YOLSUZLUK VE DOLANDIRICILIĞIN
ÖNLENMESİ İÇİN YARGI REFORMU ÖNERİLERİ
(Öneriler yeri geldiğinde örneklerle açıklanmıştır. Hatırlanması için gerektiği yerde bazı açıklamalar tekrarlanmıştır. Benzer açıklamalar daha önce CS suç duyuruları ve mahkemeler için düzenlenen raporlarda da birçok defa dile getirilmiştir. Sigorta Sistemi Dolandırıcılığı ile ilgili bölümler SGK sağlık hizmeti satın alım sistemi üzerinden anlatılmıştır. )
Türkiye’de
“yargı reformu” tartışmalarının yapıldığı bu dönemde kimse hukuk ve hukuk
sisteminin gerçek sorunları üzerinde hiç durmamıştır. Baroların sunduğu
öneriler hukuk sisteminde bir düzelme sağlamayı amaçlamaktan çok avukatların
mesleki ve maddi sorunlarına çözüm getirmek isteyen konular üzerinde
yoğunlaşmıştır. Türkiye’deki hukuk sistemi diğer alanlardaki sorunların da bir
nedenidir.
Türkiye’nin
siyasi ve ekonomik sistemi yolsuzluk, dolandırıcılık ve hortumculuk üzerine
kurulmuştur. Yargı ve hukuk sistemi de buna uygun olarak düzenlenmiştir. Bu
günlerde hem Anayasa değişikliği hem de yargı reformu tartışmaları artmıştır.
Her ikisinden de ne kastedildiği ve ne yapılmak istendiği belli değildir. Anayasa
ve yargı sisteminde burada bahsettiklerim dışında da değişiklik gerektiren
yönler vardır. Yolsuzluk ve hortum düzeninin değişmesi ve dürüst bir devlet
yapısının oluşması için öncelikle Anayasanın 125. Maddesi ve 4483 sayılı
Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun tamamen
kaldırılması; 6754 numaralı
Bilirkişilik Kanunun yeniden düzenlenmesi ve Bilirkişilik Sistemin tamamen
değiştirilmesi gerekmektedir. Sadece bu değişikliklerin yapılması bile
Türkiye’de yolsuzluk ve dolandırıcılık sisteminin yasal altyapısını ortadan
kaldıracaktır. Burada bahsettiğim
sorunların hiçbir siyasi parti, üniversite ve demokratik kitle örgütü
tarafından dile getirmemiş olması da ilginçtir.
Adli sistemde herkes davaların
uzaması üzerinde de durmaktadır. Mevcut adli sistem davaların kısa sürede
sorulmasını engelleyen bir sistemdir. Fakat adli sistemin temel sorunu bu
değildir. Mahkemelerin verdiği kararların da doğru ve adil olması gerekir.
Maalesef adli sistem düzgün ve adil çalışmamaktadır. Aşağıda verdiğim
örneklerden de anlaşılabileceği gibi mahkeme tarafından kabul edilmemesi
gereken dava dilekçeleri kabul edildiği gibi, tek celsede sonuçlandırılabilecek
davalar bile aylarca ve yıllarca sürmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane,
İnsanlık Dışı veya Küçültücü Muamele ve Cezaya Karşı Sözleşmeyi imzaladığı
gibi, Birleşmiş
Milletler Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi, Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Ceza
Hukuku Sözleşmesi, Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Özel Hukuk Sözleşmesi,
Suçtan Kaynaklanan Gelirlerin Aklanması, Araştırılması, Ele Geçirilmesi ve El
Konulmasına İlişkin Sözleşme gibi bir takım sözleşmelere imza atmıştır. Bu
sözleşmeler sadece kâğıt üzerinde kalmaktadır. Türkiye’deki Anayasa, yasalar ve yargı sistemi
İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya
Küçültücü Muamele ve Cezaların, yolsuzlukların önlenmesi, suçtan kaynaklanan
gelirlerin aklanması, araştırılması, ele geçirilmesi ve el konulmasına imkân
vermemektedir. Türkiye hukuk konusunda bir takım
uluslararası anlaşmalara imza koyduğu halde hukuk sistemi bu yasalara uygun hale
getirilmemiştir. Türkiye’de mevcut yasalar bile kâğıt üzerindedir. Yasa
kitapları vardır fakat yasa hükümleri uygulanmamaktadır. Sistem o derece kötü
işlemektedir ki bu sistem hakkını arayan kişilerin mağduriyetini arttırmaya
hizmet etmektedir. Haksızlığa uğrayan kişilerin hak kâğıt üzerinde hak arama
özgürlüğü vardır; fakat kazanma şansın yoktur.
Savcı,
hâkim ve avukatlar mevcut yasaları dahi doğru olarak okuyup anlayamamakta ve
değerlendirememektedirler. Türkiye’de savcı, hâkim, avukat ve bilirkişi gibi
önemli yargı mensuplarının ortak özellikleri deneyimsizlikleri ve
vasıfsızlıklarıdır. Yasaları bilmemekte ve doğru yorumlayamamaktadır. Avukatların, bilirkişilerin durumu da
böyledir. Herkes konuyu anlayıp çözümleyeceğine, sadece daha önce yazılan
dilekçeleri ve alınan kararları yani mevcut basmakalıp şablonları
kullanmaktadırlar. Savcı, hâkim, avukat
ve bilirkişiler dava ve şikâyet konusunun nasıl ele alınması ve
değerlendirilmesi gerektiğini düşünmemektedir. Değişmeyen bir rutin ve
değişmeyen sonuçlar vardır. Kolayca anlaşılabilecek ve çözümlenebilecek
davalar bile gereksiz ve uzun yazışmalar, hatalı bilirkişi görevlendirmeleri ve
gerçeğe aykırı bilirkişi raporları ile daha karmaşık ve anlaşılmaz hale
getirilmekte, yıllarca sürmektedir. Bu sürede dava konusu unutulmakta ve konu ile
ilgisi olmayan saçma sapan ve gerçek dışı sonuçlara ulaşılmakta ve kararlar
alınmaktadır.
Bu
sistemde hâkim ve savcılar konuyu nasıl ele almak ve sonuçlandırmak
istiyorlarsa süreci de buna göre yürütmektedir. Adli süreçte yasalar kimsenin
umurunda değildir.
Önceki
hatalı mahkeme kararlarına dayanan Yargıtay içtihatları yasaların önüne
geçmektedir. Mahkemeler davaları dava konusu, deliller ve konu ile ilgili
yasalara göre değil bu hatalı içtihatlara göre sonuçlandırmak istemektedirler.
Çünkü ancak hatalı içtihatlara dayalı kararlar Yargıtay tarafından onaylanmaya
devam etmektedir. Doğru kararlar da dönmektedir. İçtihatlar yasaların önüne
geçmiştir. Hâkim aldığı kararın bozulmaması için bunu Yargıtay içtihadına
uydurmaya çalışmaktadır. Bazı durumlarda yasa ile çelişen kanun hükmündeki
kararnameler yasa ve hatta Anayasanın önüne geçebilmektedir. Kanun hükmündeki
kararnameler iptal edilerek yok durumuna gelse bile geçerliliği iptal edilmeyen
yasa artık kullanılmamakta ve karara esas alınamamaktadır.
Türkiye’de
hukuk sisteminin temel sorunu hatalı işleyen hukuk sistemi ve sistemin böyle
işlemesini sağlayan yasalardır. Anayasanın bazı hükümleri bazı suçların ve
suçluların soruşturulmasını engellemektedir. Anayasa ve yasaların
kendilerinin soruşturulmasını engellediğini bilen kamu kurum ve kuruluşlarının
idarecileri yasa dışı faaliyetleri doğrultusunda çalışmayan kişilere karşı
sistematik baskı ve cezalandırmalarda bulunmaktadırlar. Anayasa ve yasalar bu
idarecilerin yasa dışı yolsuzluk ve dolandırıcılık faaliyetlerine adeta teşvik
etmektedir. Her türlü yolsuzluk ve dolandırıcılık faaliyetinin arkasında veya
içinde bir kamu kurum veya kuruluşu vardır. Yolsuzluk ve dolandırıcılık
ekonomik sistemin bir özelliği haline gelmiştir. Bunların önlenmesi için
öncelikle yasaların ve yargı sisteminin neden bunları önleyemediğini ve hatta
desteklediğini anlamak ve buna yönelik yasa ve düzenlemeleri yapmak gerekir.
Bunun için yolsuzluk, dolandırıcılık ve nitelikli dolandırıcılığa imkân veren
yasalar ve bunları besleyen ve destekleyen idari ve hukuki sistemin
sorgulanması ve buna imkân veren Anayasa ve yasa maddelerinin kaldırılması
gerekir. Bunları yapmayan reform sadece kâğıt
üzerinde bir reform olur ve sorunlar birikerek yığılır. Değiştirilmesi ve iptal
edilmesi gereken Anayasa hükümlerinden birisi Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın
125. maddesidir.
1-TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ
125. MADDESİ KALDIRILMALIDIR.
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ ANAYASASININ 125. MADDESİ ŞÖYLEDİR:
Kolay
anlaşılması için bazı cümleler çıkarılmıştır.
Madde
125 – İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu
açıktır. YANİ İSTEYEN DAVA AÇABİLİR.
(Değişik
birinci cümle: 7/5/2010-5982/11 md.) Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin
hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik
denetimi şeklinde kullanılamaz. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil
ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve
işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı
verilemez. Yani MAHKEMLER İDARİ EYLEMLER İÇİN YARGILAMA YAPAMAZ. İDARE ALEYHİNE
KARAR VEREMEZ.
İdari
işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve
idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi
durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir.
İdare,
kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.
125.
Madde “İdarenin
her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık” olduğunu belirttikten
sonra, “İdarenin, kendi eylem ve
işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü” olduğu ifadesi ile sonlanmaktadır.
Bu iki ifade arasındaki maddeler idarenin her türlü eylemine karşı dava
açılmasına imkân verse de, açılan davaların idare aleyhine sonuçlanmasını açıkça
engellemektedir. 125. maddenin özü şudur: Dava
açabilirsin. Fakat kazanamazsın.
Anayasanın 125. Maddesi 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunun 2. Maddesinde aynen yer almaktadır
Anayasanın
125. Maddesinin anlaşılması için “idari eylem ve işlemlerin” neler
olduğu; “hukuka uygunluğun” ne anlama geldiği ve “yerindelik
denetimi” kavramlarının örneklerle açıklanmasında yarar vardır. İdari Eylem
ise idarenin yapmış olduğu hareket, yapmış olduğu davranıştır.
Genellikle
idarenin idari işlemleri dışında kalan tüm davranışlarına idari eylem
denilmektedir. İdari
eylem, idari işlemlerden farklı olarak hukuksal alanlarda bir değişiklik
doğurmayan eylemlerdir. Örneğin bir kaldırıma parke taşı döşenmesi, hukuksal alanlarda bir değişiklik
yapmamaktadır. Bu bir idari işlem değil idari eylemdir.
İdari
işlemler ise işlemin muhatabının iradesine bakmadan tek taraflı yapılan
işlemlerdir. İdari işlemler aynı zamanda kişiler üzerinde doğrudan etki yapan
icrai işlemlerdir. Memurun görev yerinin değiştirilmesi, tayin, görevlendirme
ve görevden alma gibi işlemler idari işlemdir. İdari işlemlerin keyfi olmaması
için kanuna da uygun olması gerekir. İdari işlemler, aksi ispatlanıncaya kadar
-ki mevcut yasal sistemde bunu ispatlamak mümkün değildir- hukuka uygun kabul
edilir. İdarenin idari eylem ve işlem kâğıt üzerinde de olsa, bir kanun ve
kanundan kaynaklanan yasaya dayanıyorsa bu hukuka uygunluk olarak
yorumlanmaktadır.
Yerindelik
denetimi: üst birimin alt birimin eylem ve işlemlerinin “yerinde olup
olmadığına” karar vermesi ve “kamu yararına” uygun olmadığına karar vermesi
halinde, işlem veya eylemi değiştirmesi veya durdurması demektir. Yerindelik denetimi kısaca idari eylem ve
işlemin sorgulanması ve yasaya uygun olup olmadığına bakılması demektir.
Anayasa ve İdari Yargılama Usulü Kanununa göre idare mahkemeler idari bir
işlemin yasaya uygun olduğu konusunda bir yargılama yapamaz ve karar veremez.
Türkiye’de
idare Anayasa ve İdari İdari Yargılama Usulü Kanunu tarafından kendisine
tanınan bağışıklıktan yararlanarak keyfi idari işlemler yapmayı alışkanlık
haline getirmiştir. Devlet daireleri işleyişi ve görevi ile ilgili yasa,
yönetmelik ve genelgelerden çok idarenin en üstünden en altına kadar
idarecilerin keyfi kararlarına ve seçimlerine göre işletilmekte ve
yönetilmektedir. Yolsuzluk ve dolandırıcılık faaliyetleri idarenin en üstünden
başladığı için işi ve mevzuatı bilen kişilerin değil, idarenin her türlü
yolsuzluk ve dolandırıcılık faaliyetine hizmet eden kişilerin atanması ve etkin
görevlere getirilmesi kural haline gelmiştir. İdarenin yolsuzluk ve
usulsüzlüklerine karşı çıkan kişiler tasfiye edilmekte veya önemsiz görevlere
getirilmektedir. Kamuda önemli makamlarda vasıfsız kişilerin bulunmasının bir
nedeni de budur.
“İdari
eylem ve işlemlerin” birçok örneği vardır. Anayasanın 125. Maddesi ve
İdari Yargılama Usulü Kanununa göre “idari
eylem ve işlemler” i iki konuda ele alacağım: 1) Bir memurun atanması,
tayini ve görev yerinin değiştirilmesi, 2) Sosyal Güvenlik Kurum sağlık hizmeti
satın alımında, Kurumun hizmet aldığı bir SHS (sağlık hizmeti sunucusunu)
denetlemesi ve SHS hakkında cezai işlem uygulaması ve yersiz ödemeleri saptaması
ve tahsil etmesi işlemleri. Bunlar mahkemelerin bu yasayı ne zaman uyguladığını
ve uygulaması gereken yerde de uygulamadığının ve takmadığının
örnekleridir.
