamalarında her bir hastalığın etkili ve kesin bir iyileştirici tedavi yönteminin bulunmadığı, sadece tedavi (uygulama) yöntemlerinin olduğu ve bu tedavi yöntemlerinin de hastanın tıbbi durumunu göz önüne almadan rastgele uygulandığını, başarılı bir sonucun garanti olmadığını, bu tedaviler ile birçok komplikasyon ve ölümler meydana geldiğini de unutmamak gerekir. Modern tıp uygulamalarında uygulanan tedavilerin çoğunun etki mekanizması, tedavideki etkinliği ve güvenliği hekim tarafından bilinmemektedir. 

SDP ile uygulanan sağlık sistemi, alternatif tıp uygulamalarından daha fazla insan sağlığını tehdit etmektedir.

 Hekimlerin iş sağlığı ve iş güvenliği nasıl sağlanacak ve aldıkların ücretlerin düşüklüğü ve özlük hakkı kayıpları nasıl engellenecek?

Özel sağlık kuruluşlarında ve iş sağlığı alanında çalışan hekimler bir patron ile imzaladığı sözleşmeye göre iş yapmakta ve maaş almaktadır. Ücretli çalışan diğer işlerde olduğu gibi bu çalışma tarzında bir iş güvenliğinin olmadığı, patronun arzusunu yerine getirmeyen hekimlerin işlerine son verileceği açıktır. Serbest piyasa ekonomisinde sözleşme ile çalışan bir kişinin hiçbir zaman iş güvenliğinin yoktur ve patronların daima daha düşük ücretle çalışacak kişi arayacağı unutulmamalıdır. Sistem içinde bunun bir çözümü yoktur. Soyut taleplerin çözüm açısından bir anlamı yoktur.

Ücretlerin düşük tutulabilmesi için işsiz bir hekimler ordusunun da oluşturulması gerekir.

TTB Sağlıkta Dönüşüm Projesini desteklemektedir. Önemsiz ve içeriği bilinmeden bazı eleştiriler dışında sisteme karşı değildir. Bir yandan terör örgütlerini desteklerken diğer taraftan popülist taleplerle bunları tatlı bir halde sunmaktadır. 

Günümüzde sağlık hizmeti kavramı değişmiştir. Sağlık hizmeti ile insanların bilgisizliğinden ve saflığından yararlanarak gereksiz, tahlil, tetkik, ilaç, tıbbi malzeme, tedavi, girişimlerin kullandırılması ve pazarlanması anlaşılmaktadır.  Günümüzde insan sağlığının kötü kullanımı ile vahşi bir sağlık ticaretinden bahsedebiliriz. Sağlık ticaretine son verilerek insanları aldatmayan ve dolandırmayan insan sağlığı ve hastalığına odaklanan bir sistemin kurulması gerekmektedir.  

TTB hem sağlık hem de siyaset alanında neoliberal küresel siyasetleri desteklediği halde ne yazık ki birçok kişi bu meslek örgütünü sol ve ilerici siyasetleri savunan bir örgüt olduğunu sanmaktadır.  14.6.2018

TTB’NİN 31.05.2018 TARİHLİ “AYDINLIK BİR GELECEK İÇİN SAĞLIK ALANINA İLİŞKİN TALEPLERİMİZ” BAŞLIKLI BASIN AÇIKLAMASI

 

20 Temmuz 2016 tarihinde ilan edilen OHAL ile birlikte, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerden gelen ve hiçbir koşulda vazgeçilmemesi gereken temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı, ülkemizin kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) yönetildiği bir döneme girilmiştir. 27 Temmuz 2016 tarihinden başlayarak 14 KHK ile yüz bini aşkın kamu görevlisi herhangi bir kanıta dayanmadan, savunma hakkı tanınmadan ve adil yargılanma yolları tıkanarak kamu görevinden çıkarılmıştır. OHAL döneminde KHK’larla ihraç edilen hekim sayısı 3 bini geçmiştir.

Sağlık alanında kamudan ihraçlar kadar önemli olan bir konu da, OHAL döneminde çıkartılan bir KHK ile kamu görevine başlayanlara güvenlik soruşturması yapılma zorunluluğunun getirilmesidir. Mecburi hizmet yapmak üzere sağlık kuruluşlarına ataması yapılan çok sayıda hekimin, haklarında yapılan güvenlik soruşturması olumsuz geldiği gerekçesiyle ataması yapılmamakta, birçoğu ise aylarca bekletilmektedir.

Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP), uygulamaya başlanmasından bu yana geçen 15 yılda, Türkiye’de sağlık ortamını olumsuz etkilemiş, birçok yeni soruna yol açmıştır. SDP’nin “idari ve mali yönden özerklik” getirerek etkililiği ve verimliliği sağlayacağını iddia ettiği Kamu Hastane Birlikleri modeli, 6 yılın sonunda “çok başlılık yarattığı ve verimi düşürdüğü” gerekçesiyle kaldırılırken geriye döner sermayeli işletmelere dönüşmüş hastaneler kalmıştır. 

Toplanan primlerin yanı sıra hastalardan 14 farklı kalemde alınan katkı ve katılım payları ile kamu sağlık kuruluşlarında sağlık hizmetleri ücretli hale getirilmiştir. 6 milyondan fazla kişi prim borcu nedeniyle Genel Sağlık Sigortası (GSS) kapsamı dışında kalarak sağlık hizmetine ulaşmada güçlük yaşamaktadır. GSS sistemi gençleri, işsizleri sağlıktan yoksun bırakmıştır.

Daha çok hasta görme, daha fazla işlem yapma üzerine kurulan performans sistemi, sağlık hizmetlerinde niteliği düşürmüş, sağlık çalışanlarını tükenme noktasına getirmiştir.

Aile hekimliği sistemi; aşırı iş yükü, hekim başına düşen nüfusun fazlalığı, kiralanan aile sağlığı merkezleri gibi uygulamalar ve sürekli değişen mevzuatla hekimleri ve hastaları içinden çıkılması zor sorunlarla karşı karşıya bırakırken, halkın sağlık gereksinimlerine yeterli yanıt verememiştir.

Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet ülkemizde sağlık alanındaki en önemli sorunlardan biri haline gelmiş; çözümüne yönelik bir adım atılamamıştır.

Kamu kaynakları şehir hastaneleri projesi ile özel sektöre aktarılmaktadır. Şehir hastaneleri yapılırken şehir içindeki hastaneler kapatıldığı için o ildeki hasta yatağı sayılarında bir artış görülmemekte; şehir hastanesi olarak adlandırılmalarına karşın bu hastanelerin genellikle şehir dışında, ulaşımı zor yerlere yapılmaları nedeniyle sağlık hizmetlerine erişim zorlaşmaktadır. Şehir hastanelerinde sağlık çalışanları için güvencesiz, sözleşmeli çalışma giderek yaygınlaşmaktadır.

Öğrenci sayıları ve eğitim-hizmet dengesi üzerinden akademik kadrolar oluşturulmadan, yeterli düzeyde eğitim ve araştırma olanakları sağlanmadan, eğitim-öğretim programları ve araştırma faaliyetleri planlanmadan çok sayıda tıp fakültesi açılarak tıp ve uzmanlık eğitiminin niteliği düşürülmüştür.

Üniversite hastaneleri, SUT fiyatları 11 yıldır güncellenmediği, Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan (SGK) sağlık hizmeti üretme maliyetlerinin çok altındaki değerlerde geri ödeme yapıldığı için finansal bir kriz içine sokularak iflasın eşiğine getirilmiştir.

Sağlık Bakanlığı’nın tüm eğitim ve araştırma hastanelerini bünyesine alarak oluşturduğu Sağlık Bilimleri Üniversitesi, özerk bir üniversite yapılanması, çağdaş eğitimin gereklerine uygun tıp ve uzmanlık eğitimi örgütlenmesi ile uyumlu değildir. Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nde kişilere özel olarak tanımlanan kadro ilanları, liyakat ve bilimsel ölçütlere dayanmayan atamalarla kadrolaşma önemli bir sorundur.

Özel sağlık kuruluşlarında ve iş sağlığı alanında çalışan hekimlerin önde gelen sorunları arasında iş güvencesinden yoksunluk, aldıkların ücretlerin düşüklüğü ve özlük hakkı kayıpları yer almaktadır.