Devlet
dairelerinde memur üzerinde yapılan sistematik psikolojik işkence ve baskılar
kısaca “mobing” olarak da bilinmektedir. İdareciler hoşlanmadıkları veya
usulsüz emirlerini yerine getirmeyen memurları cezalandırmak ve bıktırmak için
önce sık olarak yerlerini değiştirir. Çalışmayan, görevini yapmayan, sorumluluk
almayan, vasıfsız ve her söyleneni yapan bir memura hiçbir zaman mobing
yapılmaz.
Memurlar
üzerinde baskı yapan idareciler bu gücü Anayasanın 125. Maddesinden almaktadır.
İdarecilerin psikolojik baskı ve işkencesinin bir memur üzerinde ne gibi
sonuçlar verebileceğinin en iyi örneği Gaziantep, Zeugma Mozaik Müzesi’nde görevli arkeolog
Merve Kaçmış’ın intiharıdır.
Uludağ
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde kalp damar cerrahı olarak görev yapan
35 yaşındaki Mustafa Yalçın’ın da kendisine yapılan psikolojik işkence
nedeniyle intihar ettiği söylenmektedir. (https://onedio.com/haber/ardinda-alti-sayfalik-mektup-birakti-baskiya-ugrayan-doktor-serumlarla-intihar-etti-966319 )
Birçok
memur kendisine karşı yapılan psikolojik işkenceye dayanamamaktadır. Bu nedenle
ruh sağlığı bozulmakta ve intihar edebilmektedir. Mobingi önleyecek bir Anayasa
ve yasa maddesi yoktur.
TCK 23-3
maddesine göre “Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez.
Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur.” Konusu suç teşkil
eden bir emri yerine getirmeyen bir memurun bu nedenle suçlanması,
cezalandırılması ise idarenin düzenleyici işlemi olmaktadır. Konusu suç teşkil
eden emir bir suç teşkil etmekle beraber, amirler bunu doğrudan söylemek yerine
memura psikolojik işkence yaparak, aşağılayarak, görev yerini değiştirerek bunu
o kişi üzerinden diğer memurlara da öğretirler. SGK SGMM’de hastane ve
eczanelerin hak edişlerinin belirlenmesinde böyle bir durum vardır. Fatura
komisyonlarının görevi ciddi bir hak ediş denetimi yapmak ve kurum mevzuatına
göre ödenmemesi gereken işlemler için ödenmeme kararı vermektir. SGK yönetimi
fatura komisyonlarının hastane ve eczane faturalarında hak ediş kesintileri
yapılmasını istememektedir. Komisyon başkanları ve çalışanlar bu şekilde
seçilmiştir. Böyle bir yapı kurulmuştur. Eğer yazılı olmayan bu kurala aykırı
olarak işini ciddi bir şekilde yapan bir kişi varsa görevi değiştirilir,
ilgisiz görevler verilir, izin hakları kullandırılmaz, atama veya geçici
görevlendirme ile başka illere gönderilir.
Bir
memurun kendi iradesi dışında başka bir yere atanması ve geçici veya kalıcı
görevlendirilmesi idarenin düzenleyici bir işlemidir. Bu memura yapılan psikolojik
baskı ve işkencenin devamıdır. Türkiye Cumhuriyeti yasaları ve Anayasasına göre
işkence yasaklandığı halde (Anayasa, Madde 17) mağdur olan kişi bu nedenle
Cumhuriyet Savcılığına başvuramaz veya bir ceza davası açamaz. Bu durumda
mağdur olan memur idari işlem için sadece idare mahkemesine başvurabilir. Kâğıt
üzerinde yasal süreç başlar. Mahkemenin alacağı karar belli olduğu halde usulen
idarenin bir savunması alınır. İdare yaptığı işlem için abuk sabuk bir savunma
yazar. Kafasını fazla yormak zorunda değildir. İdare davanın nasıl
sonuçlanacağını bilmektedir. Memurun mağduriyetini kısmen önleyecek tek karar
idari işlemini yürütmesinin durdurulmasıdır:
Anayasa’ya
göre “İdari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların
doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte
gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar
verilebilir.” Anayasa’ya göre idari işlem “açıkça hukuka aykırı” olabilir. Bu
idari işlemin yasal dayanağının olmaması ve yasaya aykırı bir işlem olması
anlamına gelir. Bir de idari işlemle “telafisi güç veya imkânsız zararların
doğması” kavramı vardır. Bu kavramın ne olduğu ve nasıl yorumlanacağı açık
değildir. İdari işlem “telafisi güç veya imkânsız zararların doğmasına” neden
oluyorsa, mahkemenin idari işlemin yürütmesinin durdurulması kararı
verebileceği gibi bir olanak varmış gibi görünebilir. Fakat mahkeme yerindelik
denetim yapamayacağı için bu mümkün değildir. Yürümenin durdurulması kararı
Anayasaya göre “yürütmenin işini yerine
getirmesini kısıtlayacak, yürütmenin idari eylem ve işlemde takdir yetkisini
kaldırabilecek bir eylemdir.” Mahkeme bu biçimde bir yargı kararı
veremeyeceği için hiçbir zaman idari işlemin “telafisi güç veya imkânsız
zararların doğmasına neden olduğu” kararını veremez. Bu konuda bir üst
mahkemeye itiraz edilemez. Çünkü mahkeme bu konuda bir açıklama yapmak, gerekçe
belirtmek zorunda olmadığı gibi, davaya aynı mantıkla bakan bir üst mahkemenin
tersine bir karar vermesi de mümkün değildir. İşin komik bir tarafı da herhangi
bir davada mahkemenin “gerekçeli karar
vermemesi” Anayasal bir hak ihlâli olarak tanımlanmaktadır. Fakat hak ihlali
idari aleyhine açılan davalarda geçerli değildir. Böyle bir davada Anayasa
Mahkemesine başvurulduğunda Anayasa mahkemesi burada gerekçeli karar
verilmemesini bir hak ihlâli olarak görmeyecektir. Çünkü mahkemeler bu durumda
zaten gerekçeli karar vermek zorunda değildir.
İdare
mahkemesi yanılıp şaşırıp yürütmeyi durdurma kararı verirse bu karar Bölge
İdare Mahkemelerinden döner. İdare
Mahkemeleri ve Bölge İdare Mahkemelerinin bir tek görevi vardır: İdare aleyhine
açılan bir davada idare mahkemesi davacı lehine bir karar verirse bu kararı
bozmak ve idareyi korumak!
İdarenin
bu şekilde yaptığı görevlendirme nitelik itibarı ile yurt dışındaki bazı
ülkelerde bazı kişilerin zorunlu olarak toplama kamplarında çalıştırılmasına,
özgürlüklerinin kısıtlamasına, insanlık dışı kötü bir muameleye uğratılmasına
benzer bir uygulamadır. Türkiye’de siyasi partiler başka ülkelerdeki
buna benzer uygulamaları eleştirdikleri halde Türkiye içinde bazı kişilerin
bizzat Anayasanın bu maddesi ile zorunlu çalışmaya tabii tutulduklarını
görmezden gelmektedir.
İdarenin
keyfi atama ve geçici görevlendirmesi ile başka bir yerde çalışmaya zorlanan
memur İdare Mahkemesinde dava açacak, idare mahkemesi kişi aleyhine ret kararı
verecek; kişi zorunlu olarak Bölge İdare Mahkemesine başvuracak. Bölge İdare
Mahkemesi de İdareyi koruyan bir karar verecektir. Kişi Anayasal haklarını
ihlal edildiğini düşünerek Anayasa Mahkemesine başvuracak, Anayasanın 125.
maddesi gereğince Anayasa Mahkemesi bu işlemde Anayasal bir hak ihlali
olmadığına karar verecektir. Her dava için mahkeme ve posta masraflarını ödemek
zorunda kalacak, taşınma ve konaklama masrafları olacaktır. Bunlarda psikolojik
işkencenin devamı olup, kişinin maddi olarak da cezalandırılması anlamına gelmektedir.
Türkiye’de
her seviyede her makama genellikle görevi ve makamı hak etmeyen, vasıfsız,
tecrübesiz, kişilik bozuklukları olan (psikopat) kişiler atanmaktadır. Bunun
nedeni de kendisi gibi benzer özelliklere sahip üst makamlar tarafından
atanmalarıdır. Kamuda yaygın usulsüzlük, rüşvet, yolsuzluk ve
dolandırıcılıkların ve memurlar üzerindeki psikolojik işkencenin nedeni budur.
FETÖ bu nedenle her türlü devlet kademesine sızıp örgütlenebilmiştir.
Yöneticilerin bu tür faaliyetlerini bildiği halde mesleğini dürüst bir şekilde
yapmaya çalışanlar bu nedenle sürekli baskı altında tutulur, görev yerleri
değiştirilir, yola gelmezlerse de başka illere tayin edilir veya geçici
görevlendirme ile atanır. Huzurlu ve rahat bir memurluk yapmak isteyen kişiler
yöneticilerle iyi geçinmeye çalışır, onların usulsüz emirlerine ve hatta konusu
suç teşkil eden emirlerini de yerine getirirler. Bu yozlaşmış idareciler kendi
usulsüz faaliyetlerinin bizzat Anayasanın 125. maddesi ve bu maddeye göre görev
yapan mahkemeler tarafından korunduğunu bilmektedir. İşyerlerinde sistematik psikolojik baskı ve
işkencelere (mobing), cinsel istismarların da başta gelen nedenidir. İş yerlerinde
huzurlu bir çalışma ortamının sağlanması ve memurların, yöneticilerin usulsüz
baskı ve istismarından korunması için de Anayasanın bu maddesinin kaldırılması
gerekmektedir.
(*)Yerindelik denetimi, en basit ifadesiyle,
üst birimin, alt birimin eylem ve işlemlerinin “yerinde olup olmadığına” karar
vermesi ve “kamu yararına” uygun olmadığına karar vermesi halinde, işlem veya
eylemi değiştirmesi veya durdurmasıdır.
SGK’NIN SAĞLIK HİZMETİ SATIN ALIMI İLE İLGİLİ DAVALARDA ANAYASANIN 125.
MADDESİ
Sosyal Güvenlik Kurum sağlık hizmeti satın
alımında, Kurumun hizmet aldığı bir SHS (sağlık hizmeti sunucusunu) denetlemesi
ve SHS hakkında cezai işlem uygulaması
ve yersiz ödemeleri saptaması ve
tahsil etmesi işlemleri Anayasaya göre idarenin düzenleyici işlemleridir. SGK
sözleşme ile sağlık hizmeti satın aldığı için bu gibi düzenleyici işlemler
aslında önce özel hukuku ilgilendiren işlemlerdir. Bu nedenle “özel hukuk kurallarına” göre ele alınması
gerekir. Yersiz ödeme ve cezai işlem tahsilatları için SGK aleyhine “sahte
alacak davaları” açan SHS’ları süreli olarak Asliye Hukuk Mahkemelerinde dava
açmaktadır. Bu mahkemeler bu iddia ile açılan bütün davaları kabul edip “özel
hukuk kuralarına göre “ sonuçlandırması gereken bu davaları da “Medeni Hukuk”
ve “Borçlar Kanunu” kuralarına göre sonuçlandırmaya çalışmaktadırlar. Yersiz ödeme
ve cezai işlem tahsilatları ile davaları sözleşmeye (özel hukuk) ele almak
istemeyen mahkemelerin bu davalarda Anayasanın 125. Maddesini uygulamaması ve
davalı SGK’nın bu iki nedenle bu davalara itiraz etmemesi anlamlıdır.
SGK
neden cezai işlem uygular ve yersiz ödeme nedir?
Türkiye’de
sağlık hizmetleri Devletin kontrolünde değildir ve Devlet tarafından
verilmemektedir. Türkiye’nin sağlık sistemi Dünya Bankası tarafından yeniden
düzenlenmiştir. Dünya Bankası uluslararası tıp kartelinin çıkarlarına uygun bir
sağlık piyasası oluşturmuştur. Bu piyasada satılan sağlık hizmetlerinin
bedelinin ödenmesi için bir sigorta sistemi kurulmuştur. SSK, BAĞ-KUR ve Emekli
Sandığının birleştirilmesi ile oluşturulan sigorta sistemi bu amaçla SGK adı
altında birleştirilmiştir. SGK sağlık hizmeti sunan ve satan sağlık
kuruluşlarından sözleşme, protokol ve Global Bütçe uygulaması denilen
uygulamalarla sağlık hizmeti satın almaktadır. SGK’dan önce BAĞ-KUR ve Emekli
Sandığı da buna benzer bir şekilde SHS’dan sağlık hizmeti satın almaktaydı.
SGK’nın
sağlık hizmeti satın alımı sürecinde hiçbir
denetim mekanizması yoktur. Sağlık hizmeti satın alımı MEDULA denen bir
elektronik ticari sistem üzerinden yapılmaktadır ve yazılı belgesi yoktur. SGK ile anlaşma ve sözleşme imzalayan bütün
SHS sağlık hizmeti sunucuları sözleşme kapsamındaki SGK sigortalılarını MEDULA
sistemine kaydederek sağlık hizmetlerini sunmakta ve sundukları hizmetler için
de her hasta için ayrı ayrı bir hizmet belgesi (fatura) düzenlemektedir. SGK
satın alım sisteminde hizmet belgesi beyana
göre düzenlenir. Hiçbir zaman yerinde denetlenmez. Hayali ihracatta da buna
benzer bir yöntem uygulanmaktadır. SGK birçok SHS'dan (Sağlık Hizmeti Sunucusu)
sağlık hizmeti satın almaktadır ve bunların elektronik ortamda tek tek
incelenebilmesi ve ödenecek tutarının belirlenmesi mümkün değildir. Bu nedenle
düzenlenen faturaların bazı küçük istisnalar hariç ancak % 5’i üzerinden
SHS’nun yaptığı açıklamaya göre intranet ortamında hak ediş işlemi yapılır.
SHS’nun hak edişlere ilişkin iki itiraz hakkı vardır. Sürecin sonunda
belirlenen ödenecek tutar SHS tarafından intranet ortamında onaylandıktan sonra ödeme yapılır. Bu
süreçte Kurum’a satılabilecek sağlık hizmetleri, bunların fiyatları ve
fiyatlandırma usulleri, özel SHS’da hastalardan alabildikleri “ilave ücretlerin”
hangi durumda ve nasıl tahsil edebileceğine ilişkin usuller Sağlık Uygulama
Tebliğinde yer almaktadır. SGK sağlık kuruluşlarının hizmet belge veya
faturalarını düzenlerken mevzuata uyup uymadığını hiçbir şekilde yerinde
denetleyemediği için sözleşme ve protokollerde Kanundan kaynaklanan iki hüküm
konulmuştur. Cezai işlem ve yersiz ödeme. Cezai işlem: Sağlık hizmeti
sunucularının SHS’nı Kurum mevzuatına uymaya zorlamak, gerektiğinde denetlemek
için konulmuş bir hükümdür. Bunlar SHS’nun düzenlemesi gereken bazı belgeleri
düzenlememesi ve bazı kurallara uymaması durumunda uygulanır. Cezai işlemlerde
SHS’nın savunma ve verilen cezaya itiraz hakları vardır. Sağlık hizmetleri
beyana göre satın alındığı için SHS’nın kurum mevzuatına göre ödenmemesi
gereken bazı hizmetleri fatura etmesi veya yapmadıkları tedavileri sattığı
durumlarda şikâyet, denetim ve soruşturma ile SGK ve Sayıştay’a bu “yersiz
ödemeleri” belirleme ve Kurum’a da tahsil etme hakkı verilmiştir. Kâğıt
üzerinde kulağa hoş gelse de bu iki sistem de yolsuzluk ve dolandırıcılıkların
engellenmesinde yetersizdir ve tahsil edilebilecek ceza ve yersiz ödeme
tutarları SHS için önemli tutarlar oluşturmamaktadır. Kendilerine keyfi fatura
düzenleme ve tahsil etmek istediği hak ediş tutarına göre gerçek olmayan hizmet
belgesi düzenleme yetkisi verilen, Kuruma hizmet satan SHS’nın çok cüzi de olsa
hak ediş kesintilerine, para cezalarına ve yersiz ödemelere dahi tahammülü
yoktur. Bu nedenle bu SHS’ları bu üç konuda SGK aleyhine “sahte alacak
davaları” açmaktadır. Kurum Özel SHS’dan
“özel hizmet sözleşmesi ile sağlık hizmeti satın aldığı için bu
davalarda imzalanan sözleşme ve sözleşme ile kabul edilen diğer yasa ve
mevzuatın esas alınması gerekir. Yargı reformundan ayrı olarak bu davaların
sağlık hizmeti satın alımı ile ilgili nitelikli dolandırıcılık ve yolsuzluk
konuları içinde ayrı olarak ele alınması gerekmektedir. Bu suçlar doğrudan EGM
Kaçakçılık ve Organize İşler Şubesini ilgilendirmektedir.
Özel
SHS’na uygulanan cezai işlemler ve Özel SHS ile Vakıf ve Üniversite
Hastanelerine uygulanan “yersiz ödeme” belirleme ve tahsil işlemleri Anayasanın
125. maddesine göre idarenin düzenleyici işlemleridir. Mahkeme ve savcılıkların
verdiği para cezaları, Vergi ve trafik cezaları, Kovid-19 yasaklarına
uyulmaması nedeniyle verilen cezalar da idare tarafından verilen
cezalardır. Kabahatler Kanunu, Madde
17-3 gereğince “Sosyal güvenlik kurumları ile mahalli idareler tarafından
verilen idarî para cezaları kendi bütçelerine gelir kaydedilir. 5326 sayılı
Kabahatler Kanununun 22-1. maddesine göre idarî kurul, makam veya kamu görevlileri
yaptırım kararı vermeye yetkilidir.
Özel SHS ile Vakıf ve Üniversite Hastanelerine
uygulanan “yersiz ödeme” belirleme ve tahsil işlemleri ve özel SHS’na uygulana
cezai işlemler Anayasanın 125. maddesine göre idarenin düzenleyici işlemidir.
Memurların sürgün niteliğinde usulsüz geçici görevlendirme ve tayinleri ile
ilgili davalar için tek yargı yolu nasıl idare mahkemeleri yetkili kılınmış
ise, cezai işlem ve yersiz ödeme davalarının da –eğer dava açılacak bir durum
varsa- öncelikle idare mahkemelerinde açılması gerekirdi.
Bu
davalar usulsüz olarak Asliye Hukuk Mahkemelerinde açılmaktadır. Hangi
mahkemede açılırsa açılsın, Anayasa’sının 125. Maddesi olduğu sürece
mahkemelerin yerindelik denetimi yapma yetkisinin bulunmadığını, idarenin
yürütme görevini yerine getirmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem
niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde karar veremeyeceğini
bilmesi gerekmektedir. SGK yersiz ödeme ve cezai işlem uygulamalarında tahsil
edilen paranın SHS’ne bir şekilde ödenebilmesi için kullanılmak üzere muvazaalı
maddi hatalar yapmaktadır. Mahkemeler bu maddi hataları bile dikkate
almamaktadır.
Asliye
hukuk mahkemeleri bu davalar için hemen yürütmenin durdurulması kararı
vermektedir. İlgili Anayasa maddesine göre idari işlemini yürütmesinin
durdurulması için “idari işlemin
uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari
işlemin açıkça hukuka aykırı olması” şartlarının birlikte gerçekleşmesi
şartı vardır. İdare mahkemeleri, idarenin hiçbir fiilinin telafisi güç veya imkânsız
zararların doğmasına neden olmadığı şeklinde kararlar vermektedir. Burada
neticede para tahsil edilmektedir. Bu davalar yıllarca sürse de netice paranın
bir yasal faizi vardır ve faizi ile birlikte ödenebilir. Yani ortada bir zarar
varsa bu telafi edilebilir. İdari işlemin konu ile ilgili yasa ve mevzuata
aykırı yapılması durumunda da mahkeme idare aleyhine karar verebilir. Yukarıda
da belirttiğim gidi idare bu konuda zaten muvazaalı hareket etmektedir. Örnek
olarak: Özel bir SHS ilave ücret adı altında tahsil ettiği paralar için onam
belgesi, Ek-1/B belgesi düzenlememiş ve buna uygun fatura düzenlememiş ise
tahsil edilen para için cezai işlem uygulayabilir. Fakat SGK Denetim Birimleri
bu işlemler için onam ve Ek-1/B belgesi istemez, neden fatura düzenlemeden para
tahsil ettin diye sormaz ve tahsil edilen paralarla ilgili belge ve
açıklamaları, şahitleri dikkate almadan tıbbi hizmetle ilişkili olan veya
olmayan MEDULA takip numaraları üzerinden neticede açılacak bir dava ile iade
edilmesi amaçlanan bir cezai işlem uygulamış ise, cezai işlem gerekçe
belirtilerek hukuka uygun değildir diye karar verilebilir. SGK denetim birimi
cezai işlemi somut delillere dayandırmak istememektedir. Burada önemli olan husus Asliye Hukuk Mahkemeleri gibi Yargıtay’ın da
cezai işlem ve yersiz ödemelerin idari bir işlem olduğunu ve SHS’nun bir alacağı
olmadığını anlayamaması ve burada Anayasanın 125. Maddesinin uygulanması
gerektiğini değerlendirememesidir. Trafik cezası veya kamulaştırılan bir arazi
için nasıl bir alacak davası açılamıyorsa bunlar için de bir alacak davasının
açılamaması gerekir. Bu da bu davalarda mahkemelerin de muvazaalı davrandığını
düşündürmektedir.
Türkiye’de
mahkemelerin aldıkları kararlar için sadece bir üst mahkeme olan Bölge Adliye
Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay’a itiraz edilebilir. Bu itirazlar sonucunda
birçok gerçeğe ve yasalara aykırı içtihatlar birikmekte ve mahkemeler
göremeyeceği davaları kabul etmeye ve içtihatlara göre hatalı kararlar vermeye
devam etmektedir. Bunun önlenmesi için mahkemelerin de ciddi bir müfettiş
heyeti tarafından denetlenmesi gerekir. Bu denetimlerde mahkemelerin davaları
kabul ederken kabul edilebilirlik kriterlerine bakıp bakmadıkları, kendi
alanına girmeyen davaları kabul edip etmediklerine, alacak davalarında alacağın
ve ödemenin belgesinin olup olmadığına ve bunlara bakılıp bakılmadıklarına,
sıradan bir kişinin bile değerlendirebileceği basit konularda bilirkişilere
başvurulup başvurulmadığına bakılmalıdır.
Anayasanın
125. Maddesi darbe Anayasanın bir ürünüdür. Anayasanın tamamının
değiştirilmesine ve yeni bir Anayasa yapılmasına gerek yoktur. Bazı yasaların
değiştirilmesi ve bazıların da kaldırılması yeterlidir. Hem iktidar hem de
muhalefet farklı amaçlarla Anayasa değişikliği yapmak istemektedir. Devlet
dairelerinde memurlar üzerinde psikolojik işkencelerin, yolsuzlukların ve
dolandırıcılık faaliyetlerinin önlenmesi için Anayasanın 125. Maddesinin
kaldırılması gerekir. İktidar ve muhalefetin Anayasanın 125. maddesine karşı
tutumları bu konuda samimi olup olmadıklarının bir göstergesi olacaktır.
2-Anayasaya
Kanun ile çelişen Kanun Hükmünde Kararname çıkarılamayacağı eklenmlelidir. Kanun hükmünü ortadan kaldıran bir KHK’nin iptal edilmesi ile
geçerliliği sonlandırılan Kanunun yeni bir kanuni düzenleme yapılmadan aynen
geçerli olacağı açık olarak eklenmelidir.
Bunun için dava açılmasına gerek olmamalıdır. Bunun için dava açılması değil durumu
açıklayan bir dilekçe yeterli olmalıdır. İdari Mahkemeler KHK iptal edilmiş
olsa bile KHK’ye göre yapılan bir işlemin geçersizliği konusunda bir karar verememektedir.
Mahkemelere bu sefer KHK’ye göre yapılan
idari işlemi idarenin düzenleyici işlemi olarak kabul etmektedir. Bu durumda
KHK Kanundan üstün bir duruma gelmektedir. Bu kanunlar için geçerli olan
normlar hiyerarşisine uygun değildir. Anayasanın 125. Maddesi mahkemelerin
keyfine göre bazen geçerli bir Anayasa hükmüdür bazen de yok hükmündedir. Mahkemeler
işine gelmediğinde Anayasanın bu hükmünü zaten uygulamamaktadır.
3-4483 NUMARALI KANUN
DEĞİŞTİRİLMELİDİR
4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin
Yargılanması Hakkında Kanun
Türkiye’de ekonomik düzen bir “yolsuzluk ve dolandırıcılık”
sistemidir. Bunu unutmamak gerekir. Türkiye küresel emperyalist sistemin yarı
sömürgesidir. Türkiye’nin ekonomik sistemi kapitalist bir sistem ise de bu
sistem bu küresel emperyalist sisteme bağlı işlemektedir. Bu sistemin
kurgulandığı şekilde işletilmesi için “yolsuzluk ve dolandırıcılığı”
kolaylaştıran bir sistem olmalıdır. Emperyalist sömürü düzeni ancak böyle
çalışabilir. Yolsuzluk ve dolandırıcılık sistemlerinin daima bir kamu
bağlantısı vardır. Sistematik yolsuzluk ve dolandırıcılık faaliyetlerinin her
zaman bir kamu ayağı vardır. Birçok üst ve alt seviyede idareci ve yönetici bu
faaliyetlerin içindedir.
657 sayılı Devlet Memurları
Kanununda devlet memuru olunması için bir kişinin “zimmet, irtikâp, rüşvet,
hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas,
ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan
malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmaması” gibi
şartların arandığı belirtilmiştir. Devlet memuru olduktan sonra bu şartlar
ortadan kalkmaktadır. Aksine bu işleri yapmak makbul memur olmanın şartı haline
gelmektedir. Devlet Memurları Kanununa göre bir memurun suç işlemesi mümkün
değil gibi görünmektedir. Kanunlar, yönetmelikler bir bilgisayar yazılımı ve
programı değildir. Kâğıt üzerine yazılı kurallar kişinin nasıl çalıştığını
göstermez. Gerçek işleyişin nasıl olduğu buradan anlaşılamaz.
DMK-11’ e göre “Devlet memurları
kanun ve diğer mevzuatta belirtilen esaslara uymakla ve amirler tarafından
verilen görevleri yerine getirmekle yükümlü ve görevlerinin iyi ve doğru
yürütülmesinden amirlerine karşı sorumludurlar.” Memurların görevini kötüye
kullanması olarak belirtilen suçların çoğunda amirler memurun bazı işleri
yapmamasını veya görmezden gelmesini ister. Çoğu zaman sadece yönetici değil
görevi kötüye kullanacak memurlar önemli yerlere yerleştirilir.
TCK’nunun 257. Maddesinde “Görevi kötüye kullanma” diye bir suç vardır. Bu kanuna göre
“görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine
veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere
haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılacağı,” “görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya
gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya
da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılacağı” belirtilmiştir.
TCK 278. Maddesine göre işlenmekte olan bir “Suçu bildirmeme”
de suçtur. Yasaya göre “İşlenmekte olan bir suçu yetkili makamlara bildirmeyen
kişinin, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı,” 279. Maddesine
göre “Kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle
bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal eden
veya bu hususta gecikme gösteren kamu görevlisinin, altı aydan iki yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılacağı” belirtilmektedir. 280. Maddede de “Sağlık
mesleği mensuplarının suçu bildirmemesi” de ayrıca suç kapsamına alınmıştır.
Bu yasaya göre “ Suç delillerini yok
etme, gizleme veya değiştirme” de suç olarak tanımlanmıştır. Bunların hepsi
TCK’nun süsüdür. Kağıt üzerinde vardır. Uygulamada yoktur.