Etki mekanizması bilinmeyen, tedavideki etkinliği ve güvenliği konusunda bilimsel araştırma yapılmamış, insan sağlığına vereceği zararı ya da yararı saptanmamış olan geleneksel, alternatif ve tamamlayıcı sağlık uygulamaları, yalnızca bireylerin sağlığını riske atmakla kalmamakta, aynı zamanda Sağlık Bakanlığı ve SGK tarafından desteklenen bir uygulama alanı olarak halkın sağlığını tehdit etmektedir.

OHAL altında, emekçilere düşük ücretin, ağır çalışma koşullarının dayatıldığı, işçi kıyımlarının gerçekleştiği, taşeronlaşmanın, esnek ve güvencesiz çalışmanın hâkim hale getirildiği, hekimlik değerlerinin yok sayıldığı, halkın sağlık hakkının gasp edildiği bir dönemde seçimlere gidiyoruz.

24 Haziran 2018 seçimlerine giderken, Türk Tabipleri Birliği olarak, yeni seçilecek hükümetten karşılamasını beklediğimiz sağlık alanına ilişkin taleplerimizi şu şekilde belirledik:

1) Sağlık alanında performans sistemi kaldırılmalıdır. Performansa dayalı ek ödeme toplam ücretin yüzde 20’sinden fazla olmamalıdır. Güvenceli, emekliliğe yansıyan temel ücret talep ediyoruz.  Emekli hekim maaşı en az yoksulluk sınırı kadar (2018 Mayıs ayı için 5 bin 492 TL), hekim maaşı en az yoksulluk sınırının iki misli kadar olmalıdır.

2) Sağlık Bakanlığı ve üniversite hastanelerinde döner sermaye uygulamaları kaldırılmalı; kamu hastaneleri merkezi yönetim bütçesinden finanse edilmelidir.

3) Genel Sağlık Sigortası (GSS) sistemi terkedilmelidir. Halen 6.4 milyon kişinin prim borcu nedeniyle sigorta kapsamı dışında kaldığı GSS sistemi yerine, ülkedeki tüm bireyleri kapsamı içinde alan ve kimsenin cebinden ek para ödemek zorunda kalmadığı, finansmanı prim ödenerek değil, genel bütçeden karşılanan bir sosyal güvenlik sistemi oluşturulmalıdır.

4) Katkı ve katılım payı adı altında 14 ayrı kalemde ücret alınmasına son verilmeli, sağlık hizmetleri ücretsiz olmalıdır.

5) Birinci basamak sağlık hizmetleri; koruyucu hizmetlerin öncelendiği, bölge tabanlı, eşit, ulaşılabilir, tamamen ücretsiz, yeterli ve nitelikli insan gücüyle, ikinci basamak kurumlarıyla iş birliği içinde, etkin bir şekilde sunulmalıdır.

6) Şehir hastaneleri modelinden vazgeçilmelidir. Şehir hastanelerinin yerine, kamunun kaynaklarını kullanarak toplumun sağlık ihtiyacının karşılanmasını temel alan, içinde sağlık hizmetlerine kolay erişilebilen, tedavi hizmetlerinin etkin ve bütünlüklü olarak sunulabildiği hastanelerin yer aldığı yeni bir kamu sağlık hizmeti yapılanmasına gidilmelidir.

7) Yeni tıp fakültesi açılmamalı; asgari standart ve koşulları sağlamayan tıp fakültelerinin tıp eğitimi verme yetkisi kaldırılmalıdır. Tıp fakültelerinde öğrenci sayıları, öğretim üyesi sayısı, alt yapı olanakları ve eğitim programı dikkate alınarak belirlenmeli; tıp ve uzmanlık eğitiminin niteliği artırılmalıdır.

8) Sağlık Bilimleri Üniversitesi, siyasi iktidarın gölgesinden çıkartılıp üniversite olmanın gereklerine uygun olarak yeniden yapılandırılmalıdır.

9) OHAL kaldırılmalıdır. OHAL KHK’larıyla kamu görevlerinden hukuksuz biçimde ihraç edilen hekimler/sağlık çalışanları görevlerine iade edilmelidir.

10) Hekimlere güvenlik soruşturması uygulaması kaldırılmalı; güvenlik soruşturmaları nedeniyle bekletilen ya da olumsuz geldiği gerekçesiyle ataması yapılmayan hekimler görevlerine başlatılmalıdır.