Anayasanın 125. Maddesinde
belirtildiği gibi kamuda çalışan bir memur bir anlamda amirinin kölesi
durumundadır. Onun suç teşkil eden işlerini görmemek ve verdiği kanunsuz
emirlere itaat etmek durumundadır. Bu gibi suçlara tanık olan kişiler başlarına
gelecek belalardan kaçınmak için kimliklerini gizleyerek ihbarda bulunmak
zorunda kalabilir. Bu tür ihbarların engellenmesi için “Bu Kanuna göre memurlar
ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikâyetlerin soyut ve
genel nitelikte olmaması, ihbar veya şikâyetlerde kişi veya olay belirtilmesi,
iddiaların ciddî bulgu ve belgelere dayanması, ihbar veya şikâyet dilekçesinde dilekçe sahibinin doğru ad, soyad ve
imzası ile iş veya ikametgâh adresinin bulunması zorunludur.” Kaçakçılık ve
benzeri suçlar için de böyle bir kural olsaydı bu suçlarla mücadele
edilemezdi. Yasanın değişik dördüncü
fıkrasında “Ancak iddiaların, sıhhati şüpheye mahal vermeyecek belgelerle
ortaya konulmuş olması halinde ad, soyad ve imza ile iş veya ikametgâh
adresinin doğruluğu şartı aranmaz. Başsavcılar ve yetkili merciler ihbarcı veya
şikâyetçinin kimlik bilgilerini gizli tutmak zorundadır.” Denilmektedir. Fakat
bu durumda da Cumhuriyet Savcıları soruşturma izni vermeye yetkili merciden
izin almadan zaten bir şey yapamaz.
Kamuda çalışan bir görevlinin TCK
278, 279 ve 280 maddesine göre görevi ile ilgili olarak öğrendiği bir suçu
bildirebileceği yetkili makam yasada tanımlanmamıştır. Herhangi bir kamu
kuruluşunda idarenin üst ve alt yöneticilerinin karıştığı bir suçu memur hangi
makama bildirecektir? Bu gibi durumlarda memurun bağımsız yargıya başvurması en
mantıklı yol gibi görünmektedir. Bu yol da çıkmaz sokaktır.
Cumhuriyet Savcısı böyle bir durumla
karşılaştığında hiçbir şey yapmadan hemen Vali ve Kaymakam’dan soruşturma izni
istemektedir. Vali ve kaymakam suçun işlendiği veya suçla ilişkili kamu
kuruluşundan bir müdür veya müdür yardımcısını muhakkik olarak atamaktadır.
Suçun işlendiği kamu kuruluşunun işlenen suçla ilgili olarak bir soruşturma
izni vermesi akıl ve mantığa aykırıdır. İşlenen
suç ile ilgili soruşturma izni verecek kişi zaten bu suça iştirak eden ve suçu
bilen bir kişidir. Bu kişilerin kendilerinin de içinde oldukları yolsuzluk
ve dolandırıcılık faaliyetlerinin soruşturulmasına izin vermesi
beklenemez.
Türkiye’de yolsuzluk,
dolandırıcılık, hırsızlık ve benzeri ekonomik suçları yasaklayan birçok yasa
vardır. Bu yasaların olması tür suçların işlenmesinde Cumhuriyet Savcıları ve
mahkemelerin bağımsız soruşturma ve yargılama yapabileceği sanılabilir. TCK
141. Maddesinde hırsızlık, 157. Maddesi ile dolandırıcılık, 158. Maddesi ile
nitelikli dolandırıcılık faaliyetleri suç teşkil etmektedir. Bu suçları işleyen
kişi eğer kamuda çalışan bir devlet memuru ise suçluların soruşturulması ve
yargılanması mümkün değildir. Memur sadece kendi hesabına yolsuzluk yapıyorsa
bu takdirde yargılama izni verilebilir.
Sağlıkta Dönüşüm sürecinde SSK’nın
sağlık hizmeti satın alım işi için SSK Sağlık İşleri Genel Müdürlüğü ve buna
bağlı İl Müdürlükleri kurulmuştur. SSK Sağlık İşlerinin ilk Genel Müdürü Sami
Türkoğlu, Ankara’nın Sıhhiye semtinde bulunan Genel Müdürlük binasında İl
Müdürleri ile yapılan bir toplantı konuşmasını hiçbir gereği yokken herhangi
bir İl Müdürü hakkında bir şikâyet olursa kendisi için soruşturma izni
vermeyeceğini söyleyerek bitirmiştir. Bir Genel Müdür emrinde çalışan İl
Müdürleri için neden böyle bir güvence verme ihtiyacı duymuştur?
4483 sayılı Kanunun 2. Maddesinde bu kanunun memurlar ve diğer kamu
görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlar hakkında uygulanacağı, 1.
Maddesinde de yargılanabilmeleri için belirli mercilerin izin verme şartının
olduğu belirtilmiştir. Yasanın 4. Maddesinde Cumhuriyet başsavcılarının böyle
bir ihbar veya şikâyet aldıklarında hiçbir
işlem yapma yetkisinin olmadığı kayıt altına alınmıştır. Cumhuriyet
savcıları şikâyet dilekçesi ve ekinde var olan delillerin bir örneğini ilgili
makama göndererek soruşturma izni istemek zorundadır. 4. Maddede her ne kadar
ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delillerin
tespitinden başka hiçbir işlem yapamayacakları belirtilmiş ise de, ihbar veya
şikâyette bulunan memurun ifadesine başvurmadan kaybolma ihtimali olan
delillerin hiçbir şekilde tespit edilemeyeceği açıktır.
Soruşturma izni vermeye yetkili makam İlçede
kaymakam ve illerde de validir.
Bir kamu kurumu ile ilgili memurların görevini
yerine getirmemesi, herhangi bir yolsuzluk, dolandırıcılık ve nitelikli
dolandırıcılık faaliyetleri ile ilgili bir suç duyurusunda, kendisinden
soruşturma izni istenen makam tarafından görevlendirilen ve Kurum içinde bu tür
faaliyetlerin içinde olan bir kişinin bu suçların soruşturulmasına izin
vermemesi doğrudan TCK 281-1 maddesine göre gerçeğin meydana çıkmasını engelleme” suçunun işlenmesi anlamına
gelir. Soruşturma izni verilmediğinde
gerçek nasıl ortaya çıkacak, deliller nasıl belirlenecek ve kimin tarafından
incelenecektir. İzin vermeyen makam doğrudan bu suçu işlemektedir.
4483 madde kamudaki yolsuzluk, dolandırıcılık
ve nitelikli dolandırıcılık faaliyetleri için bir bağışıklık getirmektedir.
Kamuda bir kısım memurun ve yöneticinin
katıldığı ekonomik bir sonuç doğuran, yolsuzluk, dolandırıcılık ve nitelikli
dolandırıcılık faaliyetleri ile ilgili bir suç duyurusunun doğrudan Cumhuriyet
Savcılıkları tarafından soruşturulması gerekir. Bu tür suçların Cumhuriyet
Savcıları tarafından soruşturulmasını engelleyen her türlü faaliyet
engellenmelidir. Cumhuriyet Savcıları bu tür suçların soruşturulmasında EGM
Kaçakçılık ve Organize İşler Şubesi ve Sayıştay dışında bilirkişi ve adli tıp
gibi farklı birimlerden yardım almamalıdır.
4483 İÇİN
ÖRNEK SUÇ DUYURUSU
SGK kurumunda çalıştığım dönemde Kurum içinde
sağlık hizmeti satın alım, denetim, cezai işlem ve yersiz ödeme işlemlerine
fesat karıştırıldığını; Kurum aleyhine açılan “sahte alacak davaları” nda
denetim birimi ve kurum avukatlarının davaların muvazaalı olarak kaybedilmesi
için çalıştıklarını görevimle bağlantılı olarak öğrenerek işlenmekte olan suçu
TCK 278, 279, 280. Maddesi gereğince işlenmekte olan suçu 14.06.2016 tarihinde
Kurum Başkanlığına bir rapor ile bildirdim. Kurum Başkanlığının bu suç duyurumla
ilgili olarak gereğini yapacağına Kanuna aykırı olarak geçici görevlendirme ile
görevimden uzaklaştırmayı ve cezalandırmayı tercih etmiştir. Bu sefer
işlenmekte olan suçları TCK’nunun ilgili maddeleri gereğince Antalya Cumhuriyet
Savcılığına (19.01.2018 tarih ve 18/6107 E.) suç duyurusunda bulundum. Suç
duyurumda, Kurum aleyhine açılan sahte alacak davalarında yargılamaya ilişkin
hatalar, hatalı bilirkişi görevlendirilmeleri, görevlendirilen bilirkişilerin
uzmanlık alanları, bilirkişilerin düzenlediği gerçeğe aykırı bilirkişi
raporları yer almaktadır. Bu konular mahkemeleri, Adalet Bakanlığını, Sayıştay
ve Yargıtay Başkanlığını da ilgilendirmektedir. Bu nedenle 25.7.2018 tarihinde
Adalet Bakanlığı Bilirkişilik Daire Başkanlığına, Yargıtay Başkanlığına ve Sayıştay
Başkanlığına konu ile ilgili suç duyurularımı yaptım. Adalet Bakanlığı Bilirkişilik Daire
Başkanlığı ve Sayıştay Başkanlığı dilekçeme cevap vermemiş veya sudan bir
cevapla geçiştirmiştir. Antalya Cumhuriyet Savcılığına verdiğim suç duyurusu
için Savcılık Antalya Valiliğine, Valilik de Antalya SGK İl Müdürlüğünde
çalışan bir müdür yardımcısını görevlendirmiştir. Suçlama SGK üst yönetimi,
Teftiş Kurulu ve Müfettişlerini de içerdiği halde SGK Antalya İl Müdürü
yardımcısının soruşturma izni vermemesi ile Cumhuriyet Savcılığının soruşturma
yapması engellenmiştir. Yargıtay Başkanlığı şikâyetin Yargıtay’ı ilgilendiren
konuları ile ilgili bir işlem yapmamış ve bana cevap vermemiştir. Antalya Cumhuriyet Savcılığının Kurum
Başkanlığını da içeren suç duyurusu için soruşturma izni vermemesinden
hareketle Ankara Cumhuriyet Savcılığına başvurmuştur (14.12.2018, Sor. No.
2018-156064). Ankara Cumhuriyet Savcılığı bu sefer SGK Başkanlığından
soruşturma izni istemiştir. Beklendiği ve tahmin edilebileceği gibi bu suçlarla
ilgili olan SGK Başkanlığı da kendisinin soruşturulması için izin vermemiştir.
İşlenmekte olan bir suçun içinde olan hiçbir makam kendisi için soruşturma izni
vermez!
SGK’nun
sağlık hizmeti satın alım işlemi özel bir yasa ve mevzuata göre yapılsa da bu
işlem ihale ile bir hizmet alımı ile benzer niteliktedir. İhale ile hizmet
alımında bir şartname vardır. SGK hizmet alımında da alınacak hizmete ilişkin
şartname, fiyatlandırma usulü ve diğer koşullar belirtilmiştir. İhalede alınan
iş veya hizmetin şartnameye uygun olup olmadığı hususunda hak ediş belirleme
işlemi vardır. SGK hizmet alımında da SGK SSGMM’de alınan hizmetin hak ediş
işlemi (ödenecek tutarın belirlenmesi) yapılır. SGK hizmet alımının diğer bir
İhale
ile hizmet alımından farkı satılan hizmetin SHS’tarafından tek taraflı bir
beyanla Kurum’un MEDULA sistemine yüklenmesi, sisteme yüklenen elektronik
hizmet belgesinin sadece % 5’i üzerinden hak ediş denetimi yapılması ve bu hak
edişi belirleme işleminin de SHS’nın düzenlediği belge ve açıklamalara göre
yapılmasıdır. Beyana göre hizmet alımı
esasen kuruluş şekli itibarı ile bir nitelikli dolandırıcılık mekanizmasıdır.
SGK’nda yapılan sözde hak ediş belirleme işleminde Kurum beyan edilen
hizmetlerde herhangi bir hak ediş kesintisini engelleyecek şekilde bir
yapılanmaya gitmiştir. Ciddi bir hak ediş denetimi ve kesinti yapabilecek
kişiler görevlerinden uzaklaştırılırken, itiraz inceleme kurulları da SHS’nın
lehine karar verecek kişilerden oluşturulmaktadır. Hizmet beyanının % 0.5’inden
düşük olan hak ediş kesintilerinde de SHS sahte alacak davaları açmakta ve bu
davalar gene Kurum yönetici ve avukatlarının muvazaalı davranışı ve gerçeğe
aykırı bilirkişi raporları ile davalar kaybedilerek kesilen tutar iade
edilmektedir. Bu satın alma modeli ve hak ediş belirleme işlemi nitelik olarak
TCK 235. Maddesinde tanımlanan “İhaleye fesat karıştırma” işlemine uymaktadır.
Hak ediş işlemi yapılmaması ve Kurum mevzuatına göre ödenmemesi gereken
işlemler için ödeme kararı verilmesi TCK’nun 235-2 madde (a) fıkrasının 3. ve
4. Maddelerine göre ihaleye fesat karıştırılması suçuna uymaktadır. Açılan
sahte alacak davaları ile Mahkemeler de bu suç için kullanılmaktadır.
TCK’nun 235-2 madde (a) fıkrası 3. Teklif edilen malları, şartnamesinde belirtilen niteliklere sahip
olduğu halde, sahip olmadığından bahisle değerlendirme dışı bırakmak, 4. Teklif edilen malları, şartnamesinde belirtilen niteliklere sahip
olmadığı halde, sahip olduğundan bahisle değerlendirmeye almak. |
Örnek suç duyurusunda da olduğu
gibi, Kamu çalışanının görevini ihmal edilmesi, sağlık hizmeti satın alım işine
(ihaleye) fesat karıştırılması gibi suçlar her ne kadar TCK’na göre suç teşkil
etse de bu suçun işlenmesine imkân sağlayan, buna uygun bir iş örgütlemesi
yapan, suç işleyenleri koruyan ve kollayan SGK Başkanlığının ve alt düzey
Müdürlerinin kendilerinin de içinde oldukları bu suçlar için bir soruşturma
izni vermesi söz konusu bile değildir. 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun kamu kurumlarında yolsuzluk ve
nitelikli dolandırıcılık faaliyetlerinin soruşturulmasını ve bu suçu
işleyenleri yargılanmasını engellemektedir. Bu kanun maddesi kaldırılmadığı
sürece kamu kuruluşlarında yolsuzlukların ve nitelikli dolandırıcılık
faaliyetlerinin engellenmesi ve temiz bir toplum kurulması mümkün değildir.
İLGİLİ TCK
MADDELERİ
Madde 281- (1) Gerçeğin meydana çıkmasını
engellemek amacıyla, bir suçun delillerini yok eden, silen, gizleyen,
değiştiren veya bozan kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Kendi işlediği veya işlenişine iştirak ettiği suçla ilgili olarak kişiye bu
fıkra hükmüne göre ceza verilmez.
(2) Bu suçun kamu görevlisi tarafından
göreviyle bağlantılı olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında
artırılır.
Görevi kötüye kullanma (1)
Madde 257- (1) Kanunda ayrıca suç
olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek
suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da
kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kanunda ayrıca suç olarak
tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme
göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da
kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır.
Madde 281- (1) Gerçeğin meydana
çıkmasını engellemek amacıyla, bir suçun delillerini yok eden, silen, gizleyen,
değiştiren veya bozan kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır. Kendi işlediği veya işlenişine iştirak ettiği suçla ilgili
olarak kişiye bu fıkra hükmüne göre ceza verilmez.
(2) Bu suçun kamu görevlisi
tarafından göreviyle bağlantılı olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı
oranında artırılır.
İhaleye fesat karıştırma
Madde
235- (1) (Değişik: 11/4/2013-6459/12 md.) Kamu kurumu veya kuruluşları adına
yapılan mal veya hizmet alım veya satımlarına ya da kiralamalara ilişkin
ihaleler ile yapım ihalelerine fesat karıştıran kişi, üç yıldan yedi yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Aşağıdaki hallerde ihaleye fesat
karıştırılmış sayılır:
a) Hileli davranışlarla;
1. İhaleye katılma yeterliğine veya
koşullarına sahip olan kişilerin ihaleye veya ihale sürecindeki işlemlere
katılmalarını engellemek,
2. İhaleye katılma yeterliğine veya
koşullarına sahip olmayan kişilerin ihaleye katılmasını sağlamak,
3. Teklif edilen malları,
şartnamesinde belirtilen niteliklere sahip olduğu halde, sahip olmadığından
bahisle değerlendirme dışı bırakmak,
4. Teklif edilen malları,
şartnamesinde belirtilen niteliklere sahip olmadığı halde, sahip olduğundan
bahisle değerlendirmeye almak.
b) Tekliflerle ilgili olup da ihale
mevzuatına veya şartnamelere göre gizli tutulması gereken bilgilere
başkalarının ulaşmasını sağlamak.
c) Cebir veya tehdit kullanmak
suretiyle ya da hukuka aykırı diğer davranışlarla, ihaleye katılma yeterliğine
veya koşullarına sahip olan kişilerin ihaleye, ihale sürecindeki işlemlere
katılmalarını engellemek.
d) İhaleye katılmak isteyen veya
katılan kişilerin ihale şartlarını ve özellikle fiyatı etkilemek için
aralarında açık veya gizli anlaşma yapmaları.
(3)
(Değişik: 11/4/2013-6459/12 md.) İhaleye fesat karıştırma suçunun;
a)
Cebir veya tehdit kullanmak suretiyle işlenmesi hâlinde temel cezanın alt
sınırı beş yıldan az olamaz. Ancak, kasten yaralama veya tehdit suçunun daha
ağır cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca bu
suçlar dolayısıyla cezaya hükmolunur.
b)
İşlenmesi sonucunda ilgili kamu kurumu veya kuruluşu açısından bir zarar
meydana gelmemiş ise, bu fıkranın (a) bendinde belirtilen hâller hariç olmak
üzere, fail hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(4) İhaleye fesat karıştırma
dolayısıyla menfaat temin eden görevli kişiler, ayrıca bu nedenle ilgili suç
hükmüne göre cezalandırılırlar.
(5) Yukarıdaki fıkralar hükümleri,
kamu kurum veya kuruluşları aracılığı ile yapılan artırma veya eksiltmeler ile
kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, kamu kurum veya kuruluşlarının ya
da kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının iştirakiyle kurulmuş
şirketler, bunların bünyesinde faaliyet icra eden vakıflar, kamu yararına
çalışan dernekler veya kooperatifler adına yapılan mal veya hizmet alım veya satımlarına
ya da kiralamalara fesat karıştırılması halinde de uygulanır.
4- BİLİRKİŞİLİK YASASI
DEĞİŞTİRİLMELİDİR
Türkiye’de adli
sistemin en önemli sorunlarından birisi hâkim ve savcılık mesleklerinde
uzmanlaşmanın olmamasıdır. Hâkimler bu nedenle birçok davada dava konusunu dahi
doğru olarak anlayamamaktadır. Dava konusunu anlayamadıkları ve kolaylarına da
geldiği için davaları bilirkişiler vasıtası ile sonuçlandırmaya
çalışmaktadır. Bilirkişilik sorunlarının
daha somut örneklerle açıklanmasında yarar vardır. Bu nedenle bu konu SGK
aleyhine açılan sahte alacak davalarında hatalı bilirkişi görevlendirmeleri
örneği üzerinden anlatılacaktır. Diğer davalarda da benzer bilirkişi sorunları
olduğu açıktır.
SGK’nın hizmet satın
aldığı SHS’nın açtığı davalarda, davanın konusuna göre nasıl bir bilirkişi
seçmesi gerektiğini bilmeyen hâkimler sürekli olarak hatalı görevlendirmeler
yapmaktadır. Bilirkişi seçiminde sürekli olarak hatalı bilirkişilerin tercih
edilmesi bunun sadece bilgisizlikten kaynaklanmadığını da
düşündürmektedir. Aslında bu davalar
herhangi bir bilirkişi raporu olmadan da kolaylıkla anlaşılabilecek davalardandır.
Bu davalarda sürekli
hatalı bilirkişi görevlendirmeleri ve bunların düzenlediği raporlara göre
davaların hep aynı şekilde sonuçlanması mahkemelerin almak istediği karara göre
bilirkişi görevlendirmesi yaptıklarını düşündürmektedir. Bu mekanizma ile mahkemelerin
sürekli benzer kararlar vermesi Yargıtay içtihatlarını da etkilemiştir. Hatalı
mahkeme kararlarına dayanan sayısız Yargıtay içtihatları vardır. Bu hatalı
içtihatlar sonucunda mahkemeler bunlarla çelişmeyen kararlar almaya
zorlamaktadır. Hatalı bilirkişi seçimlerinin bir nedeni de bu olabilir.
Mahkemelerin görevlendirdikleri bilirkişiler hemen hemen hiç değişmemektedir.
Nasıl rapor düzenleyeceği bilinen bilirkişiler bu davalarda nerede ise müdavim
veya varsayılan bilirkişiler haline gelmiştir.
Toplum içinde açılan
davalarda avukatların rolü abartılmaktadır. Görülen davanın konusu ne olursa
olsun ve davacı haksız bile olsa iyi bir avukatın davanın sonucunu
belirleyebileceği sanılmaktadır. Hâlbuki davalarda en önemli müessese,
bilirkişilik müessesidir. Türkiye’de yargılama ABD’de olduğu gibi açık olarak
değil yazışmalar üzerinden yürütülür. Duruşmayı inceleyen bir kişi bu nedenle
hiçbir şey anlamaz. Dava dilekçesi verilir. Mahkeme davayı genellikle kabul
eder. Davalı bu iddialara karşı cevap ve belgelerini mahkemeye sunar. Hâkim
bunları okuduktan sonra/veya hiç okumadan ilk celsede bilirkişi görevlendirmesi
yapar. Tarafların beğenmediği bilirkişiler görevlendirilmez. Bilirkişi raporu
davacı tarafın aleyhine ise arzu edilen yönde rapor yazacak ikinci bir
bilirkişi görevlendirmesi yapılır. Dava istinaf için Bölge Adliye mahkemesine
veya Yargıtay’a giderse onlar da benzer bir bilirkişi görevlendirmesi yapar.
Fakat bu sefer de gene mahkemenin istediği gibi rapor düzenleyecek bir
bilirkişi atanır. Öncekilere benzer bir
rapor alınır. Davayı anlayan ve doğru bir rapor düzenleyen bir bilirkişi kazaen
görevlendirilirse herkes bundan rahatsız olur ve öncekilere benzer rapor
düzenleyecek bir hakem bilirkişi görevlendirilir. Diğerleri ile paralel bir
bilirkişi raporu daha alınır. Bilirkişi
seçiminin fasit dairesi (aptal döngüsü=circulus viciosus) budur.
Gerçeğe aykırı bilirkişi raporuna göre
verilen adli karar Yargıtay temyizinden sonra Yargıtay İçtihadı haline gelir.
Sistemin bu şekilde işlemektedir. Türkiye’de adli sistemin önemli sorunlarından
birisi de bilirkişilik müessesi ve mahkemelerin değerlendirme yetersizliği veya
almak istediği sonuca göre yaptığı hatalı bilirkişi görevlendirmeleridir.
Bilirkişilik
sorunlarına bir çözüm getirmek için 3.11.2016 tarihinde 6754 numaralı Bilirkişilik
Kanunu çıkarılmıştır. Bilirkişilik Kanununda bilirkişi atanmalarında esas
alınmak üzere Bilirkişilik Temel ve Alt Uzmanlık alanları
belirlenmiştir. Diğer yasa ve yönetmeliklerde olduğu gibi her şey bu kanuna
uygun olarak yapılmış veya yapılacak olsaydı bilirkişilikle ilgili hiçbir sorun
olmazdı. Çıkarılan Bilirkişilik Kanunu bilirkişilik sorunlarını çözecek ve
gerçeğe aykırı rapor düzenleyecek bilirkişilerin görevlendirmesini engelleyecek
bir kural getirmemiştir. Hiçbir sorunu da çözmemiştir.
Kanuna göre
“Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde
oy ve görüşünü sözlü veya yazılı olarak vermesi için başvurulan gerçek veya
özel hukuk tüzel kişisi Bilirkişi olarak tarif edilmiştir.
Kanunun 3- (1)
maddesine göre “Bilirkişinin, görevini dürüstlük kuralları çerçevesinde
bağımsız, tarafsız ve objektif olarak yerine getirmesi” şarttır. Kanunun
3-(6) maddesine göre bilirkişi görevlendirmeden önce “Çözümü uzmanlığı, özel
veya teknik bilgiyi gerektiren sorunun açıkça belirtilmesi ve inceleme
yaptırılacak konunun kapsamı ile sınırlarının açıkça gösterilmesi”
gerekmektedir. Bilirkişinin tarafsızlığını ve dürüstlüğünü denetleyen bir merci
yoktur. Bu bilirkişinin keyfine kalmıştır. Bu bilirkişilerin derdi değildir.
Kanunun 10-1(e)
madde ve fıkrasına göre bilirkişinin “Bilirkişilik yapacağı uzmanlık alanında en
az beş yıl fiilen çalışmış olmak ya da daha fazla çalışma süresi
belirlenmiş ise bu süre kadar fiilen çalışmış olmak.” Koşulu da vardır.
Bilirkişilik başvurusu sırasında aşırı bir hassasiyet gösterilir, kişinin
bilirkişilik yapacağı konuda iş deneyimi ve çalışmasını gösteren belgeler istenir.
Bu belgeler sadece istenir ve dosyaya konur. Sonra kimse bunlara bakmaz. Dosyada durur. SGK sağlık hizmeti satın alımı
ile ilgili davalarda hâkimler SUT’dan veya MEDULA’dan anlayan ve tarafların
tanımadığı bilirkişi atanması kararları almaktadır. Bu maddeden de anlaşılacağı
üzere aranan nitelik konuda uzmanlık ve iş deneyimidir. SUT yazılı bir
belgedir. Okuyan herkes iyi kötü anlar. MEDULA bir intranet sistemi ve
programıdır. Farklı yönleri vardır. SUT ve MEDULA uzmanlığı veya anlayan kişi
olmaz. Böyle bir görevlendirme uçak kazası ile ilgili bir davada mahkemenin
uçak gören veya uçakla seyahat eden bir kişiyi bilirkişi olarak ataması gibi bir şeydir. Bilirkişilik
için iş deneyimi de gerektiğine göre SGK’da çalışan bir hekim sık olarak
görüştüğü, danıştığı ve toplantı yaptığı Kurum içindeki avukatları ve hastane
temsilcilerini tanımaktadır. Kurum dışından atanan bilirkişiler de aynı şehirde
iseler tarafları tanımaktadır. Kişilerin
tarafları bilmesi ile taraflardan birisi lehine rapor düzenlemesi farklıdır. Bir
bilirkişi raporunu inceleyen hâkimin öncelikle bu bilirkişinin geçerli mevzuatı
bilip bilmediğine, dava konusunu mevzuata göre değerlendirip değerlendirmediğine
bakması, gerçeğe uygun ve tarafsız bir rapor düzenleyip
düzenlemediğine göre değerlendirmesi ve gerçeğe aykırı rapor düzenleyen
bilirkişi için de suç duyurusunda bulunması gerekir.
Yasa gereğince Bilirkişilik Daire Başkanlığı
ve bölge kurulları da oluşturulmuştur. Yasa Bilirkişilik Daire Başkanlığına
“Bilirkişiliğe ilişkin ulusal ve uluslararası kongre, sempozyum ve panel gibi
bilimsel organizasyonları düzenlemek veya desteklemek” görevi de vermiş ise de
yargı reformu tartışmalarının yapıldığı bu dönemde böyle bir kongre, sempozyum
düzenlenmemiştir. Barolar Birliğinin yargı reformu önerileri içinde bilirkişi
sorunları yoktur. Adli sistemin hatalı
işlemesi ve davaların hatalı sonuçlanmasının esas nedenlerinden birisi de bu
bilirkişilik müessesesidir.
SGK SAĞLIK
HİZMETİ SATIN ALIM SİSTEMİNDE ALACAK VE SAHTE ALACAK DAVALARI NELERDİR? BU
DAVALARDA BİLİRKİŞİ SORUNLARI NELERDİR?