11)  TTB ve sağlık emek ve meslek örgütleri tarafından hazırlanan, 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Fiili Hizmet Süresi Zammı” başlıklı 40. maddesine; hekimler, diğer sağlık çalışanları ve sağlık işyerlerinde çalışanlar için, çalışılan süre, sağlık ve sosyal hizmet verilen işyerlerinin özellikleri ve hizmet sınıfı göz önüne alınarak, yılda 90 gün ile 180 gün arasında değişen bir sürenin eklenmesini içeren yasal düzenleme yapılmalıdır.

12) Özel sağlık kuruluşlarında ve iş sağlığı alanında çalışan hekimlerin güvenceli çalışma koşullarında, emeklerinin karşılığı olan bir ücretlendirme ile özlük hakları korunarak çalışmaları sağlanmalıdır.

13) Sağlık çalışanlarına yönelik olarak gerçekleştirilen şiddet suçlarının mutlak cezalandırılacağı düşüncesinin yerleştirilmesi ve önleyicilik açısından, Türk Ceza Kanunu’na; “1) Sağlık kuruluşlarında çalışan sağlık personeline karşı, sağlık hizmeti sunumu esnasında veya verilen sağlık hizmetinden kaynaklanan nedenlerle cebir, şiddet veya tehdit kullanan kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. 2) Bu fiiller sonucu sağlık hizmeti kesintiye uğramış ise yukarıdaki fıkraya göre belirlenen ceza yarı oranında artırılır.” hükmünün eklenmesini içeren sağlıkta şiddet yasa teklifimiz yasalaşmalıdır.

14) Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 89. Maddesinde değişiklik yapılarak, Sağlık Bakanlığı Genişletilmiş Bağışıklama Programı kapsamındaki aşılar ile toplumun sağlığını tehdit eden bulaşıcı hastalıklarda Bakanlıkça belirlenen aşıları yaptırmanın zorunlu tutulması ve bu aşıların yapılmasında kişinin kendisinin ya da vasisinin rızasının aranmaması sağlanmalıdır. Ek olarak, Türk Ceza Kanunu’nun 195. maddesinde değişiklik yapılarak, zorunlu aşıların uygulanmasını reddederek çocuğunun ya da vasisi bulunduğu kısıtlının aşılanmasını engelleyen veya toplumun zorunlu aşıya olan güvenini sarsacak davranışlarda bulunanlar için iki aydan bir yıla kadar hapis cezası verilmesini içeren yasal düzenleme yapılmalıdır.

15) Bilimselliği kanıtlanmamış, etki mekanizması bilinmeyen geleneksel, alternatif ve tamamlayıcı sağlık uygulamalarının Sağlık Bakanlığı tarafından desteklenmesine son verilmeli; bilim dışı sağlık uygulamaları denetim altına alınmalıdır.

16) Bölünen üniversiteler birleştirilmeli, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İstanbul Üniversitesi’ne yeniden bağlanmalıdır.

17) “Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur” açıklaması nedeniyle TTB Merkez Konseyi üyelerine açılan soruşturmalar geri çekilmelidir.

24 Haziran seçimleri sonrasında taleplerimizin arkasında duracağız,  yerine getirilmesi için her türlü çabayı göstereceğiz.

Sağlıklı bir toplum için; barışın egemen olduğu, özgür, demokratik ve laik bir ülke için; işçilerin, emekçilerin ve tüm halkımızın, kendilerini ilgilendiren her konuda söz, yetki ve karar hakkının olduğu bir gelecek için TAMAM diyoruz.

Oyumuza sahip çıkacağız; oyumuzu demokrasiden, emekten, barıştan, özgürlüklerden yana kullanacağız!

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

 

(http://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=e67aa1a4-64c3-11e8-8f08-7c307bdbd6a0 )

 

 

 

 

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SAĞLIKTA VİCDAN SÖMÜRÜSÜ: İLAÇ ŞİRKETLERİNİN PARA KAZANMAK İÇİN KULLANDIĞI BİR YÖNTEM

https://www.ankara.bel.tr/sma SPİNAL MUSKÜLER ATROFİ NASIL BİR HASTALIKTIR? SMA olarak bilinen spinal adele atrofisi hastalığı kaslar...