SGK’na sağlık
hizmeti satan SHS’ları hak ediş tutarlarındaki kesintiler, yersiz ödemeler ve
cezai işlemler için Kurum aleyhine sürekli olarak “sahte alacak davaları”
açmaktadırlar. “Sahte alacak davaları” dememizin nedeni gerçekte bir alacak
olmadığı halde, sanki ödenmemiş bir alacak varmış iddiası ile açılan dolandırıcılık
davaları kast edilmektedir. Bu nedenle borç ve alacağın tanımı, SGK sağlık hizmeti satın alım modelinde
ödenmesi gereken tutarın (hak ediş) nasıl belirlenip ödendiği, borç ve alacağın
kanıtının (belgesinin) ne olduğu, yersiz ödeme ve cezai işlemlerin niteliği ve
bunların bir alacak olarak ele alınıp alınamayacağı değerlendirilecektir.
SGK sağlık hizmeti satın alım sistemi: Türkiye’de sağlık
hizmet birçoklarının sandığı Türkiye’de sağlık hizmet birçoklarının sandığı
gibi devlet tarafından verilen bir hizmet değildir. SGK sözleşme ve protokol ile sağlık hizmeti
satın almaktadır. Hizmet satan bütün hastanelerin SGK tarafından karşılanan
sağlık hizmetlerini bilmesi, hizmetleri SGK sistemine göre (Sağlık Uygulama
Talimatı –SUT) fiyatlandırması beklenir. SHS bu hizmetler üçün düzenlediği
hizmet belgelerini SGK’nın intranet sisteminden MEDULA uygulamasına yükler
(gönderir). Sağlık hizmeti satın alım hizmeti MEDULA denilen bir intranet
sisteminde vasıtası ile yapılmaktadır. Satın alımla ilgili bütün belgeler
dijital belge olup yazılı bir belge yoktur. SGK’nın nasıl sağlık hizmeti satın
aldığını bilmeyen mahkemeler dava açan SHS’nun sunduğu sahte belgeleri davanın
belgesi olarak görüp SGK’dan da yazılı belgeler istemektedir. Hizmet alımında
sadece bu dijital kayıtlar geçerli olduğu halde davacı SHS hasta dosyalarını
davanın delili olarak mahkemeye sunmaktadır ki bunlar sahte belge
niteliğindedir. Gerçek belge MEDULA sayfasında ve sisteminde kayıtlı belgedir. Hak ediş işlemi yazılı tetkik, tahlil ve
belgeler üzerinden yapılmaz. Bu gibi davalara bakan hâkimler taraflardan
sürekli olarak yazılı belgeleri ister. Bu da hâkimlerin bu işin intranet
ortamında yapıldığını bilmemesi anlamına gelmektedir. Hizmet alımın yazdırılan belgeleri ödeme
belgesi, Evrak Mutabakat Detay Belgesi ve Sağlık Kurumu İtiraz İnceleme
Komisyonu raporudur. Satın alınacak sağlık hizmetlerinin bir şartnamesi vardır.
Davaların sözleşme ve sözleşme ile kabul edilen şartnameye göre değerlendirilmesi
gerekir. Bu şartnamede hizmetin nasıl sunulacağı, fiyatlandırılacağı, fatura
düzenleneceği, hak ediş belirleme süreci, ödemelerin nasıl yapılacağı, SHS’ın
sözleşmeye uymadığı durumlarda hangi cezai işlemlerin uygulanacağı ve SHS’nın
Kurum mevzuatına göre ödenmemesi gereken faturalar düzenlemesi ile oluşan
yersiz ödemelerin nasıl saptanacağı ve tahsil edileceği kanun, genelge ve
sözleşmeler ile belirlenmiştir. Cezai işlemler sadece özel sağlık kuruluşları
için söz konusudur. Yargıtay dâhil hiçbir mahkeme bu davaları sözleşme ve
şartnameye göre değerlendirmemektedir.
SGK sağlık hizmeti
satın alımı sistemi bir kamu kuruluşunun ihale ile mal ve hizmet alımına benzer
bir sistemdir. İhale sisteminden önemli bir farkı sunulan hizmetin somut
olmaması, yerinde denetlenmemesi ve hizmetin tek taraflı beyan üzerinden
alınmasıdır. Hizmet beyanı aylık
olarak SGK’nın MEDULA intranet sistemine yüklenir (upload). MEDULA sistemi bir programla hak ediş
belirleme işlemi yapılacak % 5’lik bölümünü örnekler. Örneklenen bölümde hizmet
beyanını düzenleyen SHS’nun açıklamalarına göre bilgisayar üzerinde bir hak
ediş denetimi yapılır. İlk inceleme sonucu ödenmeme kararı verilen işlemler
için SHS itiraz eder. Bu itiraz sonucu ödenmeyen kalemler için SHS’nun üst
kurula ikinci bir itiraz hakkı vardır. İtiraz aşamaları bittikten sonra SHS’nun
ödenecek tutarı uygun bulup sistem üzerinde onaylaması ile MEDULA
sistemi ödenecek tutarı hesaplar ve ayrıntılı
“Hizmet Detay Belgesi” ni düzenler. SGK muhasebesi sistemin düzenlediği bu
PDF belgesine göre “ödeme belgesini” düzenler ve ödenecek tutar talep edilmeden
belirlenen tarihte SHS’nun sisteme kayıtlı banka hesabına yatırılır. Bu sağlık
hizmeti satın alım sisteminde MEDULA sisteminde belirlenen ve SHS tarafından
onaylanan ödenecek tutar SGK’nun borcu, SHS’nun da alacağıdır. “Hizmet detay
belgesi,” “ödeme belgesi” ve ödemenin yapıldığını gösteren banka dekontu
ödenecek tutarın belgesidir. SHS’nın alacağının ödenip ödenmediği banka
dekontlarına bakılmak suretiyle kolayca anlaşılabilir. Sahte alacak davalarına
bakan hiçbir hâkim banka dekontu ve ödeme belgesini aramaz, araştırmaz. Eğer araştırmış olsaydı ortada ödenmemiş bir
borç olmadığını ve ödeme belgesindeki tutarın SHS’nın banka hesabına yatırılmış
olduğunu görür ve davayı reddederdi. Bu şeklide açılan birçok dava da daha
açılmadan sonlanırdı. Fakat mahkemelerin izlediği yol bu değildir. Davaların
neticede SHS lehine sonuçlandırılması gerekir.
SGK ve SHS
arasındaki tek alacak-borç ilişkisi sağlık hizmeti satın alımı ile ilgili bu
ilişkidir. Kurum aleyhine sahte alacak davası açan SHS, hak ediş işlemi için
MEDULA sistemine yüklediği fatura tutarını “alacak” olarak gösterip hak ediş
denetiminden önce beyan ettiği tutarın ödenmemesini ve yapılan hak ediş
kesintilerini “alacak” gibi göstererek sahte alacak davaları açmaktadır. Sahte alacak davalarının amacı Kurum
şartnamesine göre uygun olmayan hizmetler için hak ediş belirleme sürecinde
alınan ödenmeme kararlarıdır. Kurum hak ediş kesintilerini engellemek için
elinden geldiği kadar çaba harcasa da ister istemez önemsiz de olsa bu
kesintiler olabilmektedir. SHS beyan ettiği tutarı basit bir alacak gibi
göstererek mahkemeyi aldatmaktadır. Davacı hastaneler konunun uzmanı olmayan
bilirkişi atanmasını talep eder. Mahkeme vasıtası ile bu bilirkişilere
sahte/sözde bir hak ediş denetimi yaptırarak (yaptırmış gibi göstererek) beyan
edilen tutarın ödenmesi sağlanır. Sözleşme ve yasaya göre mahkemelerin ve
bilirkişilerin sahte bir hak ediş belirleme işlemi yapma yetkisi yoktur. Bu
mahkeme ve bilirkişilerin bu nitelikli dolandırıcılık faaliyetine katılması
anlamına gelir. Davacı hastaneler, muvazaalı
hareket eden SGK ve avukatları vasıtası ile SGK’nu zarara uğratmaktadırlar.
Kurum’a hizmet satan
SHS’nun hiçbir faaliyeti Kurum tarafından denetlenmediği için beyan edilen
işlemlerin hepsi aksi bir durum saptanmadığı sürece doğru kabul edilerek
incelenir. Bunların gerçekliği sorgulanmaz. Her bir hizmet işleminin tek tek
doğruluğu araştırılamaz ve bunu yapmak imkânsızdır. Aksi takdirde işin içinden
çıkılmaz. Şikâyet ve denetimlerle
SHS’nun Kurum mevzuatına uymadığı işlemler denetimler SHS’nun düzenlemesi gereken
ve düzenlediği belgelere göre değerlendirilir. Kurum mevzuatına göre ödenmemesi
gereken hizmetler için (yersiz ödeme) yapılan ödemeler ve cezai işlem
gerektiren fiiller ilgili yasa ve sözleşme gereğince SGK ve Sayıştay tarafından
denetlenebilmekte ve SGK tarafından tahsil edilmektedir. Yersiz ödeme ve cezai
işlemler adından da anlaşıldığı gibi SHS’dan hizmet alımı ile doğrudan ilgili
işlemler değildir. Bunlar yukarıda açıklandığı gibi, Anayasaya göre “idarenin
düzenleyici işlemleridir.” Bu işlemlerle ilgili hukuki sorunlar esas olarak
SHS ve SGK arasında imzalanan özel hizmet sözleşmesi gereğince çözümlenmelidir.
Mahkemeler hiçbir zaman bu davaları sözleşme ve özel hukuk kuralları
çerçevesinde ele almamaktadır. Bir mahkeme bunların özel hukuk kurallarına göre
göre nasıl değerlendirilmesi gerektiğini bilmiyorsa, bunların en azından
Anayasanın 125. Maddesine göre değerlendirmesi gerektiğini hatırlaması ve
bilmesi gerekir. Üst mahkemeler dâhil mahkemeler bu sahte alacak davalarında
borcun ne olduğunu bilmemekte, salağa yatmakta ve borcun ödendiğini gösteren
belgeleri aramamakta ve sunulduğu zaman da görmemeye devam etmektedir. Bu belgeler ibraz edilse de mahkemelerin
tavrı değişmemektedir!
Kurum’a hizmet satan
Vakıf ve üniversite hastaneleri ve özel SHS yersiz ödemeler için, özel SHS’da
cezai işlemler için SGK aleyhine sürekli sahte alacak davaları açmakta ve bu
davaları her zaman kazanmaktadırlar. Açılan her davayı kaybeden bir Kurum’un
yapılan kesintileri hatalıyım diyerek ödemesi ile hiç olmazsa mahkeme
masrafları yarı yarıya düşerdi. Kurum avukatları SGK’nu savunmamaktadır. Fakat
sürekli olarak BAM ve Yargıtay itirazlarını usulen yapmaktadır. Sonuçlar zaten
değişmemektedir.
Sahte alacak davaları nasıl açılır? SHS (Üniversite veya özel hastane) beyan ettiğim
tutarın ödenmesi için yanlış bir beyanla sahte bir alacak davası açar. Bu
davaların özellikleri şunlardır. Hastane beyan ettiği tutarı ödenmesi gereken
tutar gibi göstererek sahte bir fatura düzenler. Veya böyle bir iddiada bulunur
Yukarıda belirttiğim gibi bu hizmet alım modelinde kâğıt üzerine basılı fatura
yoktur. Fatura dijital (PDF) belgedir. SHS, MEDULA sisteminin düzenlediği
Hizmet Detay Belgesi’ni Word belgesine yapıştırıp bazı sütunlarını silmek
suretiyle gerçekte bir alacağı varmış gibi algı oluşturmaya yarayan sahte belge
(fatura) düzenler. Alacağının kanıtı da tetkik, tahlil, rapor fotokopilerinin
olduğu dosya özetleridir. Hizmet alımı ile ilgili bütün bilgilerin MEDULA
sisteminde saklandığını bir kere daha hatırlatalım. Hastane itiraz inceleme
aşamasında beyan ettiği tutardan kesintiler yapılmasını ve ödenmemesini
iddiasının kanıtı olarak sunar. Kendine göre çok haklıdır. İntranet üzerinden
gönderdiği bir dijital fatura vardır. Bu ödenmemiştir. Kurum bunu ödeyeceğine
kanunsuz olarak hak ediş denetimi yapmıştır. Yani mahkemeye göre sözleşme
geçersizdir. Mahkemeler bilirkişiler vasıtası ile sahte bir hak ediş denetimi
yaptırmak suretiyle SGK-SSGMM’de yapılan hak ediş denetimlerini de yok ve
kanunsuz hale getirmektedir. Bunu yapabilmesi için önce konu ile ilgili yasa ve
mevzuatın yürürlüğünün de durdurulması gerekir.
Tek taraflı bir
hizmet beyanı Sahte alacak davaları açan hiçbir SHS, mahkemeye ödenecek tutarı
gösteren Hizmet Detay Belgesini, ödeme belgesini ve ödemenin yapıldığını
gösteren banka dekontunu sunmaz ve bunlardan bahsetmez. İşin komik tarafı bu belgeleri Kurum
avukatları tarafından da mahkemelere verilmez. Bu nitelikli dolandırıcılık
faaliyetinin her aşamasında Kurum alt ve üst yöneticileri, Hukuk Müşavirliği,
Rehberlik ve Teftiş Kurulu ve Kurum avukatları yer almaktadır.
Bir alacak davasının delili borcu gösteren
belge ve ödemenin kayıtlarıdır. Hiçbir mahkeme böyle bir davada borcun ödenip
ödenmediğini merak etmez. Bu davaların değerlendirilmesi çok kolaydır. Bu
davalara bakan bir hâkim eğer hak edişin ödenmesi ile ilgili belge ve banka
dekontlarını isteyip baksaydı borcun ödenip ödenmediğini anlar ve bir bilirkişi
görevlendirmesine gerek kalmadan davayı sonuçlandırabilirdi. Fakat hiçbir hâkim
ödemenin belgesi olan Hizmet Detay Belgesi, ödeme belgesi ve banka dekontunu
aramamaktadır. Bunlar mahkemeye sunulsa bile mahkemelerin tavrı
değişmemektedir. Mahkemeler daha önce de böyle birçok davayı kabul etmiş, bu
davaları SHS lehine sonuçlandırmıştır. Bu davalar BAM ve Yargıtay tarafından da
onaylanmıştır. Mahkemeye düşen görev Yargıtay içtihatlarına ters düşmeyen
bir karar almaktır. Bilirkişi seçimi de buna göre yapılır. Mahkeme ve
taraflar görevlendirdikleri bilirkişilerin nasıl rapor düzenleyeceğini zaten
bilmektedir. Bu hikâyeyi dinleyen bir kişi bu gibi davalarda sokaktan rastgele
seçilen sıradan kişilerin mahkemelerden daha doğru bir karar verebileceğini de
anlardı.
Sahte alacak
davaları açan SHS, SGK ile bir özel hizmet sözleşmesi imzalamaktadırlar. Hizmet
alımı ve ödemeler bu sözleşmeye göre yapılmaktadır. Dolayısı ile bu davaların
özel hukuk kurallarına göre değerlendirilmesi gerektiği halde basit bir alacak
davası mantığı ile ele alınmaktadır. Bu sahte iddiasını kuvvetlendirmek için
davacı SHS davanın hukuki delili olarak Borçlar Kanunu ve Medeni Kanunu
göstermektedir. Bu da adli bir skandaldır. Mahkemeler hizmet alımı ile ilgili
SGK mevzuatını (kanunları, tebliğ ve genelgeleri, sözleşmeleri) ve bu işin nasıl yapıldığını bilmemektedir.
Davalı konumda olan Sosyal Güvenlik Kurumu
avukatlarının tutumu: SGK avukatları mahkemeye hizmet Detay Belgesini,
ödeme belgesini ve ödemenin yapıldığını gösteren banka dekontunu sunmaz.
Davanın yazılı belgesi olmadığını, hizmet alımının intranet sistemi üzerinden
ve dijital belgelerle yapıldığını söylemez. SHS’nun düzenlediği ve mahkemeye
sunduğu sahte ve yanıltıcı bir belge niteliğinde olan faturaya itiraz etmez. Davacı
tarafın önerisine göre belirlenen gerçeğe aykırı bilirkişilik raporu
düzenleyeceği başındana belli olan bilirkişi atamasına itiraz etmez.
Bu davalar SGK ile
SHS arasında hizmet alımı ile ilgili ticari bir dava olduğu için bu gibi
davalarda görevlendirilecek bilirkişilerin Bilirkişilik Kanunun 10-1(e) madde
ve fıkrasına göre bilirkişilik yapacağı konuda bilgi ve özel uzmanlığının ve en
az beş yıl iş deneyiminin olması gerekmektedir. Bu tür davaların
bilirkişilerinin SGK SSGMM’de fatura komisyonunda doktor veya eczacı olarak
görev yapan, hak ediş belirlemesi sürecinde görev yapan ve bu işi bilen
kişilerden seçilmesi gerektiği halde, mahkemeler avukat, mali müşavir, sosyal güvenlik uzmanı (sigortalı emekliliği,
prim ve ilgili sorunlara bakar), adli
tabip, tabip, özel hastane müdürü, yöneticisi gibi ilgisiz kişileri
bilirkişi olarak atayabilmektedir. SGK avukatları bu gibi davalarda
görevlendirilmesi gereken bilirkişilerin nasıl olması gerektiği konusunda da
bilgi sahibi olmadıkları için davacı taraf veya mahkemenin görevlendirdiği
bilirkişilere itiraz etmez. Aslında bu davaların hepsi muvazaalı davalardır.
SGK ve avukatları bu davaların kaybedilmesini istemektedirler. Bu nedenle
davalarda davacı tarafın taleplerine uygun davranmakta ve üç maymunu
oynamaktadırlar.
Bu davalarda
görevlendirilmesi gereken bilirkişilerin SGK SSGM fatura komisyonunda çalışmış
olması ve Bilirkişilik Bölge Kurulunda bunu gösteren hizmet belgesinin
bulunması gerekir. Hâkimler bu belgeyi aramak zorundadır. Mahkemelerin
görevlendirdiği bilirkişilerin hiçbirisi SGK sağlık hizmeti satın alım işinde
çalışmamıştır. Bu işin nasıl yapıldığını bilmez. Bu kişiler SGK sisteminin
dijital bir hizmet alım sistemi olduğunu, yazılı belgenin olmadığını, hak
edişin intranet sisteminde yapıldığını, Hizmet Detay Belgesinin MEDULA sistemi
tarafından düzenlendiğini, ödemenin bu belgeye göre düzenlenen ödeme belgesi ile
SHS’nın sisteme kayıtlı banka hesabına talep edilmeden yapıldığını; SGK
sisteminin bir alacak oluşmasına izin vermeyen bir sistem olmadığını
bilmemektedir. SGK fatura komisyonunda çalıştığım ve Kurum davalarına görüş
yazdığım dönemde kurum avukatlarının bilirkişi seçimi ile ilgili itiraz
gerekçelerimi ve eklediğim ödeme belgelerini mahkemeye sunmadığını saptadım.
Bu açıklamaları
anlayan bir kişi, bu davaların bu gibi davalar konusunda hiçbir bilgisi olmayan
hâkim, avukat ve bilirkişiler arasında görüldüğünü görecektir. Bu şekilde
görülen bir davada mahkeme doğru bir karar verebilir mi? SGK aleyhine açılan
sahte alacak davalarında dava açan SHS sahte belge düzenlemekte ve sahte
alacak iddialarında bulunmaktadır. Hâkimler alacağın ödenip ödenmediğini
merak etmemekte ve ödeme dekontlarını aramamaktadır. Davalar konunun uzmanı
olmayan ve bu konuda bilirkişilik yapma yetenekleri bulunmayan bilirkişilerin
düzenlediği gerçeğe aykırı bilirkişi raporlarına göre sonuçlandırılmaktadır. Kurum avukatları da (büyük çoğunluğu) bu
nitelikli dolandırıcılığın fark edilmemesi için sesini çıkarmayıp susmayı
tercih etmekte ve üç maymunu oynamaktadır. Sahte alacak davaları hemen her
zaman Kurum aleyhine sonuçlanmaktadır. SGK Başkanlığı, üst ve alt yöneticileri,
Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı, Hukuk Müşavirliği ve Kurum avukatları içinde bu
durumdan rahatsızlık duyan kimse yoktur. Biz bu davaları neden sürekli
kaybediyoruz? Nerede hata yapıyoruz diye sorgulayan bir beyin yoktur. Sadece
bu bile SGK Sağlık Hizmeti Satın Alım Sisteminin nasıl bir nitelikli
dolandırıcılık ve yolsuzluk sistemi olduğunu göstermektedir. Bu sistem bütün siyasi partiler tarafından
desteklenmektedir. Vatan Partisi bir kademe daha ileri giderek bu nitelikli
dolandırıcılık ve yolsuzluk sistemini kamucu ve Atatürkçü bir sistem gibi
göstererek övmekte ve halkı aldatmaktadır.
Sağlıkta Dönüşümü hayata geçirtenler de çağın ilerisinde bir sağlık
sistemi kurdukları için övünmektedir. Türkiye’de hiçbir siyasi parti bu
yolsuzluklara karşı çıkmadığına ve bundan rahatsız olmadığına göre bu ülkede
yolsuzlukların önlenmesi mümkün mü? Bu durumdan memnun olan bir halkın yolsuzluklardan
şikâyet etme ve dürüst bir yönetim isteme hakkı var mı?
KONU İLE
İLGİLİ TCK MADDELERİ ve AÇIKLAMALAR
TCK’da “Resmi
belgede sahtecilik” diye bir suç tanımı vardır: TCK Madde 204- (1)’e göre: Bir
resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını
aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan
beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Kurum aleyhine sahte alacak
davası açan SHS’ları sahte fatura düzenlemektedir. SGK kâğıt üzerinde
düzenlenen faturalarla hizmet bedelini ödememektedir. SHS belge düzenlemekle kalmamakta TCK
204-(2)’de belirtildiği gibi bu sahte resmi belgeyi mahkemeye sunarak
kullanmaktadır.
Bu sahte faturaların
çoğu MEDULA sistemince düzenlenen Hizmet Detay Belgesi’nin bozulması bazı bilgi
ve sütunların yok edilmesi (silinmesi) ile yapılmaktadır. İşlenen suç TCK Madde
205- (1)’e de uymaktadır. İşin komik tarafı sahte belge düzenlenmesi TCK’na
göre suç ise de bizzat mahkemelerin bu belgeleri gerçek belge olarak kabul
etmeleridir.
Gerçeğe aykırı bilirkişilik veya tercümanlık: TCK’na göre “Gerçeğe
aykırı bilirkişilik veya tercümanlık” diye bir suç daha vardır. TCK Madde 276-
(1) “Yargı mercileri veya suçtan dolayı kanunen soruşturma yapmak veya yemin
altında tanık dinlemek yetkisine sahip bulunan kişi veya kurul tarafından
görevlendirilen bilirkişinin gerçeğe aykırı mütalaada bulunması halinde, bir
yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
Kanun böyle olduğu halde gerçeğe aykırı mütalaada bulunan bilirkişiler
hakkında hiçbir soruşturma yapılmamakta ve sürekli olarak görevlendirmek
suretiyle de bunlar ödüllendirilmektedir. TCK’nunun “Resmi belgede sahtecilik”
ve ““Gerçeğe aykırı bilirkişilik” suçları diğer birçok kanun maddesi gibi kâğıt
üzerinde kalan ve kullanılmayan kanun maddeleridir.
BİLİRKİŞİ
KANUNU İLE İLGİLİ SORUNLAR: SGK Sağlık Hizmeti Satın Alımındaki yolsuzluklara
imkân veren birçok eksiklikler vardır. Bilirkişide Aranan Nitelikler ekinde
(Ek-2) Bilirkişilik Temel Uzmanlık Alanları ve Aranan nitelikler
belirtilmiştir. Bu ekte 65 adet temel uzmanlık alanı belirtilmiş ise de
bunların içinde SGK sağlık hizmeti satın alımı ile ilgili hiçbir uzmanlık aranı
ve bu uzmanlık alanında aranan nitelikler belirtilmemiştir. SGK hastane ve
eczane hizmet alımı ve hak edişinde esas olarak hekim ve eczacılar görev
almaktadır. Fakat bu meslek mensupları SGK’da hekimlik ve eczacılık
yapmamaktadır. Yapılan iş sıradan bir hekim ve eczası diploması ile yapılan bir
iş değildir. Bu konudaki mesleki deneyim de hastanelerde edinilemez. SGK’nın
bir hastane ve eczanesi yoktur. Sağlık hizmeti satın alımı ile ilgili bir
mevzuat vardır. Bu iş MEDULA denen bir intranet sistemi ve programı vasıtası
ile yapılır. Hizmet alımının koşulları, fiyatlandırma şartnamesi ve mevzuatı
vardır. Hak ediş denetlemesi bu mevzuata göre yapılır.
Adalet Bakanlığı
Bilirkişilik Daire Başkanlığına 25.7.2018 tarihinde gönderdiğim dilekçede SGK
Sağlık Hizmeti Satın Alımı ile ilgili konularda görevlendirilecek
bilirkişilerin görevlendirilebileceği tıp ve alt uzmanlık dallarının
bulunmadığı ve listeye bu uzmanlık dallarının eklenmesi gerektiği
belirtilmiştir. Bu konuda görevlendirilebilecek sağlık meslek mensubu kişiler
hekim ve eczacı olsa bile bunların alt uzmanlık alanı da SGK Sağlık Hizmeti
Satın Alım işi veya “fatura komisyonunda çalışmış” olmak alt uzmanlık alanı
tanımlanmalıdır. Başvuruma rağmen listede gerekli düzenlemeler
yapılmamıştır.
Bilirkişide Aranan
Nitelikler ekinde “Çok disiplinli sağlık bilimleri” diye bir başlık
vardır. Bunun altında 4. Maddede “sağlık
yönetimi ve sağlık ekonomisi” diye kafa karıştırıcı bir alt uzmanlık alanı
daha vardır: Bu kişilerin de “Sağlık Yönetimi ve Sağlık Ekonomisi” alt uzmanlık
alanlarında üniversitelerin siyasal bilgiler, iktisadi ve idari bilimler,
iktisat, işletme, kamu yönetimi fakülte veya bölümlerinden mezun olup
ilgili uzmanlık alanlarında çalışmış olmak” şartı aranmaktadır. Bu açıklamayı
okuyan SGK’da sağlık hizmeti satın alımında siyasal bilgiler, iktisadi ve idari
bilimler, iktisat, işletme, kamu yönetimi fakülte veya bölümlerinden mezun olan
kişilerin çalıştığı ve bu kişilerin bu konuda mesleki deneyimleri olacağını
sanabilir. Açıklananın devamında “şartları taşıyanlar arasından başvuranın
mesleki tecrübesini, katıldığı meslek içi eğitimleri veya uzmanlığı gösteren
belgeleri dikkate alarak en liyakatli olanları seçer.” Gibi anlamsız bir hüküm
eklenmiştir. Bu yanıltıcı tanımlar mahkemeleri konu ile hiç ilgisi olmayan
bilirkişileri atamasının bir gerekçesi olabilmektedir.
Bilirkişilik Temel ve Alt Uzmanlık Alanları listesinde (Ek-1 Bu
listede Tıp ve bunun alt uzmanlık alanları (çocuk ve ergen ruh sağlığı ve
hastalıkları, deri ve zührevi hastalıkları, enfeksiyon hastalıkları, fiziksel
tıp ve rehabilitasyon gibi) vardır. Bu listede SGK sağlık hizmeti satın alımı
işi ile ilgili bir uzmanlık alanı yer almamaktadır. Listede Çok Disiplinli
Sağlık Bilimleri ve bunun altında dil ve konuşma testi, odyoloji, çocuk
gelişimi, beslenme ve diyetetik, ergoterapi, optisyenlik, sağlık yönetimi ve
sağlık ekonomisi gibi alt uzmanlık alanları vardır. Bu listede SGK’nu
ilgilendiren tek uzmanlık alanı Sosyal Güvenlik Mevzuatından Kaynaklı
Nitelikli Hesaplamalar’dır. Bu tür hesaplamalar esas olarak Bağ-Kur, SGK ve
Emekli Sandığı sigortalılarının emeklilikleri ile ilgili davalarda
gerekmektedir. Bunun da özel bir uzmanı, eğitimi ve diploması yoktur. Bu işler
SGK’da sıradan memur ve şefler tarafından yapılmaktadır.
Bilirkişide Aranan Nitelikler ekinde (Ek-2) SGK sağlık
hizmeti satın alım işinde nitelikli hesaplamalar MEDULA sisteminde
yapılır. MEDULA sistemi bununla
kalmayarak Hizmet Detay düzenler. SGK aleyhine açılan davaya bakan bir hâkimin
gerekli hesaplamaların bilgisayar sistemi tarafından yapıldığını ve bu işin
elle veya hesap makinası ile yapılmadığını da bilmesi gerekir. Sistemi kullanan
kişilerin hizmetlerin fiyatlarının yer aldığı listeleri ve kuralları (Sağlık
Uygulama Tebliği ve ekleri) bilmesi gerekir. SGK fiyatlandırma sistemi sağlık
hizmetleri ile ilgili diğer hizmet alım davalarında da kullanılmaktadır.
Hesaplamayı yapacak kişilerin konu ile ilgili mevzuatı ve belgeleri bilmesi ve
bunlara ulaşabilmesi de gerekir. Türkiye’de SGK sistemindeki hesaplamalar
için (aktüeryal hesap) eğitim veren bir fakülte veya sertifika veren bir
kuruluş yoktur. Bu işi de sadece fatura komisyonlarında çalışmış olan, bu
şekilde deneyim kazanan kişiler yapabilir.
Bilirkişilik Kanunun
11-2 Maddesine göre “Bilirkişi, görevlendirildiği konuda uzmanlık bilgisi ve
tecrübesinin yeterli olmadığını, konunun kendi uzmanlık alanına girmediğini,
varsa görevi kabulden kaçınmasını haklı kılacak mazeretini, görevlendirmeyi
yapan mercie bildirmekle yükümlüdür.” Denilmesine rağmen hatalı olarak
görevlendirilen hiçbir bilirkişi kendilerine verilen görevi reddetmemektedir.
Kanunun 10-2. Maddesine göre bilirkişilerin kendilerine tevdi olunan görevin
“her türlü kişisel veya özel menfaatin üzerinde” olduğu bilinci ile hareket
etmesi gerektiği belirtilmiş ise bizzat mahkemeler hatalı görevlendirme ile bu bilirkişilere
özel menfaat sağlamaktadır.
Adalet Bakanlığı
Bilirkişilik Daire Başkanlığına gönderdiğim dilekçede SGK aleyhine açılan sahte
alacak davalarında görevlendirilen bilirkişilerin isimleri, nerede
çalıştıkları, uzmanlık alanları ve iş deneyimleri konusunda da bilgi
verilmiştir. Avukat, Sayıştay uzman denetçisi, adli tıp uzmanı, tıp doktoru,
genel cerrahi, kalp damar cerrahisi, çocuk hastalıkları, göğüs hastalıkları, iç
hastalıkları uzmanlığı, hastane müdürü, iktisatçı, mali müşavir, Sağlık
Bakanlığı Emekli Başmüfettişi, kooperatif kat mülkiyeti, tazminat ve eser
bilirkişisi ve hesap uzmanı gibi kişilerin bilirkişi olarak atandıkları
görülmektedir. Bu bilirkişilerin hiçbirisi SGK fatura komisyonlarında çalışamaz
ve iş deneyimleri olmaz. Bu niteliksiz ve gerçeğe aykırı rapor düzenleyeceği
başından belli olan bilirkişilerin nasıl seçildiğinin bir örneğidir.
Bilirkişilik yasasına göre bilirkişi olarak
atanacak kişilerin bilirkişilik yapacağı konuda özel ve teknik bilgisi ve en az
beş yıllık bir iş deneyimi olması gerektiği belirtilmiş ise de, sahte alacak
davalarında görevlendirilecek bilirkişi seçiminde özellikle bu konuda özel
bilgi, uzmanlık ve beş yıllık değil özellikle hiçbir uzmanlık, bilgi ve iş
deneyimi olmayan kişiler aranmakta ve görevlendirilmektedir. Bu mahkemenin
“gerçeğe aykırı bir bilirkişi raporu” düzenlenmesi istemesi anlamına
gelmektedir. Tarafımdan düzenlenen bir bilirkişi raporu davacı SHS avukatı
tarafından “daha önce SGK’da çalışmış olmam” gerekçe gösterilerek reddedilmiş
ve mahkeme SGK’da çalışmayan kişilerden oluşan bir bilirkişi heyetini
görevlendirmiştir. Bir konuda bilirkişilik yapabilmek için iş deneyimi
gerekiyor; fakat itiraz üzerine mahkeme iş deneyimi olmayan farklı bir
bilirkişi görevlendirmesini yapıyor. Bu davalara bakan bir mahkeme doğru bir
karar verebilir mi?
Gönderdiğim dilekçe
Adalet Bakanlığı Bilirkişilik Daire Başkanlığı tarafından değerlendirilememiş
ve bu sorunlar için bir çözüm geliştirilmemiştir.
BİLİRKİŞİLİK SORUNLARI İÇİN
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
1. SGK Sağlık Hizmeti Satın Alım işinin özel bir
uzmanlık, eğitim ve iş tecrübesi gerektiği göz önüne alınarak Bilirkişilik Temel
Uzmanlık Alanına “SGK Sağlık Hizmeti Satın Alım Hizmeti” eklenmelidir. Alt
Uzmanlık Alanları için de SGK Hastane, SGK Eczane ve SGK optik hizmet alım
işleri eklenmelidir.
2. Türkiye’de sağlık hizmeti satın alım işlerinde
SGK Sağlık Uygulama Talimatı ve bu talimatta yer alan fiyatlandırmalar ve
kurallar esas alınmaktadır. SGK hariç diğer sigorta şirketleri, hastalar ve
hastaneler arasındaki davalarda sağlık hizmeti hesaplamaları ve uygunluk
denetimi ancak SGK fatura komisyonunda çalışan hekim ve eczacılar tarafından
yapılabilir. Bilirkişilik Temel ve Alt Uzmanlık Alanlarında yer alan Sosyal
Güvenlik Mevzuatından Kaynaklı Nitelikli Hesaplamalar yerine “Emeklilikle
İlgili Sağlık Sigortacılığı” ile ilgili ve “Sağlık Hizmeti Satın Alımı
İle İlgili Nitelikli Hesaplamalar” eklenmelidir. Sağlık hizmeti ile ilgili
hesaplamalarda görevlendirilecek kişilerin de SGK fatura komisyonlarında
çalışmış ve beş yıl iş deneyimi olan hekim ve eczacı olması gerektiği
belirlenmelidir.
3. SGK Sağlık Hizmeti Satın Alım işi ile ilgili
belgeler MEDULA sisteminde olduğu için ilgili belgelerin gerektiğinde
incelenebilmesi için adliyelerde bir bilgisayara MEDULA sisteminin kurulması ve görevli bir yetkilinin (hâkim
veya bilirkişi) sisteme giriş yapabilmesi için SGK’dan yetki ve şifre
istenmelidir. Anlamsız tartışma ve yazışmalarla vakit geçirilmeden MEDULA da
olan belgeler hâkim nezaretinde online incelenebilir.
4. Mahkemeler tarafından görevlendirilecek
bilirkişiler Bilirkişi Bölge Kurulları tarafından belirlenmelidir. Mahkemeler
Bölge Kurulu ile davanın niteliği ve hangi konuda bilirkişi arandığı konusunda
danışmalıdır. Bölge Kurulu mahkemeye iki soru soracaktır: SGK ile SHS
arasındaki davanın konusu nedir? Bu konudaki davalar hak ediş, yersiz ödeme ve
cezai işlemlerle ilgili davalardır. Bölge Kurulu Anayasanın 125. Maddesini
gereğince “Yersiz ödeme ve cezai işlem davalarında” mahkemelerin “yerindelik
denetimi yapamayacağını hatırlatmalıdır. Görevlendirilecek bilirkişiler de SGK
fatura komisyonunda çalışmış olan hekim ve eczacılardır. Mahkemelerin davalı
tarafların ve özellikle davacıların talepleri doğrultusunda mahkeme tarafından
iyi bilinen bilirkişileri atadıkları göz önünde tutularak mahkemeler bilirkişi
seçiminin tamamen dışında tutulmalıdır. Yukarıda yaptığım açıklamalar bilen bir
hakimin bilirkişi görevlendirmesi yapmadan bu davaları sonuçlandırabileceği de
unutulmamalıdır.
5. Davacı ve dava konularından hareket edilerek
hatalı bilirkişi görevlendirilmesi yapıldığı halde bu görevi bilerek kabul
edilen bilirkişiler belirlenerek bunların bilirkişilik yapmasının engellenmesi
gerekir.
6. TCK’da “Gerçeğe aykırı bilirkişilik veya
tercümanlık” diye tanımlanan bir suç vardır. Gerçeğe aykırı bilirkişi
görevlendirmesi yapan ve bu bilirkişilerin düzenlediği rapora göre karar veren
hiçbir mahkeme görevlendirdiği bilirkişiler için “gerçeğe aykırı bilirkişilik”
yaptığını düşünmez ve adli işlem yapamaz.
Bu nedenle görevlendirilen bilirkişilerin gerçeğe aykırı bilirkişilik
yapıp yapmadıkları bu konuda görevlendirilen özel bir savcılık birimi
tarafından takip edilmeli ve gereğinde adli veya idari işlemler yapılmalıdır.
Bu yapılamıyorsa TCK’nun hiçbir zaman kullanılmayan ilgili maddeleri
kaldırılmalıdır.
7. SGK’nun sağlık hizmeti satın alımı ile ilgili davalar hem çoktur hem de mahkemelerin ve hâkimlerin de uzmanlaşmasını gerektiren davalardır. Bu nedenle bu şekilde daha önce açılmış olan bütün “sahte alacak davaları” bir uzman üst mahkeme tarafından tekrar incelemeli ve hatalı yargı kararları düzeltilmelidir.
BİLİRKİŞİLİK TEMEL VE ALT UZMANLIK ALANLARI EK-1
SIRA NO |
ANA KOD |
TAM KOD |
BİLİRKİŞİLİK TEMEL VE ALT UZMANLIK ALANLARI |
689 |
51 |
51 |
Tıp |
690 |
|
|
ALT UZMANLIK ALANLARI |
839 |
64 |
64.06 |
SAĞLIK/HASTALIK SİGORTALARI |
844 |
65 |
65.03 |
SOSYAL GÜVENLİK MEVZUATINDAN KAYNAKLI
NİTELİKLİ HESAPLAMALAR |
789 |
59 |
59 |
ÇOK DİSİPLİNLİ SAĞLIK BİLİMLERİ |
790 |
|
|
ALT UZMANLIK ALANLARI |
BİLİRKİŞİLİKTE ARANAN NİTELİKLER Ek-2 |
ANA KOD |
TAM KOD |
BİLİRKİŞİLİK TEMEL UZMANLIK ALANLARI |
ARANAN NİTELİKLER |
51 |
51 |
TIP |
1-
6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun 10 uncu ve Bilirkişilik Yönetmeliğinin 38
inci maddesindeki bilirkişiliğe kabul şartlarını taşımak. 2- Üniversitelerin
tıp fakültesinden mezun olmak. 3- İlgili alt uzmanlık alanına ait Sağlık
Bakanlığı tarafından tescil edilen tıpta uzmanlık ve bulunması halinde yan dal
uzmanlık belgesine sahip olmak. 4- "Aile Hekimliği" (uzman) alt
uzmanlık alanında bilirkişiliğe başvuru için,5258 sayılı Aile Hekimliği
Kanununa göre sözleşmeli aile hekimi olmak. EK-2 65 5- "Diğer Hekimlik
Hizmetleri" alt uzmanlık alanında bilirkişiliğe başvuru için Türkiye
Cumhuriyeti ilgili mevzuatına göre mecburi hizmetini tamamlamış pratisyen
hekim olmak. 6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun 11 inci maddesinin üçüncü
fıkrasındaki “Bölge kurulu karar verirken sicile kayıt bakımından öncelikle
başvuranın 10 uncu maddedeki şartları taşıyıp taşımadığını değerlendirir ve
şartları taşıyanlar arasından başvuranın mesleki tecrübesini, katıldığı
meslek içi eğitimleri veya uzmanlığı gösteren belgeleri dikkate alarak en
liyakatli olanları seçer.” hükmü uyarınca başvuranlar arasından liyakatli
olanların belirlenmesinde; • Başvuruda bulunduğu alt uzmanlık alanlarında
yüksek lisans veya doktora yapmış olanlar, • Uzmanlık alanı kapsamındaki alt
uzmanlık alanlarında mesleki gelişim faaliyetleri, meslek içi eğitimleri,
mesleki ve akademik çalışmaları ile mesleki başarıları bulunanlar, dikkate
alınarak değerlendirme yapılır. |
4- MOBİNGLE MÜCADELE YASASI ÇIKARILMALIDIR:
Türkiye’de mobing sadece kâğıt üzerinde yasaktır. Başbakanlığın 2011/2 sayılı “İşyerlerinde Psikolojik Tacizin (Mobing) Önlenmesi” için genelgesi dışında mobingle mücadelenin yasal zemini yoktur. Kamu iş yerlerinde yapılan mobing pratikte bir suç teşkil etmemektedir. Mobing yapan bir yöneticiler bunları atayan idare tarafından korunmakta ve bu kişiler için fiziki bir işkence olmadığı sürece soruşturma yapmamakta ve soruşturma izni vermemektedir. Anayasanın 125. Maddesi ve 4483. Madde mobingle mücadeleyi de engellemektedir. Mobing şikâyetleri kâğıt üzerinde denetlenmekte ve size mobing yapılmadığını bildiren bir cevap gelmektedir. 2.3.2021
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder