27 Şubat 2021 Cumartesi

YOLSUZLUK VE DOLANDIRICILIĞIN ÖNLENMESİ İÇİN YARGI REFORMU ÖNERİLERİ

            YOLSUZLUK VE DOLANDIRICILIĞIN ÖNLENMESİ İÇİN YARGI REFORMU ÖNERİLERİ 

(Öneriler yeri geldiğinde örneklerle açıklanmıştır. Hatırlanması için gerektiği yerde bazı açıklamalar tekrarlanmıştır. Benzer açıklamalar daha önce CS suç duyuruları ve mahkemeler için düzenlenen raporlarda da birçok defa dile getirilmiştir.  Sigorta Sistemi Dolandırıcılığı ile ilgili bölümler SGK sağlık hizmeti satın alım sistemi üzerinden anlatılmıştır. ) 

            Türkiye’de “yargı reformu” tartışmalarının yapıldığı bu dönemde kimse hukuk ve hukuk sisteminin gerçek sorunları üzerinde hiç durmamıştır. Baroların sunduğu öneriler hukuk sisteminde bir düzelme sağlamayı amaçlamaktan çok avukatların mesleki ve maddi sorunlarına çözüm getirmek isteyen konular üzerinde yoğunlaşmıştır. Türkiye’deki hukuk sistemi diğer alanlardaki sorunların da bir nedenidir.

            Türkiye’nin siyasi ve ekonomik sistemi yolsuzluk, dolandırıcılık ve hortumculuk üzerine kurulmuştur. Yargı ve hukuk sistemi de buna uygun olarak düzenlenmiştir. Bu günlerde hem Anayasa değişikliği hem de yargı reformu tartışmaları artmıştır. Her ikisinden de ne kastedildiği ve ne yapılmak istendiği belli değildir. Anayasa ve yargı sisteminde burada bahsettiklerim dışında da değişiklik gerektiren yönler vardır. Yolsuzluk ve hortum düzeninin değişmesi ve dürüst bir devlet yapısının oluşması için öncelikle Anayasanın 125. Maddesi ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun tamamen kaldırılması; 6754 numaralı Bilirkişilik Kanunun yeniden düzenlenmesi ve Bilirkişilik Sistemin tamamen değiştirilmesi gerekmektedir. Sadece bu değişikliklerin yapılması bile Türkiye’de yolsuzluk ve dolandırıcılık sisteminin yasal altyapısını ortadan kaldıracaktır.  Burada bahsettiğim sorunların hiçbir siyasi parti, üniversite ve demokratik kitle örgütü tarafından dile getirmemiş olması da ilginçtir.   

            Adli sistemde herkes davaların uzaması üzerinde de durmaktadır. Mevcut adli sistem davaların kısa sürede sorulmasını engelleyen bir sistemdir. Fakat adli sistemin temel sorunu bu değildir. Mahkemelerin verdiği kararların da doğru ve adil olması gerekir. Maalesef adli sistem düzgün ve adil çalışmamaktadır. Aşağıda verdiğim örneklerden de anlaşılabileceği gibi mahkeme tarafından kabul edilmemesi gereken dava dilekçeleri kabul edildiği gibi, tek celsede sonuçlandırılabilecek davalar bile aylarca ve yıllarca sürmektedir. 

Türkiye Cumhuriyeti Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Küçültücü Muamele ve Cezaya Karşı Sözleşmeyi imzaladığı gibi, Birleşmiş Milletler Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi, Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Ceza Hukuku Sözleşmesi, Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Özel Hukuk Sözleşmesi, Suçtan Kaynaklanan Gelirlerin Aklanması, Araştırılması, Ele Geçirilmesi ve El Konulmasına İlişkin Sözleşme gibi bir takım sözleşmelere imza atmıştır. Bu sözleşmeler sadece kâğıt üzerinde kalmaktadır.  Türkiye’deki Anayasa, yasalar ve yargı sistemi İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Küçültücü Muamele ve Cezaların, yolsuzlukların önlenmesi, suçtan kaynaklanan gelirlerin aklanması, araştırılması, ele geçirilmesi ve el konulmasına imkân vermemektedir. Türkiye hukuk konusunda bir takım uluslararası anlaşmalara imza koyduğu halde hukuk sistemi bu yasalara uygun hale getirilmemiştir. Türkiye’de mevcut yasalar bile kâğıt üzerindedir. Yasa kitapları vardır fakat yasa hükümleri uygulanmamaktadır. Sistem o derece kötü işlemektedir ki bu sistem hakkını arayan kişilerin mağduriyetini arttırmaya hizmet etmektedir. Haksızlığa uğrayan kişilerin hak kâğıt üzerinde hak arama özgürlüğü vardır; fakat kazanma şansın yoktur.  

Savcı, hâkim ve avukatlar mevcut yasaları dahi doğru olarak okuyup anlayamamakta ve değerlendirememektedirler. Türkiye’de savcı, hâkim, avukat ve bilirkişi gibi önemli yargı mensuplarının ortak özellikleri deneyimsizlikleri ve vasıfsızlıklarıdır. Yasaları bilmemekte ve doğru yorumlayamamaktadır.  Avukatların, bilirkişilerin durumu da böyledir. Herkes konuyu anlayıp çözümleyeceğine, sadece daha önce yazılan dilekçeleri ve alınan kararları yani mevcut basmakalıp şablonları kullanmaktadırlar.  Savcı, hâkim, avukat ve bilirkişiler dava ve şikâyet konusunun nasıl ele alınması ve değerlendirilmesi gerektiğini düşünmemektedir. Değişmeyen bir rutin ve değişmeyen sonuçlar vardır. Kolayca anlaşılabilecek ve çözümlenebilecek davalar bile gereksiz ve uzun yazışmalar, hatalı bilirkişi görevlendirmeleri ve gerçeğe aykırı bilirkişi raporları ile daha karmaşık ve anlaşılmaz hale getirilmekte, yıllarca sürmektedir.  Bu sürede dava konusu unutulmakta ve konu ile ilgisi olmayan saçma sapan ve gerçek dışı sonuçlara ulaşılmakta ve kararlar alınmaktadır.  

Bu sistemde hâkim ve savcılar konuyu nasıl ele almak ve sonuçlandırmak istiyorlarsa süreci de buna göre yürütmektedir. Adli süreçte yasalar kimsenin umurunda değildir. 

Önceki hatalı mahkeme kararlarına dayanan Yargıtay içtihatları yasaların önüne geçmektedir. Mahkemeler davaları dava konusu, deliller ve konu ile ilgili yasalara göre değil bu hatalı içtihatlara göre sonuçlandırmak istemektedirler. Çünkü ancak hatalı içtihatlara dayalı kararlar Yargıtay tarafından onaylanmaya devam etmektedir. Doğru kararlar da dönmektedir. İçtihatlar yasaların önüne geçmiştir. Hâkim aldığı kararın bozulmaması için bunu Yargıtay içtihadına uydurmaya çalışmaktadır. Bazı durumlarda yasa ile çelişen kanun hükmündeki kararnameler yasa ve hatta Anayasanın önüne geçebilmektedir. Kanun hükmündeki kararnameler iptal edilerek yok durumuna gelse bile geçerliliği iptal edilmeyen yasa artık kullanılmamakta ve karara esas alınamamaktadır.

Türkiye’de hukuk sisteminin temel sorunu hatalı işleyen hukuk sistemi ve sistemin böyle işlemesini sağlayan yasalardır. Anayasanın bazı hükümleri bazı suçların ve suçluların soruşturulmasını engellemektedir. Anayasa ve yasaların kendilerinin soruşturulmasını engellediğini bilen kamu kurum ve kuruluşlarının idarecileri yasa dışı faaliyetleri doğrultusunda çalışmayan kişilere karşı sistematik baskı ve cezalandırmalarda bulunmaktadırlar. Anayasa ve yasalar bu idarecilerin yasa dışı yolsuzluk ve dolandırıcılık faaliyetlerine adeta teşvik etmektedir. Her türlü yolsuzluk ve dolandırıcılık faaliyetinin arkasında veya içinde bir kamu kurum veya kuruluşu vardır. Yolsuzluk ve dolandırıcılık ekonomik sistemin bir özelliği haline gelmiştir. Bunların önlenmesi için öncelikle yasaların ve yargı sisteminin neden bunları önleyemediğini ve hatta desteklediğini anlamak ve buna yönelik yasa ve düzenlemeleri yapmak gerekir. Bunun için yolsuzluk, dolandırıcılık ve nitelikli dolandırıcılığa imkân veren yasalar ve bunları besleyen ve destekleyen idari ve hukuki sistemin sorgulanması ve buna imkân veren Anayasa ve yasa maddelerinin kaldırılması gerekir.  Bunları yapmayan reform sadece kâğıt üzerinde bir reform olur ve sorunlar birikerek yığılır. Değiştirilmesi ve iptal edilmesi gereken Anayasa hükümlerinden birisi Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın 125. maddesidir. 

1-TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ 125. MADDESİ KALDIRILMALIDIR.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ 125. MADDESİ ŞÖYLEDİR:  

Kolay anlaşılması için bazı cümleler çıkarılmıştır.

Madde 125 – İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.  YANİ İSTEYEN DAVA AÇABİLİR.

(Değişik birinci cümle: 7/5/2010-5982/11 md.) Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez. Yani MAHKEMLER İDARİ EYLEMLER İÇİN YARGILAMA YAPAMAZ. İDARE ALEYHİNE KARAR VEREMEZ.

İdari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir.

İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.

125. Madde “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık” olduğunu belirttikten sonra,  “İdarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü” olduğu ifadesi ile sonlanmaktadır. Bu iki ifade arasındaki maddeler idarenin her türlü eylemine karşı dava açılmasına imkân verse de, açılan davaların idare aleyhine sonuçlanmasını açıkça engellemektedir. 125. maddenin özü şudur: Dava açabilirsin. Fakat kazanamazsın.

 Anayasanın 125. Maddesi 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 2. Maddesinde aynen yer almaktadır

            Anayasanın 125. Maddesinin anlaşılması için “idari eylem ve işlemlerin” neler olduğu; “hukuka uygunluğun” ne anlama geldiği ve “yerindelik denetimi” kavramlarının örneklerle açıklanmasında yarar vardır. İdari Eylem ise idarenin yapmış olduğu hareket, yapmış olduğu davranıştır.

Genellikle idarenin idari işlemleri dışında kalan tüm davranışlarına idari eylem denilmektedir.  İdari eylem, idari işlemlerden farklı olarak hukuksal alanlarda bir değişiklik doğurmayan eylemlerdir. Örneğin bir kaldırıma parke taşı döşenmesi,  hukuksal alanlarda bir değişiklik yapmamaktadır. Bu bir idari işlem değil idari eylemdir. 

İdari işlemler ise işlemin muhatabının iradesine bakmadan tek taraflı yapılan işlemlerdir. İdari işlemler aynı zamanda kişiler üzerinde doğrudan etki yapan icrai işlemlerdir. Memurun görev yerinin değiştirilmesi, tayin, görevlendirme ve görevden alma gibi işlemler idari işlemdir. İdari işlemlerin keyfi olmaması için kanuna da uygun olması gerekir. İdari işlemler, aksi ispatlanıncaya kadar -ki mevcut yasal sistemde bunu ispatlamak mümkün değildir- hukuka uygun kabul edilir. İdarenin idari eylem ve işlem kâğıt üzerinde de olsa, bir kanun ve kanundan kaynaklanan yasaya dayanıyorsa bu hukuka uygunluk olarak yorumlanmaktadır.

Yerindelik denetimi: üst birimin alt birimin eylem ve işlemlerinin “yerinde olup olmadığına” karar vermesi ve “kamu yararına” uygun olmadığına karar vermesi halinde, işlem veya eylemi değiştirmesi veya durdurması demektir.  Yerindelik denetimi kısaca idari eylem ve işlemin sorgulanması ve yasaya uygun olup olmadığına bakılması demektir. Anayasa ve İdari Yargılama Usulü Kanununa göre idare mahkemeler idari bir işlemin yasaya uygun olduğu konusunda bir yargılama yapamaz ve karar veremez.

Türkiye’de idare Anayasa ve İdari İdari Yargılama Usulü Kanunu tarafından kendisine tanınan bağışıklıktan yararlanarak keyfi idari işlemler yapmayı alışkanlık haline getirmiştir. Devlet daireleri işleyişi ve görevi ile ilgili yasa, yönetmelik ve genelgelerden çok idarenin en üstünden en altına kadar idarecilerin keyfi kararlarına ve seçimlerine göre işletilmekte ve yönetilmektedir. Yolsuzluk ve dolandırıcılık faaliyetleri idarenin en üstünden başladığı için işi ve mevzuatı bilen kişilerin değil, idarenin her türlü yolsuzluk ve dolandırıcılık faaliyetine hizmet eden kişilerin atanması ve etkin görevlere getirilmesi kural haline gelmiştir. İdarenin yolsuzluk ve usulsüzlüklerine karşı çıkan kişiler tasfiye edilmekte veya önemsiz görevlere getirilmektedir. Kamuda önemli makamlarda vasıfsız kişilerin bulunmasının bir nedeni de budur.

“İdari eylem ve işlemlerin” birçok örneği vardır. Anayasanın 125. Maddesi ve İdari Yargılama Usulü Kanununa göre  “idari eylem ve işlemler” i iki konuda ele alacağım: 1) Bir memurun atanması, tayini ve görev yerinin değiştirilmesi, 2) Sosyal Güvenlik Kurum sağlık hizmeti satın alımında, Kurumun hizmet aldığı bir SHS (sağlık hizmeti sunucusunu) denetlemesi ve SHS hakkında cezai işlem uygulaması ve yersiz ödemeleri saptaması ve tahsil etmesi işlemleri. Bunlar mahkemelerin bu yasayı ne zaman uyguladığını ve uygulaması gereken yerde de uygulamadığının ve takmadığının örnekleridir.  

            Devlet dairelerinde memur üzerinde yapılan sistematik psikolojik işkence ve baskılar kısaca “mobing” olarak da bilinmektedir. İdareciler hoşlanmadıkları veya usulsüz emirlerini yerine getirmeyen memurları cezalandırmak ve bıktırmak için önce sık olarak yerlerini değiştirir. Çalışmayan, görevini yapmayan, sorumluluk almayan, vasıfsız ve her söyleneni yapan bir memura hiçbir zaman mobing yapılmaz.

            Memurlar üzerinde baskı yapan idareciler bu gücü Anayasanın 125. Maddesinden almaktadır. İdarecilerin psikolojik baskı ve işkencesinin bir memur üzerinde ne gibi sonuçlar verebileceğinin en iyi örneği Gaziantep,  Zeugma Mozaik Müzesi’nde görevli arkeolog Merve Kaçmış’ın intiharıdır.

(https://www.hurriyet.com.tr/gundem/arkeolog-merve-kacmis-intihar-etmisti-muzedeki-sayim-suruyor-41444134 )

            Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde kalp damar cerrahı olarak görev yapan 35 yaşındaki Mustafa Yalçın’ın da kendisine yapılan psikolojik işkence nedeniyle intihar ettiği söylenmektedir. (https://onedio.com/haber/ardinda-alti-sayfalik-mektup-birakti-baskiya-ugrayan-doktor-serumlarla-intihar-etti-966319 )

            Birçok memur kendisine karşı yapılan psikolojik işkenceye dayanamamaktadır. Bu nedenle ruh sağlığı bozulmakta ve intihar edebilmektedir. Mobingi önleyecek bir Anayasa ve yasa maddesi yoktur.

TCK 23-3 maddesine göre “Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur.” Konusu suç teşkil eden bir emri yerine getirmeyen bir memurun bu nedenle suçlanması, cezalandırılması ise idarenin düzenleyici işlemi olmaktadır. Konusu suç teşkil eden emir bir suç teşkil etmekle beraber, amirler bunu doğrudan söylemek yerine memura psikolojik işkence yaparak, aşağılayarak, görev yerini değiştirerek bunu o kişi üzerinden diğer memurlara da öğretirler. SGK SGMM’de hastane ve eczanelerin hak edişlerinin belirlenmesinde böyle bir durum vardır. Fatura komisyonlarının görevi ciddi bir hak ediş denetimi yapmak ve kurum mevzuatına göre ödenmemesi gereken işlemler için ödenmeme kararı vermektir. SGK yönetimi fatura komisyonlarının hastane ve eczane faturalarında hak ediş kesintileri yapılmasını istememektedir. Komisyon başkanları ve çalışanlar bu şekilde seçilmiştir. Böyle bir yapı kurulmuştur. Eğer yazılı olmayan bu kurala aykırı olarak işini ciddi bir şekilde yapan bir kişi varsa görevi değiştirilir, ilgisiz görevler verilir, izin hakları kullandırılmaz, atama veya geçici görevlendirme ile başka illere gönderilir.   

        Bir memurun kendi iradesi dışında başka bir yere atanması ve geçici veya kalıcı görevlendirilmesi idarenin düzenleyici bir işlemidir. Bu memura yapılan psikolojik baskı ve işkencenin devamıdır. Türkiye Cumhuriyeti yasaları ve Anayasasına göre işkence yasaklandığı halde (Anayasa, Madde 17) mağdur olan kişi bu nedenle Cumhuriyet Savcılığına başvuramaz veya bir ceza davası açamaz. Bu durumda mağdur olan memur idari işlem için sadece idare mahkemesine başvurabilir. Kâğıt üzerinde yasal süreç başlar. Mahkemenin alacağı karar belli olduğu halde usulen idarenin bir savunması alınır. İdare yaptığı işlem için abuk sabuk bir savunma yazar. Kafasını fazla yormak zorunda değildir. İdare davanın nasıl sonuçlanacağını bilmektedir. Memurun mağduriyetini kısmen önleyecek tek karar idari işlemini yürütmesinin durdurulmasıdır:

Anayasa’ya göre “İdari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir.” Anayasa’ya göre idari işlem “açıkça hukuka aykırı” olabilir. Bu idari işlemin yasal dayanağının olmaması ve yasaya aykırı bir işlem olması anlamına gelir. Bir de idari işlemle “telafisi güç veya imkânsız zararların doğması” kavramı vardır. Bu kavramın ne olduğu ve nasıl yorumlanacağı açık değildir. İdari işlem “telafisi güç veya imkânsız zararların doğmasına” neden oluyorsa, mahkemenin idari işlemin yürütmesinin durdurulması kararı verebileceği gibi bir olanak varmış gibi görünebilir. Fakat mahkeme yerindelik denetim yapamayacağı için bu mümkün değildir. Yürümenin durdurulması kararı Anayasaya göre “yürütmenin işini yerine getirmesini kısıtlayacak, yürütmenin idari eylem ve işlemde takdir yetkisini kaldırabilecek bir eylemdir.” Mahkeme bu biçimde bir yargı kararı veremeyeceği için hiçbir zaman idari işlemin “telafisi güç veya imkânsız zararların doğmasına neden olduğu” kararını veremez. Bu konuda bir üst mahkemeye itiraz edilemez. Çünkü mahkeme bu konuda bir açıklama yapmak, gerekçe belirtmek zorunda olmadığı gibi, davaya aynı mantıkla bakan bir üst mahkemenin tersine bir karar vermesi de mümkün değildir. İşin komik bir tarafı da herhangi bir davada mahkemenin  “gerekçeli karar vermemesi” Anayasal bir hak ihlâli olarak tanımlanmaktadır. Fakat hak ihlali idari aleyhine açılan davalarda geçerli değildir. Böyle bir davada Anayasa Mahkemesine başvurulduğunda Anayasa mahkemesi burada gerekçeli karar verilmemesini bir hak ihlâli olarak görmeyecektir. Çünkü mahkemeler bu durumda zaten gerekçeli karar vermek zorunda değildir.   

İdare mahkemesi yanılıp şaşırıp yürütmeyi durdurma kararı verirse bu karar Bölge İdare Mahkemelerinden döner.  İdare Mahkemeleri ve Bölge İdare Mahkemelerinin bir tek görevi vardır: İdare aleyhine açılan bir davada idare mahkemesi davacı lehine bir karar verirse bu kararı bozmak ve idareyi korumak!

İdarenin bu şekilde yaptığı görevlendirme nitelik itibarı ile yurt dışındaki bazı ülkelerde bazı kişilerin zorunlu olarak toplama kamplarında çalıştırılmasına, özgürlüklerinin kısıtlamasına, insanlık dışı kötü bir muameleye uğratılmasına benzer bir uygulamadır.   Türkiye’de siyasi partiler başka ülkelerdeki buna benzer uygulamaları eleştirdikleri halde Türkiye içinde bazı kişilerin bizzat Anayasanın bu maddesi ile zorunlu çalışmaya tabii tutulduklarını görmezden gelmektedir.

İdarenin keyfi atama ve geçici görevlendirmesi ile başka bir yerde çalışmaya zorlanan memur İdare Mahkemesinde dava açacak, idare mahkemesi kişi aleyhine ret kararı verecek; kişi zorunlu olarak Bölge İdare Mahkemesine başvuracak. Bölge İdare Mahkemesi de İdareyi koruyan bir karar verecektir. Kişi Anayasal haklarını ihlal edildiğini düşünerek Anayasa Mahkemesine başvuracak, Anayasanın 125. maddesi gereğince Anayasa Mahkemesi bu işlemde Anayasal bir hak ihlali olmadığına karar verecektir. Her dava için mahkeme ve posta masraflarını ödemek zorunda kalacak, taşınma ve konaklama masrafları olacaktır. Bunlarda psikolojik işkencenin devamı olup, kişinin maddi olarak da cezalandırılması anlamına gelmektedir.

Türkiye’de her seviyede her makama genellikle görevi ve makamı hak etmeyen, vasıfsız, tecrübesiz, kişilik bozuklukları olan (psikopat) kişiler atanmaktadır. Bunun nedeni de kendisi gibi benzer özelliklere sahip üst makamlar tarafından atanmalarıdır. Kamuda yaygın usulsüzlük, rüşvet, yolsuzluk ve dolandırıcılıkların ve memurlar üzerindeki psikolojik işkencenin nedeni budur. FETÖ bu nedenle her türlü devlet kademesine sızıp örgütlenebilmiştir. Yöneticilerin bu tür faaliyetlerini bildiği halde mesleğini dürüst bir şekilde yapmaya çalışanlar bu nedenle sürekli baskı altında tutulur, görev yerleri değiştirilir, yola gelmezlerse de başka illere tayin edilir veya geçici görevlendirme ile atanır. Huzurlu ve rahat bir memurluk yapmak isteyen kişiler yöneticilerle iyi geçinmeye çalışır, onların usulsüz emirlerine ve hatta konusu suç teşkil eden emirlerini de yerine getirirler. Bu yozlaşmış idareciler kendi usulsüz faaliyetlerinin bizzat Anayasanın 125. maddesi ve bu maddeye göre görev yapan mahkemeler tarafından korunduğunu bilmektedir.  İşyerlerinde sistematik psikolojik baskı ve işkencelere (mobing), cinsel istismarların da başta gelen nedenidir. İş yerlerinde huzurlu bir çalışma ortamının sağlanması ve memurların, yöneticilerin usulsüz baskı ve istismarından korunması için de Anayasanın bu maddesinin kaldırılması gerekmektedir.  

(*)Yerindelik denetimi, en basit ifadesiyle, üst birimin, alt birimin eylem ve işlemlerinin “yerinde olup olmadığına” karar vermesi ve “kamu yararına” uygun olmadığına karar vermesi halinde, işlem veya eylemi değiştirmesi veya durdurmasıdır.

            SGK’NIN SAĞLIK HİZMETİ SATIN ALIMI İLE İLGİLİ DAVALARDA ANAYASANIN 125. MADDESİ

 Sosyal Güvenlik Kurum sağlık hizmeti satın alımında, Kurumun hizmet aldığı bir SHS (sağlık hizmeti sunucusunu) denetlemesi ve SHS hakkında cezai işlem uygulaması ve yersiz ödemeleri saptaması ve tahsil etmesi işlemleri Anayasaya göre idarenin düzenleyici işlemleridir. SGK sözleşme ile sağlık hizmeti satın aldığı için bu gibi düzenleyici işlemler aslında önce özel hukuku ilgilendiren işlemlerdir. Bu nedenle  “özel hukuk kurallarına” göre ele alınması gerekir. Yersiz ödeme ve cezai işlem tahsilatları için SGK aleyhine “sahte alacak davaları” açan SHS’ları süreli olarak Asliye Hukuk Mahkemelerinde dava açmaktadır. Bu mahkemeler bu iddia ile açılan bütün davaları kabul edip “özel hukuk kuralarına göre “ sonuçlandırması gereken bu davaları da “Medeni Hukuk” ve “Borçlar Kanunu” kuralarına göre sonuçlandırmaya çalışmaktadırlar. Yersiz ödeme ve cezai işlem tahsilatları ile davaları sözleşmeye (özel hukuk) ele almak istemeyen mahkemelerin bu davalarda Anayasanın 125. Maddesini uygulamaması ve davalı SGK’nın bu iki nedenle bu davalara itiraz etmemesi anlamlıdır.

SGK neden cezai işlem uygular ve yersiz ödeme nedir?

Türkiye’de sağlık hizmetleri Devletin kontrolünde değildir ve Devlet tarafından verilmemektedir. Türkiye’nin sağlık sistemi Dünya Bankası tarafından yeniden düzenlenmiştir. Dünya Bankası uluslararası tıp kartelinin çıkarlarına uygun bir sağlık piyasası oluşturmuştur. Bu piyasada satılan sağlık hizmetlerinin bedelinin ödenmesi için bir sigorta sistemi kurulmuştur. SSK, BAĞ-KUR ve Emekli Sandığının birleştirilmesi ile oluşturulan sigorta sistemi bu amaçla SGK adı altında birleştirilmiştir. SGK sağlık hizmeti sunan ve satan sağlık kuruluşlarından sözleşme, protokol ve Global Bütçe uygulaması denilen uygulamalarla sağlık hizmeti satın almaktadır. SGK’dan önce BAĞ-KUR ve Emekli Sandığı da buna benzer bir şekilde SHS’dan sağlık hizmeti satın almaktaydı.

SGK’nın sağlık hizmeti satın alımı sürecinde hiçbir denetim mekanizması yoktur. Sağlık hizmeti satın alımı MEDULA denen bir elektronik ticari sistem üzerinden yapılmaktadır ve yazılı belgesi yoktur. SGK ile anlaşma ve sözleşme imzalayan bütün SHS sağlık hizmeti sunucuları sözleşme kapsamındaki SGK sigortalılarını MEDULA sistemine kaydederek sağlık hizmetlerini sunmakta ve sundukları hizmetler için de her hasta için ayrı ayrı bir hizmet belgesi (fatura) düzenlemektedir. SGK satın alım sisteminde hizmet belgesi beyana göre düzenlenir. Hiçbir zaman yerinde denetlenmez. Hayali ihracatta da buna benzer bir yöntem uygulanmaktadır. SGK birçok SHS'dan (Sağlık Hizmeti Sunucusu) sağlık hizmeti satın almaktadır ve bunların elektronik ortamda tek tek incelenebilmesi ve ödenecek tutarının belirlenmesi mümkün değildir. Bu nedenle düzenlenen faturaların bazı küçük istisnalar hariç ancak % 5’i üzerinden SHS’nun yaptığı açıklamaya göre intranet ortamında hak ediş işlemi yapılır. SHS’nun hak edişlere ilişkin iki itiraz hakkı vardır. Sürecin sonunda belirlenen ödenecek tutar SHS tarafından intranet ortamında onaylandıktan sonra ödeme yapılır. Bu süreçte Kurum’a satılabilecek sağlık hizmetleri, bunların fiyatları ve fiyatlandırma usulleri, özel SHS’da hastalardan alabildikleri “ilave ücretlerin” hangi durumda ve nasıl tahsil edebileceğine ilişkin usuller Sağlık Uygulama Tebliğinde yer almaktadır. SGK sağlık kuruluşlarının hizmet belge veya faturalarını düzenlerken mevzuata uyup uymadığını hiçbir şekilde yerinde denetleyemediği için sözleşme ve protokollerde Kanundan kaynaklanan iki hüküm konulmuştur. Cezai işlem ve yersiz ödeme. Cezai işlem: Sağlık hizmeti sunucularının SHS’nı Kurum mevzuatına uymaya zorlamak, gerektiğinde denetlemek için konulmuş bir hükümdür. Bunlar SHS’nun düzenlemesi gereken bazı belgeleri düzenlememesi ve bazı kurallara uymaması durumunda uygulanır. Cezai işlemlerde SHS’nın savunma ve verilen cezaya itiraz hakları vardır. Sağlık hizmetleri beyana göre satın alındığı için SHS’nın kurum mevzuatına göre ödenmemesi gereken bazı hizmetleri fatura etmesi veya yapmadıkları tedavileri sattığı durumlarda şikâyet, denetim ve soruşturma ile SGK ve Sayıştay’a bu “yersiz ödemeleri” belirleme ve Kurum’a da tahsil etme hakkı verilmiştir. Kâğıt üzerinde kulağa hoş gelse de bu iki sistem de yolsuzluk ve dolandırıcılıkların engellenmesinde yetersizdir ve tahsil edilebilecek ceza ve yersiz ödeme tutarları SHS için önemli tutarlar oluşturmamaktadır. Kendilerine keyfi fatura düzenleme ve tahsil etmek istediği hak ediş tutarına göre gerçek olmayan hizmet belgesi düzenleme yetkisi verilen, Kuruma hizmet satan SHS’nın çok cüzi de olsa hak ediş kesintilerine, para cezalarına ve yersiz ödemelere dahi tahammülü yoktur. Bu nedenle bu SHS’ları bu üç konuda SGK aleyhine “sahte alacak davaları” açmaktadır. Kurum Özel SHS’dan  “özel hizmet sözleşmesi ile sağlık hizmeti satın aldığı için bu davalarda imzalanan sözleşme ve sözleşme ile kabul edilen diğer yasa ve mevzuatın esas alınması gerekir. Yargı reformundan ayrı olarak bu davaların sağlık hizmeti satın alımı ile ilgili nitelikli dolandırıcılık ve yolsuzluk konuları içinde ayrı olarak ele alınması gerekmektedir. Bu suçlar doğrudan EGM Kaçakçılık ve Organize İşler Şubesini ilgilendirmektedir.

Özel SHS’na uygulanan cezai işlemler ve Özel SHS ile Vakıf ve Üniversite Hastanelerine uygulanan “yersiz ödeme” belirleme ve tahsil işlemleri Anayasanın 125. maddesine göre idarenin düzenleyici işlemleridir. Mahkeme ve savcılıkların verdiği para cezaları, Vergi ve trafik cezaları, Kovid-19 yasaklarına uyulmaması nedeniyle verilen cezalar da idare tarafından verilen cezalardır.  Kabahatler Kanunu, Madde 17-3 gereğince “Sosyal güvenlik kurumları ile mahalli idareler tarafından verilen idarî para cezaları kendi bütçelerine gelir kaydedilir. 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 22-1. maddesine göre idarî kurul, makam veya kamu görevlileri yaptırım kararı vermeye yetkilidir.   

 Özel SHS ile Vakıf ve Üniversite Hastanelerine uygulanan “yersiz ödeme” belirleme ve tahsil işlemleri ve özel SHS’na uygulana cezai işlemler Anayasanın 125. maddesine göre idarenin düzenleyici işlemidir. Memurların sürgün niteliğinde usulsüz geçici görevlendirme ve tayinleri ile ilgili davalar için tek yargı yolu nasıl idare mahkemeleri yetkili kılınmış ise, cezai işlem ve yersiz ödeme davalarının da –eğer dava açılacak bir durum varsa- öncelikle idare mahkemelerinde açılması gerekirdi.

Bu davalar usulsüz olarak Asliye Hukuk Mahkemelerinde açılmaktadır. Hangi mahkemede açılırsa açılsın, Anayasa’sının 125. Maddesi olduğu sürece mahkemelerin yerindelik denetimi yapma yetkisinin bulunmadığını, idarenin yürütme görevini yerine getirmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde karar veremeyeceğini bilmesi gerekmektedir. SGK yersiz ödeme ve cezai işlem uygulamalarında tahsil edilen paranın SHS’ne bir şekilde ödenebilmesi için kullanılmak üzere muvazaalı maddi hatalar yapmaktadır. Mahkemeler bu maddi hataları bile dikkate almamaktadır.

Asliye hukuk mahkemeleri bu davalar için hemen yürütmenin durdurulması kararı vermektedir. İlgili Anayasa maddesine göre idari işlemini yürütmesinin durdurulması için “idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması” şartlarının birlikte gerçekleşmesi şartı vardır. İdare mahkemeleri, idarenin hiçbir fiilinin telafisi güç veya imkânsız zararların doğmasına neden olmadığı şeklinde kararlar vermektedir. Burada neticede para tahsil edilmektedir. Bu davalar yıllarca sürse de netice paranın bir yasal faizi vardır ve faizi ile birlikte ödenebilir. Yani ortada bir zarar varsa bu telafi edilebilir. İdari işlemin konu ile ilgili yasa ve mevzuata aykırı yapılması durumunda da mahkeme idare aleyhine karar verebilir. Yukarıda da belirttiğim gidi idare bu konuda zaten muvazaalı hareket etmektedir. Örnek olarak: Özel bir SHS ilave ücret adı altında tahsil ettiği paralar için onam belgesi, Ek-1/B belgesi düzenlememiş ve buna uygun fatura düzenlememiş ise tahsil edilen para için cezai işlem uygulayabilir. Fakat SGK Denetim Birimleri bu işlemler için onam ve Ek-1/B belgesi istemez, neden fatura düzenlemeden para tahsil ettin diye sormaz ve tahsil edilen paralarla ilgili belge ve açıklamaları, şahitleri dikkate almadan tıbbi hizmetle ilişkili olan veya olmayan MEDULA takip numaraları üzerinden neticede açılacak bir dava ile iade edilmesi amaçlanan bir cezai işlem uygulamış ise, cezai işlem gerekçe belirtilerek hukuka uygun değildir diye karar verilebilir. SGK denetim birimi cezai işlemi somut delillere dayandırmak istememektedir.  Burada önemli olan husus  Asliye Hukuk Mahkemeleri gibi Yargıtay’ın da cezai işlem ve yersiz ödemelerin idari bir işlem olduğunu ve SHS’nun bir alacağı olmadığını anlayamaması ve burada Anayasanın 125. Maddesinin uygulanması gerektiğini değerlendirememesidir. Trafik cezası veya kamulaştırılan bir arazi için nasıl bir alacak davası açılamıyorsa bunlar için de bir alacak davasının açılamaması gerekir. Bu da bu davalarda mahkemelerin de muvazaalı davrandığını düşündürmektedir.

Türkiye’de mahkemelerin aldıkları kararlar için sadece bir üst mahkeme olan Bölge Adliye Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay’a itiraz edilebilir. Bu itirazlar sonucunda birçok gerçeğe ve yasalara aykırı içtihatlar birikmekte ve mahkemeler göremeyeceği davaları kabul etmeye ve içtihatlara göre hatalı kararlar vermeye devam etmektedir. Bunun önlenmesi için mahkemelerin de ciddi bir müfettiş heyeti tarafından denetlenmesi gerekir. Bu denetimlerde mahkemelerin davaları kabul ederken kabul edilebilirlik kriterlerine bakıp bakmadıkları, kendi alanına girmeyen davaları kabul edip etmediklerine, alacak davalarında alacağın ve ödemenin belgesinin olup olmadığına ve bunlara bakılıp bakılmadıklarına, sıradan bir kişinin bile değerlendirebileceği basit konularda bilirkişilere başvurulup başvurulmadığına bakılmalıdır.   

            Anayasanın 125. Maddesi darbe Anayasanın bir ürünüdür. Anayasanın tamamının değiştirilmesine ve yeni bir Anayasa yapılmasına gerek yoktur. Bazı yasaların değiştirilmesi ve bazıların da kaldırılması yeterlidir. Hem iktidar hem de muhalefet farklı amaçlarla Anayasa değişikliği yapmak istemektedir. Devlet dairelerinde memurlar üzerinde psikolojik işkencelerin, yolsuzlukların ve dolandırıcılık faaliyetlerinin önlenmesi için Anayasanın 125. Maddesinin kaldırılması gerekir. İktidar ve muhalefetin Anayasanın 125. maddesine karşı tutumları bu konuda samimi olup olmadıklarının bir göstergesi olacaktır.  

 

2-Anayasaya Kanun ile çelişen Kanun Hükmünde Kararname çıkarılamayacağı eklenmlelidir. Kanun hükmünü ortadan kaldıran bir KHK’nin iptal edilmesi ile geçerliliği sonlandırılan Kanunun yeni bir kanuni düzenleme yapılmadan aynen geçerli olacağı açık olarak eklenmelidir.  

Bunun için dava açılmasına gerek olmamalıdır. Bunun için dava açılması değil durumu açıklayan bir dilekçe yeterli olmalıdır. İdari Mahkemeler KHK iptal edilmiş olsa bile KHK’ye göre yapılan bir işlemin geçersizliği konusunda bir karar verememektedir.  Mahkemelere bu sefer KHK’ye göre yapılan idari işlemi idarenin düzenleyici işlemi olarak kabul etmektedir. Bu durumda KHK Kanundan üstün bir duruma gelmektedir. Bu kanunlar için geçerli olan normlar hiyerarşisine uygun değildir. Anayasanın 125. Maddesi mahkemelerin keyfine göre bazen geçerli bir Anayasa hükmüdür bazen de yok hükmündedir. Mahkemeler işine gelmediğinde Anayasanın bu hükmünü zaten uygulamamaktadır.

 

 3-4483 NUMARALI KANUN DEĞİŞTİRİLMELİDİR

4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun

            Türkiye’de ekonomik düzen bir “yolsuzluk ve dolandırıcılık” sistemidir. Bunu unutmamak gerekir. Türkiye küresel emperyalist sistemin yarı sömürgesidir. Türkiye’nin ekonomik sistemi kapitalist bir sistem ise de bu sistem bu küresel emperyalist sisteme bağlı işlemektedir. Bu sistemin kurgulandığı şekilde işletilmesi için “yolsuzluk ve dolandırıcılığı” kolaylaştıran bir sistem olmalıdır. Emperyalist sömürü düzeni ancak böyle çalışabilir. Yolsuzluk ve dolandırıcılık sistemlerinin daima bir kamu bağlantısı vardır. Sistematik yolsuzluk ve dolandırıcılık faaliyetlerinin her zaman bir kamu ayağı vardır. Birçok üst ve alt seviyede idareci ve yönetici bu faaliyetlerin içindedir. 

            657 sayılı Devlet Memurları Kanununda devlet memuru olunması için bir kişinin “zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmaması” gibi şartların arandığı belirtilmiştir. Devlet memuru olduktan sonra bu şartlar ortadan kalkmaktadır. Aksine bu işleri yapmak makbul memur olmanın şartı haline gelmektedir. Devlet Memurları Kanununa göre bir memurun suç işlemesi mümkün değil gibi görünmektedir. Kanunlar, yönetmelikler bir bilgisayar yazılımı ve programı değildir. Kâğıt üzerine yazılı kurallar kişinin nasıl çalıştığını göstermez. Gerçek işleyişin nasıl olduğu buradan anlaşılamaz.

            DMK-11’ e göre “Devlet memurları kanun ve diğer mevzuatta belirtilen esaslara uymakla ve amirler tarafından verilen görevleri yerine getirmekle yükümlü ve görevlerinin iyi ve doğru yürütülmesinden amirlerine karşı sorumludurlar.” Memurların görevini kötüye kullanması olarak belirtilen suçların çoğunda amirler memurun bazı işleri yapmamasını veya görmezden gelmesini ister. Çoğu zaman sadece yönetici değil görevi kötüye kullanacak memurlar önemli yerlere yerleştirilir.

             TCK’nunun 257. Maddesinde “Görevi kötüye kullanma” diye bir suç vardır. Bu kanuna göre “görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı,” “görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı” belirtilmiştir. 

            TCK 278. Maddesine göre işlenmekte olan bir “Suçu bildirmeme” de suçtur. Yasaya göre “İşlenmekte olan bir suçu yetkili makamlara bildirmeyen kişinin, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı,” 279. Maddesine göre “Kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal eden veya bu hususta gecikme gösteren kamu görevlisinin, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı” belirtilmektedir. 280. Maddede de “Sağlık mesleği mensuplarının suçu bildirmemesi” de ayrıca suç kapsamına alınmıştır.

            Bu yasaya göre “ Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme” de suç olarak tanımlanmıştır. Bunların hepsi TCK’nun süsüdür. Kağıt üzerinde vardır. Uygulamada yoktur.

            Anayasanın 125. Maddesinde belirtildiği gibi kamuda çalışan bir memur bir anlamda amirinin kölesi durumundadır. Onun suç teşkil eden işlerini görmemek ve verdiği kanunsuz emirlere itaat etmek durumundadır. Bu gibi suçlara tanık olan kişiler başlarına gelecek belalardan kaçınmak için kimliklerini gizleyerek ihbarda bulunmak zorunda kalabilir. Bu tür ihbarların engellenmesi için “Bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikâyetlerin soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya şikâyetlerde kişi veya olay belirtilmesi, iddiaların ciddî bulgu ve belgelere dayanması, ihbar veya şikâyet dilekçesinde dilekçe sahibinin doğru ad, soyad ve imzası ile iş veya ikametgâh adresinin bulunması zorunludur.” Kaçakçılık ve benzeri suçlar için de böyle bir kural olsaydı bu suçlarla mücadele edilemezdi.    Yasanın değişik dördüncü fıkrasında “Ancak iddiaların, sıhhati şüpheye mahal vermeyecek belgelerle ortaya konulmuş olması halinde ad, soyad ve imza ile iş veya ikametgâh adresinin doğruluğu şartı aranmaz. Başsavcılar ve yetkili merciler ihbarcı veya şikâyetçinin kimlik bilgilerini gizli tutmak zorundadır.” Denilmektedir. Fakat bu durumda da Cumhuriyet Savcıları soruşturma izni vermeye yetkili merciden izin almadan zaten bir şey yapamaz.

            Kamuda çalışan bir görevlinin TCK 278, 279 ve 280 maddesine göre görevi ile ilgili olarak öğrendiği bir suçu bildirebileceği yetkili makam yasada tanımlanmamıştır. Herhangi bir kamu kuruluşunda idarenin üst ve alt yöneticilerinin karıştığı bir suçu memur hangi makama bildirecektir? Bu gibi durumlarda memurun bağımsız yargıya başvurması en mantıklı yol gibi görünmektedir. Bu yol da çıkmaz sokaktır.

            Cumhuriyet Savcısı böyle bir durumla karşılaştığında hiçbir şey yapmadan hemen Vali ve Kaymakam’dan soruşturma izni istemektedir. Vali ve kaymakam suçun işlendiği veya suçla ilişkili kamu kuruluşundan bir müdür veya müdür yardımcısını muhakkik olarak atamaktadır. Suçun işlendiği kamu kuruluşunun işlenen suçla ilgili olarak bir soruşturma izni vermesi akıl ve mantığa aykırıdır. İşlenen suç ile ilgili soruşturma izni verecek kişi zaten bu suça iştirak eden ve suçu bilen bir kişidir. Bu kişilerin kendilerinin de içinde oldukları yolsuzluk ve dolandırıcılık faaliyetlerinin soruşturulmasına izin vermesi beklenemez.  

            Türkiye’de yolsuzluk, dolandırıcılık, hırsızlık ve benzeri ekonomik suçları yasaklayan birçok yasa vardır. Bu yasaların olması tür suçların işlenmesinde Cumhuriyet Savcıları ve mahkemelerin bağımsız soruşturma ve yargılama yapabileceği sanılabilir. TCK 141. Maddesinde hırsızlık, 157. Maddesi ile dolandırıcılık, 158. Maddesi ile nitelikli dolandırıcılık faaliyetleri suç teşkil etmektedir. Bu suçları işleyen kişi eğer kamuda çalışan bir devlet memuru ise suçluların soruşturulması ve yargılanması mümkün değildir. Memur sadece kendi hesabına yolsuzluk yapıyorsa bu takdirde yargılama izni verilebilir.

            Sağlıkta Dönüşüm sürecinde SSK’nın sağlık hizmeti satın alım işi için SSK Sağlık İşleri Genel Müdürlüğü ve buna bağlı İl Müdürlükleri kurulmuştur. SSK Sağlık İşlerinin ilk Genel Müdürü Sami Türkoğlu, Ankara’nın Sıhhiye semtinde bulunan Genel Müdürlük binasında İl Müdürleri ile yapılan bir toplantı konuşmasını hiçbir gereği yokken herhangi bir İl Müdürü hakkında bir şikâyet olursa kendisi için soruşturma izni vermeyeceğini söyleyerek bitirmiştir. Bir Genel Müdür emrinde çalışan İl Müdürleri için neden böyle bir güvence verme ihtiyacı duymuştur?

4483 sayılı Kanunun 2. Maddesinde bu kanunun memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlar hakkında uygulanacağı, 1. Maddesinde de yargılanabilmeleri için belirli mercilerin izin verme şartının olduğu belirtilmiştir. Yasanın 4. Maddesinde Cumhuriyet başsavcılarının böyle bir ihbar veya şikâyet aldıklarında hiçbir işlem yapma yetkisinin olmadığı kayıt altına alınmıştır. Cumhuriyet savcıları şikâyet dilekçesi ve ekinde var olan delillerin bir örneğini ilgili makama göndererek soruşturma izni istemek zorundadır. 4. Maddede her ne kadar ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delillerin tespitinden başka hiçbir işlem yapamayacakları belirtilmiş ise de, ihbar veya şikâyette bulunan memurun ifadesine başvurmadan kaybolma ihtimali olan delillerin hiçbir şekilde tespit edilemeyeceği açıktır.

Soruşturma izni vermeye yetkili makam İlçede kaymakam ve illerde de validir.

Bir kamu kurumu ile ilgili memurların görevini yerine getirmemesi, herhangi bir yolsuzluk, dolandırıcılık ve nitelikli dolandırıcılık faaliyetleri ile ilgili bir suç duyurusunda, kendisinden soruşturma izni istenen makam tarafından görevlendirilen ve Kurum içinde bu tür faaliyetlerin içinde olan bir kişinin bu suçların soruşturulmasına izin vermemesi doğrudan TCK 281-1 maddesine göre gerçeğin meydana çıkmasını engelleme” suçunun işlenmesi anlamına gelir.  Soruşturma izni verilmediğinde gerçek nasıl ortaya çıkacak, deliller nasıl belirlenecek ve kimin tarafından incelenecektir. İzin vermeyen makam doğrudan bu suçu işlemektedir.

4483 madde kamudaki yolsuzluk, dolandırıcılık ve nitelikli dolandırıcılık faaliyetleri için bir bağışıklık getirmektedir.

Kamuda bir kısım memurun ve yöneticinin katıldığı ekonomik bir sonuç doğuran, yolsuzluk, dolandırıcılık ve nitelikli dolandırıcılık faaliyetleri ile ilgili bir suç duyurusunun doğrudan Cumhuriyet Savcılıkları tarafından soruşturulması gerekir. Bu tür suçların Cumhuriyet Savcıları tarafından soruşturulmasını engelleyen her türlü faaliyet engellenmelidir. Cumhuriyet Savcıları bu tür suçların soruşturulmasında EGM Kaçakçılık ve Organize İşler Şubesi ve Sayıştay dışında bilirkişi ve adli tıp gibi farklı birimlerden yardım almamalıdır.  

4483 İÇİN ÖRNEK SUÇ DUYURUSU

SGK kurumunda çalıştığım dönemde Kurum içinde sağlık hizmeti satın alım, denetim, cezai işlem ve yersiz ödeme işlemlerine fesat karıştırıldığını; Kurum aleyhine açılan “sahte alacak davaları” nda denetim birimi ve kurum avukatlarının davaların muvazaalı olarak kaybedilmesi için çalıştıklarını görevimle bağlantılı olarak öğrenerek işlenmekte olan suçu TCK 278, 279, 280. Maddesi gereğince işlenmekte olan suçu 14.06.2016 tarihinde Kurum Başkanlığına bir rapor ile bildirdim. Kurum Başkanlığının bu suç duyurumla ilgili olarak gereğini yapacağına Kanuna aykırı olarak geçici görevlendirme ile görevimden uzaklaştırmayı ve cezalandırmayı tercih etmiştir. Bu sefer işlenmekte olan suçları TCK’nunun ilgili maddeleri gereğince Antalya Cumhuriyet Savcılığına (19.01.2018 tarih ve 18/6107 E.) suç duyurusunda bulundum. Suç duyurumda, Kurum aleyhine açılan sahte alacak davalarında yargılamaya ilişkin hatalar, hatalı bilirkişi görevlendirilmeleri, görevlendirilen bilirkişilerin uzmanlık alanları, bilirkişilerin düzenlediği gerçeğe aykırı bilirkişi raporları yer almaktadır. Bu konular mahkemeleri, Adalet Bakanlığını, Sayıştay ve Yargıtay Başkanlığını da ilgilendirmektedir. Bu nedenle 25.7.2018 tarihinde Adalet Bakanlığı Bilirkişilik Daire Başkanlığına, Yargıtay Başkanlığına ve Sayıştay Başkanlığına konu ile ilgili suç duyurularımı yaptım.  Adalet Bakanlığı Bilirkişilik Daire Başkanlığı ve Sayıştay Başkanlığı dilekçeme cevap vermemiş veya sudan bir cevapla geçiştirmiştir. Antalya Cumhuriyet Savcılığına verdiğim suç duyurusu için Savcılık Antalya Valiliğine, Valilik de Antalya SGK İl Müdürlüğünde çalışan bir müdür yardımcısını görevlendirmiştir. Suçlama SGK üst yönetimi, Teftiş Kurulu ve Müfettişlerini de içerdiği halde SGK Antalya İl Müdürü yardımcısının soruşturma izni vermemesi ile Cumhuriyet Savcılığının soruşturma yapması engellenmiştir. Yargıtay Başkanlığı şikâyetin Yargıtay’ı ilgilendiren konuları ile ilgili bir işlem yapmamış ve bana cevap vermemiştir.  Antalya Cumhuriyet Savcılığının Kurum Başkanlığını da içeren suç duyurusu için soruşturma izni vermemesinden hareketle Ankara Cumhuriyet Savcılığına başvurmuştur (14.12.2018, Sor. No. 2018-156064). Ankara Cumhuriyet Savcılığı bu sefer SGK Başkanlığından soruşturma izni istemiştir. Beklendiği ve tahmin edilebileceği gibi bu suçlarla ilgili olan SGK Başkanlığı da kendisinin soruşturulması için izin vermemiştir. İşlenmekte olan bir suçun içinde olan hiçbir makam kendisi için soruşturma izni vermez!

 SGK’nun sağlık hizmeti satın alım işlemi özel bir yasa ve mevzuata göre yapılsa da bu işlem ihale ile bir hizmet alımı ile benzer niteliktedir. İhale ile hizmet alımında bir şartname vardır. SGK hizmet alımında da alınacak hizmete ilişkin şartname, fiyatlandırma usulü ve diğer koşullar belirtilmiştir. İhalede alınan iş veya hizmetin şartnameye uygun olup olmadığı hususunda hak ediş belirleme işlemi vardır. SGK hizmet alımında da SGK SSGMM’de alınan hizmetin hak ediş işlemi (ödenecek tutarın belirlenmesi) yapılır. SGK hizmet alımının diğer bir

İhale ile hizmet alımından farkı satılan hizmetin SHS’tarafından tek taraflı bir beyanla Kurum’un MEDULA sistemine yüklenmesi, sisteme yüklenen elektronik hizmet belgesinin sadece % 5’i üzerinden hak ediş denetimi yapılması ve bu hak edişi belirleme işleminin de SHS’nın düzenlediği belge ve açıklamalara göre yapılmasıdır. Beyana göre hizmet alımı esasen kuruluş şekli itibarı ile bir nitelikli dolandırıcılık mekanizmasıdır. SGK’nda yapılan sözde hak ediş belirleme işleminde Kurum beyan edilen hizmetlerde herhangi bir hak ediş kesintisini engelleyecek şekilde bir yapılanmaya gitmiştir. Ciddi bir hak ediş denetimi ve kesinti yapabilecek kişiler görevlerinden uzaklaştırılırken, itiraz inceleme kurulları da SHS’nın lehine karar verecek kişilerden oluşturulmaktadır. Hizmet beyanının % 0.5’inden düşük olan hak ediş kesintilerinde de SHS sahte alacak davaları açmakta ve bu davalar gene Kurum yönetici ve avukatlarının muvazaalı davranışı ve gerçeğe aykırı bilirkişi raporları ile davalar kaybedilerek kesilen tutar iade edilmektedir. Bu satın alma modeli ve hak ediş belirleme işlemi nitelik olarak TCK 235. Maddesinde tanımlanan “İhaleye fesat karıştırma” işlemine uymaktadır. Hak ediş işlemi yapılmaması ve Kurum mevzuatına göre ödenmemesi gereken işlemler için ödeme kararı verilmesi TCK’nun 235-2 madde (a) fıkrasının 3. ve 4. Maddelerine göre ihaleye fesat karıştırılması suçuna uymaktadır. Açılan sahte alacak davaları ile Mahkemeler de bu suç için kullanılmaktadır.

 

TCK’nun 235-2 madde (a) fıkrası

3. Teklif edilen malları, şartnamesinde belirtilen niteliklere sahip olduğu halde, sahip olmadığından bahisle değerlendirme dışı bırakmak,

4. Teklif edilen malları, şartnamesinde belirtilen niteliklere sahip olmadığı halde, sahip olduğundan bahisle değerlendirmeye almak.

 

            Örnek suç duyurusunda da olduğu gibi, Kamu çalışanının görevini ihmal edilmesi, sağlık hizmeti satın alım işine (ihaleye) fesat karıştırılması gibi suçlar her ne kadar TCK’na göre suç teşkil etse de bu suçun işlenmesine imkân sağlayan, buna uygun bir iş örgütlemesi yapan, suç işleyenleri koruyan ve kollayan SGK Başkanlığının ve alt düzey Müdürlerinin kendilerinin de içinde oldukları bu suçlar için bir soruşturma izni vermesi söz konusu bile değildir.  4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun kamu kurumlarında yolsuzluk ve nitelikli dolandırıcılık faaliyetlerinin soruşturulmasını ve bu suçu işleyenleri yargılanmasını engellemektedir. Bu kanun maddesi kaldırılmadığı sürece kamu kuruluşlarında yolsuzlukların ve nitelikli dolandırıcılık faaliyetlerinin engellenmesi ve temiz bir toplum kurulması mümkün değildir.  

İLGİLİ TCK MADDELERİ

Madde 281- (1) Gerçeğin meydana çıkmasını engellemek amacıyla, bir suçun delillerini yok eden, silen, gizleyen, değiştiren veya bozan kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Kendi işlediği veya işlenişine iştirak ettiği suçla ilgili olarak kişiye bu fıkra hükmüne göre ceza verilmez.

(2) Bu suçun kamu görevlisi tarafından göreviyle bağlantılı olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.          

Görevi kötüye kullanma (1)

            Madde 257- (1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

            (2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

            Madde 281- (1) Gerçeğin meydana çıkmasını engellemek amacıyla, bir suçun delillerini yok eden, silen, gizleyen, değiştiren veya bozan kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Kendi işlediği veya işlenişine iştirak ettiği suçla ilgili olarak kişiye bu fıkra hükmüne göre ceza verilmez.

            (2) Bu suçun kamu görevlisi tarafından göreviyle bağlantılı olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

İhaleye fesat karıştırma

            Madde 235- (1) (Değişik: 11/4/2013-6459/12 md.) Kamu kurumu veya kuruluşları adına yapılan mal veya hizmet alım veya satımlarına ya da kiralamalara ilişkin ihaleler ile yapım ihalelerine fesat karıştıran kişi, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

            (2) Aşağıdaki hallerde ihaleye fesat karıştırılmış sayılır:

            a) Hileli davranışlarla;

            1. İhaleye katılma yeterliğine veya koşullarına sahip olan kişilerin ihaleye veya ihale sürecindeki işlemlere katılmalarını engellemek,

                    2. İhaleye katılma yeterliğine veya koşullarına sahip olmayan kişilerin ihaleye katılmasını sağlamak,

            3. Teklif edilen malları, şartnamesinde belirtilen niteliklere sahip olduğu halde, sahip olmadığından bahisle değerlendirme dışı bırakmak,

              4. Teklif edilen malları, şartnamesinde belirtilen niteliklere sahip olmadığı halde, sahip olduğundan bahisle değerlendirmeye almak.

       b) Tekliflerle ilgili olup da ihale mevzuatına veya şartnamelere göre gizli tutulması gereken bilgilere başkalarının ulaşmasını sağlamak.

            c) Cebir veya tehdit kullanmak suretiyle ya da hukuka aykırı diğer davranışlarla, ihaleye katılma yeterliğine veya koşullarına sahip olan kişilerin ihaleye, ihale sürecindeki işlemlere katılmalarını engellemek.

            d) İhaleye katılmak isteyen veya katılan kişilerin ihale şartlarını ve özellikle fiyatı etkilemek için aralarında açık veya gizli anlaşma yapmaları.

            (3) (Değişik: 11/4/2013-6459/12 md.) İhaleye fesat karıştırma suçunun;

a) Cebir veya tehdit kullanmak suretiyle işlenmesi hâlinde temel cezanın alt sınırı beş yıldan az olamaz. Ancak, kasten yaralama veya tehdit suçunun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca bu suçlar dolayısıyla cezaya hükmolunur.

b) İşlenmesi sonucunda ilgili kamu kurumu veya kuruluşu açısından bir zarar meydana gelmemiş ise, bu fıkranın (a) bendinde belirtilen hâller hariç olmak üzere, fail hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

            (4) İhaleye fesat karıştırma dolayısıyla menfaat temin eden görevli kişiler, ayrıca bu nedenle ilgili suç hükmüne göre cezalandırılırlar.

            (5) Yukarıdaki fıkralar hükümleri, kamu kurum veya kuruluşları aracılığı ile yapılan artırma veya eksiltmeler ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, kamu kurum veya kuruluşlarının ya da kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının iştirakiyle kurulmuş şirketler, bunların bünyesinde faaliyet icra eden vakıflar, kamu yararına çalışan dernekler veya kooperatifler adına yapılan mal veya hizmet alım veya satımlarına ya da kiralamalara fesat karıştırılması halinde de uygulanır. 

 4- BİLİRKİŞİLİK YASASI DEĞİŞTİRİLMELİDİR 

Türkiye’de adli sistemin en önemli sorunlarından birisi hâkim ve savcılık mesleklerinde uzmanlaşmanın olmamasıdır. Hâkimler bu nedenle birçok davada dava konusunu dahi doğru olarak anlayamamaktadır. Dava konusunu anlayamadıkları ve kolaylarına da geldiği için davaları bilirkişiler vasıtası ile sonuçlandırmaya çalışmaktadır.  Bilirkişilik sorunlarının daha somut örneklerle açıklanmasında yarar vardır. Bu nedenle bu konu SGK aleyhine açılan sahte alacak davalarında hatalı bilirkişi görevlendirmeleri örneği üzerinden anlatılacaktır. Diğer davalarda da benzer bilirkişi sorunları olduğu açıktır. 

SGK’nın hizmet satın aldığı SHS’nın açtığı davalarda, davanın konusuna göre nasıl bir bilirkişi seçmesi gerektiğini bilmeyen hâkimler sürekli olarak hatalı görevlendirmeler yapmaktadır. Bilirkişi seçiminde sürekli olarak hatalı bilirkişilerin tercih edilmesi bunun sadece bilgisizlikten kaynaklanmadığını da düşündürmektedir.  Aslında bu davalar herhangi bir bilirkişi raporu olmadan da kolaylıkla anlaşılabilecek davalardandır.

Bu davalarda sürekli hatalı bilirkişi görevlendirmeleri ve bunların düzenlediği raporlara göre davaların hep aynı şekilde sonuçlanması mahkemelerin almak istediği karara göre bilirkişi görevlendirmesi yaptıklarını düşündürmektedir. Bu mekanizma ile mahkemelerin sürekli benzer kararlar vermesi Yargıtay içtihatlarını da etkilemiştir. Hatalı mahkeme kararlarına dayanan sayısız Yargıtay içtihatları vardır. Bu hatalı içtihatlar sonucunda mahkemeler bunlarla çelişmeyen kararlar almaya zorlamaktadır. Hatalı bilirkişi seçimlerinin bir nedeni de bu olabilir. Mahkemelerin görevlendirdikleri bilirkişiler hemen hemen hiç değişmemektedir. Nasıl rapor düzenleyeceği bilinen bilirkişiler bu davalarda nerede ise müdavim veya varsayılan bilirkişiler haline gelmiştir. 

Toplum içinde açılan davalarda avukatların rolü abartılmaktadır. Görülen davanın konusu ne olursa olsun ve davacı haksız bile olsa iyi bir avukatın davanın sonucunu belirleyebileceği sanılmaktadır. Hâlbuki davalarda en önemli müessese, bilirkişilik müessesidir. Türkiye’de yargılama ABD’de olduğu gibi açık olarak değil yazışmalar üzerinden yürütülür. Duruşmayı inceleyen bir kişi bu nedenle hiçbir şey anlamaz. Dava dilekçesi verilir. Mahkeme davayı genellikle kabul eder. Davalı bu iddialara karşı cevap ve belgelerini mahkemeye sunar. Hâkim bunları okuduktan sonra/veya hiç okumadan ilk celsede bilirkişi görevlendirmesi yapar. Tarafların beğenmediği bilirkişiler görevlendirilmez. Bilirkişi raporu davacı tarafın aleyhine ise arzu edilen yönde rapor yazacak ikinci bir bilirkişi görevlendirmesi yapılır. Dava istinaf için Bölge Adliye mahkemesine veya Yargıtay’a giderse onlar da benzer bir bilirkişi görevlendirmesi yapar. Fakat bu sefer de gene mahkemenin istediği gibi rapor düzenleyecek bir bilirkişi atanır.   Öncekilere benzer bir rapor alınır. Davayı anlayan ve doğru bir rapor düzenleyen bir bilirkişi kazaen görevlendirilirse herkes bundan rahatsız olur ve öncekilere benzer rapor düzenleyecek bir hakem bilirkişi görevlendirilir. Diğerleri ile paralel bir bilirkişi raporu daha alınır.  Bilirkişi seçiminin fasit dairesi (aptal döngüsü=circulus viciosus) budur.  

   Gerçeğe aykırı bilirkişi raporuna göre verilen adli karar Yargıtay temyizinden sonra Yargıtay İçtihadı haline gelir. Sistemin bu şekilde işlemektedir. Türkiye’de adli sistemin önemli sorunlarından birisi de bilirkişilik müessesi ve mahkemelerin değerlendirme yetersizliği veya almak istediği sonuca göre yaptığı hatalı bilirkişi görevlendirmeleridir.

Bilirkişilik sorunlarına bir çözüm getirmek için 3.11.2016 tarihinde 6754 numaralı Bilirkişilik Kanunu çıkarılmıştır. Bilirkişilik Kanununda bilirkişi atanmalarında esas alınmak üzere Bilirkişilik Temel ve Alt Uzmanlık alanları belirlenmiştir. Diğer yasa ve yönetmeliklerde olduğu gibi her şey bu kanuna uygun olarak yapılmış veya yapılacak olsaydı bilirkişilikle ilgili hiçbir sorun olmazdı. Çıkarılan Bilirkişilik Kanunu bilirkişilik sorunlarını çözecek ve gerçeğe aykırı rapor düzenleyecek bilirkişilerin görevlendirmesini engelleyecek bir kural getirmemiştir. Hiçbir sorunu da çözmemiştir.

 Kanuna göre  “Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde oy ve görüşünü sözlü veya yazılı olarak vermesi için başvurulan gerçek veya özel hukuk tüzel kişisi Bilirkişi olarak tarif edilmiştir.

Kanunun 3- (1) maddesine göre “Bilirkişinin, görevini dürüstlük kuralları çerçevesinde bağımsız, tarafsız ve objektif olarak yerine getirmesi” şarttır. Kanunun 3-(6) maddesine göre bilirkişi görevlendirmeden önce “Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren sorunun açıkça belirtilmesi ve inceleme yaptırılacak konunun kapsamı ile sınırlarının açıkça gösterilmesi” gerekmektedir. Bilirkişinin tarafsızlığını ve dürüstlüğünü denetleyen bir merci yoktur. Bu bilirkişinin keyfine kalmıştır. Bu bilirkişilerin derdi değildir.

Kanunun 10-1(e) madde ve fıkrasına göre bilirkişinin “Bilirkişilik yapacağı uzmanlık alanında en az beş yıl fiilen çalışmış olmak ya da daha fazla çalışma süresi belirlenmiş ise bu süre kadar fiilen çalışmış olmak.” Koşulu da vardır. Bilirkişilik başvurusu sırasında aşırı bir hassasiyet gösterilir, kişinin bilirkişilik yapacağı konuda iş deneyimi ve çalışmasını gösteren belgeler istenir. Bu belgeler sadece istenir ve dosyaya konur. Sonra kimse bunlara bakmaz.   Dosyada durur. SGK sağlık hizmeti satın alımı ile ilgili davalarda hâkimler SUT’dan veya MEDULA’dan anlayan ve tarafların tanımadığı bilirkişi atanması kararları almaktadır. Bu maddeden de anlaşılacağı üzere aranan nitelik konuda uzmanlık ve iş deneyimidir. SUT yazılı bir belgedir. Okuyan herkes iyi kötü anlar. MEDULA bir intranet sistemi ve programıdır. Farklı yönleri vardır. SUT ve MEDULA uzmanlığı veya anlayan kişi olmaz. Böyle bir görevlendirme uçak kazası ile ilgili bir davada mahkemenin uçak gören veya uçakla seyahat eden bir kişiyi  bilirkişi olarak ataması gibi bir şeydir. Bilirkişilik için iş deneyimi de gerektiğine göre SGK’da çalışan bir hekim sık olarak görüştüğü, danıştığı ve toplantı yaptığı Kurum içindeki avukatları ve hastane temsilcilerini tanımaktadır. Kurum dışından atanan bilirkişiler de aynı şehirde iseler tarafları tanımaktadır.  Kişilerin tarafları bilmesi ile taraflardan birisi lehine rapor düzenlemesi farklıdır. Bir bilirkişi raporunu inceleyen hâkimin öncelikle bu bilirkişinin geçerli mevzuatı bilip bilmediğine, dava konusunu mevzuata göre değerlendirip değerlendirmediğine bakması,   gerçeğe uygun ve tarafsız bir rapor düzenleyip düzenlemediğine göre değerlendirmesi ve gerçeğe aykırı rapor düzenleyen bilirkişi için de suç duyurusunda bulunması gerekir.

 Yasa gereğince Bilirkişilik Daire Başkanlığı ve bölge kurulları da oluşturulmuştur. Yasa Bilirkişilik Daire Başkanlığına “Bilirkişiliğe ilişkin ulusal ve uluslararası kongre, sempozyum ve panel gibi bilimsel organizasyonları düzenlemek veya desteklemek” görevi de vermiş ise de yargı reformu tartışmalarının yapıldığı bu dönemde böyle bir kongre, sempozyum düzenlenmemiştir. Barolar Birliğinin yargı reformu önerileri içinde bilirkişi sorunları yoktur.  Adli sistemin hatalı işlemesi ve davaların hatalı sonuçlanmasının esas nedenlerinden birisi de bu bilirkişilik müessesesidir.  

SGK SAĞLIK HİZMETİ SATIN ALIM SİSTEMİNDE ALACAK VE SAHTE ALACAK DAVALARI NELERDİR? BU DAVALARDA BİLİRKİŞİ SORUNLARI NELERDİR?

SGK’na sağlık hizmeti satan SHS’ları hak ediş tutarlarındaki kesintiler, yersiz ödemeler ve cezai işlemler için Kurum aleyhine sürekli olarak “sahte alacak davaları” açmaktadırlar. “Sahte alacak davaları” dememizin nedeni gerçekte bir alacak olmadığı halde, sanki ödenmemiş bir alacak varmış iddiası ile açılan dolandırıcılık davaları kast edilmektedir. Bu nedenle borç ve alacağın tanımı,  SGK sağlık hizmeti satın alım modelinde ödenmesi gereken tutarın (hak ediş) nasıl belirlenip ödendiği, borç ve alacağın kanıtının (belgesinin) ne olduğu, yersiz ödeme ve cezai işlemlerin niteliği ve bunların bir alacak olarak ele alınıp alınamayacağı değerlendirilecektir.

SGK sağlık hizmeti satın alım sistemi: Türkiye’de sağlık hizmet birçoklarının sandığı Türkiye’de sağlık hizmet birçoklarının sandığı gibi devlet tarafından verilen bir hizmet değildir.  SGK sözleşme ve protokol ile sağlık hizmeti satın almaktadır. Hizmet satan bütün hastanelerin SGK tarafından karşılanan sağlık hizmetlerini bilmesi, hizmetleri SGK sistemine göre (Sağlık Uygulama Talimatı –SUT) fiyatlandırması beklenir. SHS bu hizmetler üçün düzenlediği hizmet belgelerini SGK’nın intranet sisteminden MEDULA uygulamasına yükler (gönderir). Sağlık hizmeti satın alım hizmeti MEDULA denilen bir intranet sisteminde vasıtası ile yapılmaktadır. Satın alımla ilgili bütün belgeler dijital belge olup yazılı bir belge yoktur. SGK’nın nasıl sağlık hizmeti satın aldığını bilmeyen mahkemeler dava açan SHS’nun sunduğu sahte belgeleri davanın belgesi olarak görüp SGK’dan da yazılı belgeler istemektedir. Hizmet alımında sadece bu dijital kayıtlar geçerli olduğu halde davacı SHS hasta dosyalarını davanın delili olarak mahkemeye sunmaktadır ki bunlar sahte belge niteliğindedir. Gerçek belge MEDULA sayfasında ve sisteminde kayıtlı belgedir.  Hak ediş işlemi yazılı tetkik, tahlil ve belgeler üzerinden yapılmaz. Bu gibi davalara bakan hâkimler taraflardan sürekli olarak yazılı belgeleri ister. Bu da hâkimlerin bu işin intranet ortamında yapıldığını bilmemesi anlamına gelmektedir.  Hizmet alımın yazdırılan belgeleri ödeme belgesi, Evrak Mutabakat Detay Belgesi ve Sağlık Kurumu İtiraz İnceleme Komisyonu raporudur. Satın alınacak sağlık hizmetlerinin bir şartnamesi vardır. Davaların sözleşme ve sözleşme ile kabul edilen şartnameye göre değerlendirilmesi gerekir. Bu şartnamede hizmetin nasıl sunulacağı, fiyatlandırılacağı, fatura düzenleneceği, hak ediş belirleme süreci, ödemelerin nasıl yapılacağı, SHS’ın sözleşmeye uymadığı durumlarda hangi cezai işlemlerin uygulanacağı ve SHS’nın Kurum mevzuatına göre ödenmemesi gereken faturalar düzenlemesi ile oluşan yersiz ödemelerin nasıl saptanacağı ve tahsil edileceği kanun, genelge ve sözleşmeler ile belirlenmiştir. Cezai işlemler sadece özel sağlık kuruluşları için söz konusudur. Yargıtay dâhil hiçbir mahkeme bu davaları sözleşme ve şartnameye göre değerlendirmemektedir.

SGK sağlık hizmeti satın alımı sistemi bir kamu kuruluşunun ihale ile mal ve hizmet alımına benzer bir sistemdir. İhale sisteminden önemli bir farkı sunulan hizmetin somut olmaması, yerinde denetlenmemesi ve hizmetin tek taraflı beyan üzerinden alınmasıdır.    Hizmet beyanı aylık olarak SGK’nın MEDULA intranet sistemine yüklenir (upload).  MEDULA sistemi bir programla hak ediş belirleme işlemi yapılacak % 5’lik bölümünü örnekler. Örneklenen bölümde hizmet beyanını düzenleyen SHS’nun açıklamalarına göre bilgisayar üzerinde bir hak ediş denetimi yapılır. İlk inceleme sonucu ödenmeme kararı verilen işlemler için SHS itiraz eder. Bu itiraz sonucu ödenmeyen kalemler için SHS’nun üst kurula ikinci bir itiraz hakkı vardır. İtiraz aşamaları bittikten sonra SHS’nun ödenecek tutarı uygun bulup sistem üzerinde onaylaması ile MEDULA sistemi ödenecek tutarı hesaplar ve ayrıntılı   “Hizmet Detay Belgesi” ni düzenler. SGK muhasebesi sistemin düzenlediği bu PDF belgesine göre “ödeme belgesini” düzenler ve ödenecek tutar talep edilmeden belirlenen tarihte SHS’nun sisteme kayıtlı banka hesabına yatırılır. Bu sağlık hizmeti satın alım sisteminde MEDULA sisteminde belirlenen ve SHS tarafından onaylanan ödenecek tutar SGK’nun borcu, SHS’nun da alacağıdır. “Hizmet detay belgesi,” “ödeme belgesi” ve ödemenin yapıldığını gösteren banka dekontu ödenecek tutarın belgesidir. SHS’nın alacağının ödenip ödenmediği banka dekontlarına bakılmak suretiyle kolayca anlaşılabilir. Sahte alacak davalarına bakan hiçbir hâkim banka dekontu ve ödeme belgesini aramaz, araştırmaz.  Eğer araştırmış olsaydı ortada ödenmemiş bir borç olmadığını ve ödeme belgesindeki tutarın SHS’nın banka hesabına yatırılmış olduğunu görür ve davayı reddederdi. Bu şeklide açılan birçok dava da daha açılmadan sonlanırdı. Fakat mahkemelerin izlediği yol bu değildir. Davaların neticede SHS lehine sonuçlandırılması gerekir.

SGK ve SHS arasındaki tek alacak-borç ilişkisi sağlık hizmeti satın alımı ile ilgili bu ilişkidir. Kurum aleyhine sahte alacak davası açan SHS, hak ediş işlemi için MEDULA sistemine yüklediği fatura tutarını “alacak” olarak gösterip hak ediş denetiminden önce beyan ettiği tutarın ödenmemesini ve yapılan hak ediş kesintilerini “alacak” gibi göstererek sahte alacak davaları açmaktadır.  Sahte alacak davalarının amacı Kurum şartnamesine göre uygun olmayan hizmetler için hak ediş belirleme sürecinde alınan ödenmeme kararlarıdır. Kurum hak ediş kesintilerini engellemek için elinden geldiği kadar çaba harcasa da ister istemez önemsiz de olsa bu kesintiler olabilmektedir. SHS beyan ettiği tutarı basit bir alacak gibi göstererek mahkemeyi aldatmaktadır. Davacı hastaneler konunun uzmanı olmayan bilirkişi atanmasını talep eder. Mahkeme vasıtası ile bu bilirkişilere sahte/sözde bir hak ediş denetimi yaptırarak (yaptırmış gibi göstererek) beyan edilen tutarın ödenmesi sağlanır. Sözleşme ve yasaya göre mahkemelerin ve bilirkişilerin sahte bir hak ediş belirleme işlemi yapma yetkisi yoktur. Bu mahkeme ve bilirkişilerin bu nitelikli dolandırıcılık faaliyetine katılması anlamına gelir.   Davacı hastaneler, muvazaalı hareket eden SGK ve avukatları vasıtası ile SGK’nu zarara uğratmaktadırlar.

Kurum’a hizmet satan SHS’nun hiçbir faaliyeti Kurum tarafından denetlenmediği için beyan edilen işlemlerin hepsi aksi bir durum saptanmadığı sürece doğru kabul edilerek incelenir. Bunların gerçekliği sorgulanmaz. Her bir hizmet işleminin tek tek doğruluğu araştırılamaz ve bunu yapmak imkânsızdır. Aksi takdirde işin içinden çıkılmaz.  Şikâyet ve denetimlerle SHS’nun Kurum mevzuatına uymadığı işlemler denetimler SHS’nun düzenlemesi gereken ve düzenlediği belgelere göre değerlendirilir. Kurum mevzuatına göre ödenmemesi gereken hizmetler için (yersiz ödeme) yapılan ödemeler ve cezai işlem gerektiren fiiller ilgili yasa ve sözleşme gereğince SGK ve Sayıştay tarafından denetlenebilmekte ve SGK tarafından tahsil edilmektedir. Yersiz ödeme ve cezai işlemler adından da anlaşıldığı gibi SHS’dan hizmet alımı ile doğrudan ilgili işlemler değildir. Bunlar yukarıda açıklandığı gibi, Anayasaya göre “idarenin düzenleyici işlemleridir.” Bu işlemlerle ilgili hukuki sorunlar esas olarak SHS ve SGK arasında imzalanan özel hizmet sözleşmesi gereğince çözümlenmelidir. Mahkemeler hiçbir zaman bu davaları sözleşme ve özel hukuk kuralları çerçevesinde ele almamaktadır. Bir mahkeme bunların özel hukuk kurallarına göre göre nasıl değerlendirilmesi gerektiğini bilmiyorsa, bunların en azından Anayasanın 125. Maddesine göre değerlendirmesi gerektiğini hatırlaması ve bilmesi gerekir. Üst mahkemeler dâhil mahkemeler bu sahte alacak davalarında borcun ne olduğunu bilmemekte, salağa yatmakta ve borcun ödendiğini gösteren belgeleri aramamakta ve sunulduğu zaman da görmemeye devam etmektedir.  Bu belgeler ibraz edilse de mahkemelerin tavrı değişmemektedir!

Kurum’a hizmet satan Vakıf ve üniversite hastaneleri ve özel SHS yersiz ödemeler için, özel SHS’da cezai işlemler için SGK aleyhine sürekli sahte alacak davaları açmakta ve bu davaları her zaman kazanmaktadırlar. Açılan her davayı kaybeden bir Kurum’un yapılan kesintileri hatalıyım diyerek ödemesi ile hiç olmazsa mahkeme masrafları yarı yarıya düşerdi. Kurum avukatları SGK’nu savunmamaktadır. Fakat sürekli olarak BAM ve Yargıtay itirazlarını usulen yapmaktadır. Sonuçlar zaten değişmemektedir.

Sahte alacak davaları nasıl açılır?  SHS (Üniversite veya özel hastane) beyan ettiğim tutarın ödenmesi için yanlış bir beyanla sahte bir alacak davası açar. Bu davaların özellikleri şunlardır. Hastane beyan ettiği tutarı ödenmesi gereken tutar gibi göstererek sahte bir fatura düzenler. Veya böyle bir iddiada bulunur Yukarıda belirttiğim gibi bu hizmet alım modelinde kâğıt üzerine basılı fatura yoktur. Fatura dijital (PDF) belgedir. SHS, MEDULA sisteminin düzenlediği Hizmet Detay Belgesi’ni Word belgesine yapıştırıp bazı sütunlarını silmek suretiyle gerçekte bir alacağı varmış gibi algı oluşturmaya yarayan sahte belge (fatura) düzenler. Alacağının kanıtı da tetkik, tahlil, rapor fotokopilerinin olduğu dosya özetleridir. Hizmet alımı ile ilgili bütün bilgilerin MEDULA sisteminde saklandığını bir kere daha hatırlatalım. Hastane itiraz inceleme aşamasında beyan ettiği tutardan kesintiler yapılmasını ve ödenmemesini iddiasının kanıtı olarak sunar. Kendine göre çok haklıdır. İntranet üzerinden gönderdiği bir dijital fatura vardır. Bu ödenmemiştir. Kurum bunu ödeyeceğine kanunsuz olarak hak ediş denetimi yapmıştır. Yani mahkemeye göre sözleşme geçersizdir. Mahkemeler bilirkişiler vasıtası ile sahte bir hak ediş denetimi yaptırmak suretiyle SGK-SSGMM’de yapılan hak ediş denetimlerini de yok ve kanunsuz hale getirmektedir. Bunu yapabilmesi için önce konu ile ilgili yasa ve mevzuatın yürürlüğünün de durdurulması gerekir.

Tek taraflı bir hizmet beyanı Sahte alacak davaları açan hiçbir SHS, mahkemeye ödenecek tutarı gösteren Hizmet Detay Belgesini, ödeme belgesini ve ödemenin yapıldığını gösteren banka dekontunu sunmaz ve bunlardan bahsetmez.  İşin komik tarafı bu belgeleri Kurum avukatları tarafından da mahkemelere verilmez. Bu nitelikli dolandırıcılık faaliyetinin her aşamasında Kurum alt ve üst yöneticileri, Hukuk Müşavirliği, Rehberlik ve Teftiş Kurulu ve Kurum avukatları yer almaktadır.

 Bir alacak davasının delili borcu gösteren belge ve ödemenin kayıtlarıdır. Hiçbir mahkeme böyle bir davada borcun ödenip ödenmediğini merak etmez. Bu davaların değerlendirilmesi çok kolaydır. Bu davalara bakan bir hâkim eğer hak edişin ödenmesi ile ilgili belge ve banka dekontlarını isteyip baksaydı borcun ödenip ödenmediğini anlar ve bir bilirkişi görevlendirmesine gerek kalmadan davayı sonuçlandırabilirdi. Fakat hiçbir hâkim ödemenin belgesi olan Hizmet Detay Belgesi, ödeme belgesi ve banka dekontunu aramamaktadır. Bunlar mahkemeye sunulsa bile mahkemelerin tavrı değişmemektedir. Mahkemeler daha önce de böyle birçok davayı kabul etmiş, bu davaları SHS lehine sonuçlandırmıştır. Bu davalar BAM ve Yargıtay tarafından da onaylanmıştır. Mahkemeye düşen görev Yargıtay içtihatlarına ters düşmeyen bir karar almaktır. Bilirkişi seçimi de buna göre yapılır. Mahkeme ve taraflar görevlendirdikleri bilirkişilerin nasıl rapor düzenleyeceğini zaten bilmektedir. Bu hikâyeyi dinleyen bir kişi bu gibi davalarda sokaktan rastgele seçilen sıradan kişilerin mahkemelerden daha doğru bir karar verebileceğini de anlardı. 

Sahte alacak davaları açan SHS, SGK ile bir özel hizmet sözleşmesi imzalamaktadırlar. Hizmet alımı ve ödemeler bu sözleşmeye göre yapılmaktadır. Dolayısı ile bu davaların özel hukuk kurallarına göre değerlendirilmesi gerektiği halde basit bir alacak davası mantığı ile ele alınmaktadır. Bu sahte iddiasını kuvvetlendirmek için davacı SHS davanın hukuki delili olarak Borçlar Kanunu ve Medeni Kanunu göstermektedir. Bu da adli bir skandaldır. Mahkemeler hizmet alımı ile ilgili SGK mevzuatını (kanunları, tebliğ ve genelgeleri, sözleşmeleri)  ve bu işin nasıl yapıldığını bilmemektedir.

Davalı konumda olan Sosyal Güvenlik Kurumu avukatlarının tutumu: SGK avukatları mahkemeye hizmet Detay Belgesini, ödeme belgesini ve ödemenin yapıldığını gösteren banka dekontunu sunmaz. Davanın yazılı belgesi olmadığını, hizmet alımının intranet sistemi üzerinden ve dijital belgelerle yapıldığını söylemez. SHS’nun düzenlediği ve mahkemeye sunduğu sahte ve yanıltıcı bir belge niteliğinde olan faturaya itiraz etmez. Davacı tarafın önerisine göre belirlenen gerçeğe aykırı bilirkişilik raporu düzenleyeceği başındana belli olan bilirkişi atamasına itiraz etmez. 

Bu davalar SGK ile SHS arasında hizmet alımı ile ilgili ticari bir dava olduğu için bu gibi davalarda görevlendirilecek bilirkişilerin Bilirkişilik Kanunun 10-1(e) madde ve fıkrasına göre bilirkişilik yapacağı konuda bilgi ve özel uzmanlığının ve en az beş yıl iş deneyiminin olması gerekmektedir. Bu tür davaların bilirkişilerinin SGK SSGMM’de fatura komisyonunda doktor veya eczacı olarak görev yapan, hak ediş belirlemesi sürecinde görev yapan ve bu işi bilen kişilerden seçilmesi gerektiği halde, mahkemeler avukat, mali müşavir, sosyal güvenlik uzmanı (sigortalı emekliliği, prim ve ilgili sorunlara bakar),  adli tabip, tabip, özel hastane müdürü, yöneticisi gibi ilgisiz kişileri bilirkişi olarak atayabilmektedir. SGK avukatları bu gibi davalarda görevlendirilmesi gereken bilirkişilerin nasıl olması gerektiği konusunda da bilgi sahibi olmadıkları için davacı taraf veya mahkemenin görevlendirdiği bilirkişilere itiraz etmez. Aslında bu davaların hepsi muvazaalı davalardır. SGK ve avukatları bu davaların kaybedilmesini istemektedirler. Bu nedenle davalarda davacı tarafın taleplerine uygun davranmakta ve üç maymunu oynamaktadırlar. 

Bu davalarda görevlendirilmesi gereken bilirkişilerin SGK SSGM fatura komisyonunda çalışmış olması ve Bilirkişilik Bölge Kurulunda bunu gösteren hizmet belgesinin bulunması gerekir. Hâkimler bu belgeyi aramak zorundadır. Mahkemelerin görevlendirdiği bilirkişilerin hiçbirisi SGK sağlık hizmeti satın alım işinde çalışmamıştır. Bu işin nasıl yapıldığını bilmez. Bu kişiler SGK sisteminin dijital bir hizmet alım sistemi olduğunu, yazılı belgenin olmadığını, hak edişin intranet sisteminde yapıldığını, Hizmet Detay Belgesinin MEDULA sistemi tarafından düzenlendiğini, ödemenin bu belgeye göre düzenlenen ödeme belgesi ile SHS’nın sisteme kayıtlı banka hesabına talep edilmeden yapıldığını; SGK sisteminin bir alacak oluşmasına izin vermeyen bir sistem olmadığını bilmemektedir. SGK fatura komisyonunda çalıştığım ve Kurum davalarına görüş yazdığım dönemde kurum avukatlarının bilirkişi seçimi ile ilgili itiraz gerekçelerimi ve eklediğim ödeme belgelerini mahkemeye sunmadığını saptadım.

Bu açıklamaları anlayan bir kişi, bu davaların bu gibi davalar konusunda hiçbir bilgisi olmayan hâkim, avukat ve bilirkişiler arasında görüldüğünü görecektir. Bu şekilde görülen bir davada mahkeme doğru bir karar verebilir mi? SGK aleyhine açılan sahte alacak davalarında dava açan SHS sahte belge düzenlemekte ve sahte alacak iddialarında bulunmaktadır. Hâkimler alacağın ödenip ödenmediğini merak etmemekte ve ödeme dekontlarını aramamaktadır. Davalar konunun uzmanı olmayan ve bu konuda bilirkişilik yapma yetenekleri bulunmayan bilirkişilerin düzenlediği gerçeğe aykırı bilirkişi raporlarına göre sonuçlandırılmaktadır.  Kurum avukatları da (büyük çoğunluğu) bu nitelikli dolandırıcılığın fark edilmemesi için sesini çıkarmayıp susmayı tercih etmekte ve üç maymunu oynamaktadır. Sahte alacak davaları hemen her zaman Kurum aleyhine sonuçlanmaktadır. SGK Başkanlığı, üst ve alt yöneticileri, Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı, Hukuk Müşavirliği ve Kurum avukatları içinde bu durumdan rahatsızlık duyan kimse yoktur. Biz bu davaları neden sürekli kaybediyoruz? Nerede hata yapıyoruz diye sorgulayan bir beyin yoktur. Sadece bu bile SGK Sağlık Hizmeti Satın Alım Sisteminin nasıl bir nitelikli dolandırıcılık ve yolsuzluk sistemi olduğunu göstermektedir.  Bu sistem bütün siyasi partiler tarafından desteklenmektedir. Vatan Partisi bir kademe daha ileri giderek bu nitelikli dolandırıcılık ve yolsuzluk sistemini kamucu ve Atatürkçü bir sistem gibi göstererek övmekte ve halkı aldatmaktadır.  Sağlıkta Dönüşümü hayata geçirtenler de çağın ilerisinde bir sağlık sistemi kurdukları için övünmektedir. Türkiye’de hiçbir siyasi parti bu yolsuzluklara karşı çıkmadığına ve bundan rahatsız olmadığına göre bu ülkede yolsuzlukların önlenmesi mümkün mü? Bu durumdan memnun olan bir halkın yolsuzluklardan şikâyet etme ve dürüst bir yönetim isteme hakkı var mı?

KONU İLE İLGİLİ TCK MADDELERİ ve AÇIKLAMALAR

TCK’da “Resmi belgede sahtecilik” diye bir suç tanımı vardır: TCK Madde 204- (1)’e göre: Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Kurum aleyhine sahte alacak davası açan SHS’ları sahte fatura düzenlemektedir. SGK kâğıt üzerinde düzenlenen faturalarla hizmet bedelini ödememektedir.  SHS belge düzenlemekle kalmamakta TCK 204-(2)’de belirtildiği gibi bu sahte resmi belgeyi mahkemeye sunarak kullanmaktadır.                                                              

Bu sahte faturaların çoğu MEDULA sistemince düzenlenen Hizmet Detay Belgesi’nin bozulması bazı bilgi ve sütunların yok edilmesi (silinmesi) ile yapılmaktadır. İşlenen suç TCK Madde 205- (1)’e de uymaktadır. İşin komik tarafı sahte belge düzenlenmesi TCK’na göre suç ise de bizzat mahkemelerin bu belgeleri gerçek belge olarak kabul etmeleridir.

Gerçeğe aykırı bilirkişilik veya tercümanlık: TCK’na göre “Gerçeğe aykırı bilirkişilik veya tercümanlık” diye bir suç daha vardır. TCK Madde 276- (1) “Yargı mercileri veya suçtan dolayı kanunen soruşturma yapmak veya yemin altında tanık dinlemek yetkisine sahip bulunan kişi veya kurul tarafından görevlendirilen bilirkişinin gerçeğe aykırı mütalaada bulunması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.  Kanun böyle olduğu halde gerçeğe aykırı mütalaada bulunan bilirkişiler hakkında hiçbir soruşturma yapılmamakta ve sürekli olarak görevlendirmek suretiyle de bunlar ödüllendirilmektedir. TCK’nunun “Resmi belgede sahtecilik” ve ““Gerçeğe aykırı bilirkişilik” suçları diğer birçok kanun maddesi gibi kâğıt üzerinde kalan ve kullanılmayan kanun maddeleridir.

BİLİRKİŞİ KANUNU İLE İLGİLİ SORUNLAR: SGK Sağlık Hizmeti Satın Alımındaki yolsuzluklara imkân veren birçok eksiklikler vardır. Bilirkişide Aranan Nitelikler ekinde (Ek-2) Bilirkişilik Temel Uzmanlık Alanları ve Aranan nitelikler belirtilmiştir. Bu ekte 65 adet temel uzmanlık alanı belirtilmiş ise de bunların içinde SGK sağlık hizmeti satın alımı ile ilgili hiçbir uzmanlık aranı ve bu uzmanlık alanında aranan nitelikler belirtilmemiştir. SGK hastane ve eczane hizmet alımı ve hak edişinde esas olarak hekim ve eczacılar görev almaktadır. Fakat bu meslek mensupları SGK’da hekimlik ve eczacılık yapmamaktadır. Yapılan iş sıradan bir hekim ve eczası diploması ile yapılan bir iş değildir. Bu konudaki mesleki deneyim de hastanelerde edinilemez. SGK’nın bir hastane ve eczanesi yoktur. Sağlık hizmeti satın alımı ile ilgili bir mevzuat vardır. Bu iş MEDULA denen bir intranet sistemi ve programı vasıtası ile yapılır. Hizmet alımının koşulları, fiyatlandırma şartnamesi ve mevzuatı vardır. Hak ediş denetlemesi bu mevzuata göre yapılır. 

Adalet Bakanlığı Bilirkişilik Daire Başkanlığına 25.7.2018 tarihinde gönderdiğim dilekçede SGK Sağlık Hizmeti Satın Alımı ile ilgili konularda görevlendirilecek bilirkişilerin görevlendirilebileceği tıp ve alt uzmanlık dallarının bulunmadığı ve listeye bu uzmanlık dallarının eklenmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu konuda görevlendirilebilecek sağlık meslek mensubu kişiler hekim ve eczacı olsa bile bunların alt uzmanlık alanı da SGK Sağlık Hizmeti Satın Alım işi veya “fatura komisyonunda çalışmış” olmak alt uzmanlık alanı tanımlanmalıdır. Başvuruma rağmen listede gerekli düzenlemeler yapılmamıştır. 

Bilirkişide Aranan Nitelikler ekinde “Çok disiplinli sağlık bilimleri” diye bir başlık vardır.  Bunun altında 4. Maddede “sağlık yönetimi ve sağlık ekonomisi” diye kafa karıştırıcı bir alt uzmanlık alanı daha vardır: Bu kişilerin de “Sağlık Yönetimi ve Sağlık Ekonomisi” alt uzmanlık alanlarında üniversitelerin siyasal bilgiler, iktisadi ve idari bilimler, iktisat, işletme, kamu yönetimi fakülte veya bölümlerinden mezun olup ilgili uzmanlık alanlarında çalışmış olmak” şartı aranmaktadır. Bu açıklamayı okuyan SGK’da sağlık hizmeti satın alımında siyasal bilgiler, iktisadi ve idari bilimler, iktisat, işletme, kamu yönetimi fakülte veya bölümlerinden mezun olan kişilerin çalıştığı ve bu kişilerin bu konuda mesleki deneyimleri olacağını sanabilir. Açıklananın devamında “şartları taşıyanlar arasından başvuranın mesleki tecrübesini, katıldığı meslek içi eğitimleri veya uzmanlığı gösteren belgeleri dikkate alarak en liyakatli olanları seçer.” Gibi anlamsız bir hüküm eklenmiştir. Bu yanıltıcı tanımlar mahkemeleri konu ile hiç ilgisi olmayan bilirkişileri atamasının bir gerekçesi olabilmektedir.   

Bilirkişilik Temel ve Alt Uzmanlık Alanları listesinde (Ek-1 Bu listede Tıp ve bunun alt uzmanlık alanları (çocuk ve ergen ruh sağlığı ve hastalıkları, deri ve zührevi hastalıkları, enfeksiyon hastalıkları, fiziksel tıp ve rehabilitasyon gibi) vardır. Bu listede SGK sağlık hizmeti satın alımı işi ile ilgili bir uzmanlık alanı yer almamaktadır. Listede Çok Disiplinli Sağlık Bilimleri ve bunun altında dil ve konuşma testi, odyoloji, çocuk gelişimi, beslenme ve diyetetik, ergoterapi, optisyenlik, sağlık yönetimi ve sağlık ekonomisi gibi alt uzmanlık alanları vardır. Bu listede SGK’nu ilgilendiren tek uzmanlık alanı Sosyal Güvenlik Mevzuatından Kaynaklı Nitelikli Hesaplamalar’dır. Bu tür hesaplamalar esas olarak Bağ-Kur, SGK ve Emekli Sandığı sigortalılarının emeklilikleri ile ilgili davalarda gerekmektedir. Bunun da özel bir uzmanı, eğitimi ve diploması yoktur. Bu işler SGK’da sıradan memur ve şefler tarafından yapılmaktadır. 

Bilirkişide Aranan Nitelikler ekinde (Ek-2) SGK sağlık hizmeti satın alım işinde nitelikli hesaplamalar MEDULA sisteminde yapılır.  MEDULA sistemi bununla kalmayarak Hizmet Detay düzenler. SGK aleyhine açılan davaya bakan bir hâkimin gerekli hesaplamaların bilgisayar sistemi tarafından yapıldığını ve bu işin elle veya hesap makinası ile yapılmadığını da bilmesi gerekir. Sistemi kullanan kişilerin hizmetlerin fiyatlarının yer aldığı listeleri ve kuralları (Sağlık Uygulama Tebliği ve ekleri) bilmesi gerekir. SGK fiyatlandırma sistemi sağlık hizmetleri ile ilgili diğer hizmet alım davalarında da kullanılmaktadır. Hesaplamayı yapacak kişilerin konu ile ilgili mevzuatı ve belgeleri bilmesi ve bunlara ulaşabilmesi de gerekir. Türkiye’de SGK sistemindeki hesaplamalar için (aktüeryal hesap) eğitim veren bir fakülte veya sertifika veren bir kuruluş yoktur. Bu işi de sadece fatura komisyonlarında çalışmış olan, bu şekilde deneyim kazanan kişiler yapabilir.   

Bilirkişilik Kanunun 11-2 Maddesine göre “Bilirkişi, görevlendirildiği konuda uzmanlık bilgisi ve tecrübesinin yeterli olmadığını, konunun kendi uzmanlık alanına girmediğini, varsa görevi kabulden kaçınmasını haklı kılacak mazeretini, görevlendirmeyi yapan mercie bildirmekle yükümlüdür.” Denilmesine rağmen hatalı olarak görevlendirilen hiçbir bilirkişi kendilerine verilen görevi reddetmemektedir. Kanunun 10-2. Maddesine göre bilirkişilerin kendilerine tevdi olunan görevin “her türlü kişisel veya özel menfaatin üzerinde” olduğu bilinci ile hareket etmesi gerektiği belirtilmiş ise bizzat mahkemeler hatalı görevlendirme ile bu bilirkişilere özel menfaat sağlamaktadır.

Adalet Bakanlığı Bilirkişilik Daire Başkanlığına gönderdiğim dilekçede SGK aleyhine açılan sahte alacak davalarında görevlendirilen bilirkişilerin isimleri, nerede çalıştıkları, uzmanlık alanları ve iş deneyimleri konusunda da bilgi verilmiştir. Avukat, Sayıştay uzman denetçisi, adli tıp uzmanı, tıp doktoru, genel cerrahi, kalp damar cerrahisi, çocuk hastalıkları, göğüs hastalıkları, iç hastalıkları uzmanlığı, hastane müdürü, iktisatçı, mali müşavir, Sağlık Bakanlığı Emekli Başmüfettişi, kooperatif kat mülkiyeti, tazminat ve eser bilirkişisi ve hesap uzmanı gibi kişilerin bilirkişi olarak atandıkları görülmektedir. Bu bilirkişilerin hiçbirisi SGK fatura komisyonlarında çalışamaz ve iş deneyimleri olmaz. Bu niteliksiz ve gerçeğe aykırı rapor düzenleyeceği başından belli olan bilirkişilerin nasıl seçildiğinin bir örneğidir. 

 Bilirkişilik yasasına göre bilirkişi olarak atanacak kişilerin bilirkişilik yapacağı konuda özel ve teknik bilgisi ve en az beş yıllık bir iş deneyimi olması gerektiği belirtilmiş ise de, sahte alacak davalarında görevlendirilecek bilirkişi seçiminde özellikle bu konuda özel bilgi, uzmanlık ve beş yıllık değil özellikle hiçbir uzmanlık, bilgi ve iş deneyimi olmayan kişiler aranmakta ve görevlendirilmektedir. Bu mahkemenin “gerçeğe aykırı bir bilirkişi raporu” düzenlenmesi istemesi anlamına gelmektedir. Tarafımdan düzenlenen bir bilirkişi raporu davacı SHS avukatı tarafından “daha önce SGK’da çalışmış olmam” gerekçe gösterilerek reddedilmiş ve mahkeme SGK’da çalışmayan kişilerden oluşan bir bilirkişi heyetini görevlendirmiştir. Bir konuda bilirkişilik yapabilmek için iş deneyimi gerekiyor; fakat itiraz üzerine mahkeme iş deneyimi olmayan farklı bir bilirkişi görevlendirmesini yapıyor. Bu davalara bakan bir mahkeme doğru bir karar verebilir mi?  

Gönderdiğim dilekçe Adalet Bakanlığı Bilirkişilik Daire Başkanlığı tarafından değerlendirilememiş ve bu sorunlar için bir çözüm geliştirilmemiştir.  

            BİLİRKİŞİLİK SORUNLARI İÇİN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

1. SGK Sağlık Hizmeti Satın Alım işinin özel bir uzmanlık, eğitim ve iş tecrübesi gerektiği göz önüne alınarak Bilirkişilik Temel Uzmanlık Alanına “SGK Sağlık Hizmeti Satın Alım Hizmeti” eklenmelidir. Alt Uzmanlık Alanları için de SGK Hastane, SGK Eczane ve SGK optik hizmet alım işleri eklenmelidir. 

2. Türkiye’de sağlık hizmeti satın alım işlerinde SGK Sağlık Uygulama Talimatı ve bu talimatta yer alan fiyatlandırmalar ve kurallar esas alınmaktadır. SGK hariç diğer sigorta şirketleri, hastalar ve hastaneler arasındaki davalarda sağlık hizmeti hesaplamaları ve uygunluk denetimi ancak SGK fatura komisyonunda çalışan hekim ve eczacılar tarafından yapılabilir. Bilirkişilik Temel ve Alt Uzmanlık Alanlarında yer alan Sosyal Güvenlik Mevzuatından Kaynaklı Nitelikli Hesaplamalar yerine “Emeklilikle İlgili Sağlık Sigortacılığı” ile ilgili ve “Sağlık Hizmeti Satın Alımı İle İlgili Nitelikli Hesaplamalar” eklenmelidir. Sağlık hizmeti ile ilgili hesaplamalarda görevlendirilecek kişilerin de SGK fatura komisyonlarında çalışmış ve beş yıl iş deneyimi olan hekim ve eczacı olması gerektiği belirlenmelidir.

3. SGK Sağlık Hizmeti Satın Alım işi ile ilgili belgeler MEDULA sisteminde olduğu için ilgili belgelerin gerektiğinde incelenebilmesi için adliyelerde bir bilgisayara MEDULA sisteminin  kurulması ve görevli bir yetkilinin (hâkim veya bilirkişi) sisteme giriş yapabilmesi için SGK’dan yetki ve şifre istenmelidir. Anlamsız tartışma ve yazışmalarla vakit geçirilmeden MEDULA da olan belgeler hâkim nezaretinde online incelenebilir.

4. Mahkemeler tarafından görevlendirilecek bilirkişiler Bilirkişi Bölge Kurulları tarafından belirlenmelidir. Mahkemeler Bölge Kurulu ile davanın niteliği ve hangi konuda bilirkişi arandığı konusunda danışmalıdır. Bölge Kurulu mahkemeye iki soru soracaktır: SGK ile SHS arasındaki davanın konusu nedir? Bu konudaki davalar hak ediş, yersiz ödeme ve cezai işlemlerle ilgili davalardır. Bölge Kurulu Anayasanın 125. Maddesini gereğince “Yersiz ödeme ve cezai işlem davalarında” mahkemelerin “yerindelik denetimi yapamayacağını hatırlatmalıdır. Görevlendirilecek bilirkişiler de SGK fatura komisyonunda çalışmış olan hekim ve eczacılardır. Mahkemelerin davalı tarafların ve özellikle davacıların talepleri doğrultusunda mahkeme tarafından iyi bilinen bilirkişileri atadıkları göz önünde tutularak mahkemeler bilirkişi seçiminin tamamen dışında tutulmalıdır. Yukarıda yaptığım açıklamalar bilen bir hakimin bilirkişi görevlendirmesi yapmadan bu davaları sonuçlandırabileceği de unutulmamalıdır.

5. Davacı ve dava konularından hareket edilerek hatalı bilirkişi görevlendirilmesi yapıldığı halde bu görevi bilerek kabul edilen bilirkişiler belirlenerek bunların bilirkişilik yapmasının engellenmesi gerekir.

6. TCK’da “Gerçeğe aykırı bilirkişilik veya tercümanlık” diye tanımlanan bir suç vardır. Gerçeğe aykırı bilirkişi görevlendirmesi yapan ve bu bilirkişilerin düzenlediği rapora göre karar veren hiçbir mahkeme görevlendirdiği bilirkişiler için “gerçeğe aykırı bilirkişilik” yaptığını düşünmez ve adli işlem yapamaz.  Bu nedenle görevlendirilen bilirkişilerin gerçeğe aykırı bilirkişilik yapıp yapmadıkları bu konuda görevlendirilen özel bir savcılık birimi tarafından takip edilmeli ve gereğinde adli veya idari işlemler yapılmalıdır. Bu yapılamıyorsa TCK’nun hiçbir zaman kullanılmayan ilgili maddeleri kaldırılmalıdır.

7. SGK’nun sağlık hizmeti satın alımı ile ilgili davalar hem çoktur hem de mahkemelerin ve hâkimlerin de uzmanlaşmasını gerektiren davalardır. Bu nedenle bu şekilde daha önce açılmış olan bütün “sahte alacak davaları” bir uzman üst mahkeme tarafından tekrar incelemeli ve hatalı yargı kararları düzeltilmelidir.   

  BİLİRKİŞİLİK TEMEL VE ALT UZMANLIK ALANLARI EK-1

SIRA NO

ANA KOD

TAM KOD

BİLİRKİŞİLİK TEMEL VE ALT UZMANLIK ALANLARI

689

51

51

Tıp

690

 

 

ALT UZMANLIK ALANLARI

839

64

64.06

SAĞLIK/HASTALIK SİGORTALARI

844

 

65

65.03

 

SOSYAL GÜVENLİK MEVZUATINDAN KAYNAKLI NİTELİKLİ HESAPLAMALAR  

789

59

59

ÇOK DİSİPLİNLİ SAĞLIK BİLİMLERİ

790

 

 

ALT UZMANLIK ALANLARI


BİLİRKİŞİLİKTE ARANAN NİTELİKLER Ek-2

 

ANA KOD 

TAM KOD 

BİLİRKİŞİLİK TEMEL UZMANLIK ALANLARI

ARANAN NİTELİKLER

51

51

TIP

1- 6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun 10 uncu ve Bilirkişilik Yönetmeliğinin 38 inci maddesindeki bilirkişiliğe kabul şartlarını taşımak. 2- Üniversitelerin tıp fakültesinden mezun olmak. 3- İlgili alt uzmanlık alanına ait Sağlık Bakanlığı tarafından tescil edilen tıpta uzmanlık ve bulunması halinde yan dal uzmanlık belgesine sahip olmak. 4- "Aile Hekimliği" (uzman) alt uzmanlık alanında bilirkişiliğe başvuru için,5258 sayılı Aile Hekimliği Kanununa göre sözleşmeli aile hekimi olmak. EK-2 65 5- "Diğer Hekimlik Hizmetleri" alt uzmanlık alanında bilirkişiliğe başvuru için Türkiye Cumhuriyeti ilgili mevzuatına göre mecburi hizmetini tamamlamış pratisyen hekim olmak. 6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun 11 inci maddesinin üçüncü fıkrasındaki “Bölge kurulu karar verirken sicile kayıt bakımından öncelikle başvuranın 10 uncu maddedeki şartları taşıyıp taşımadığını değerlendirir ve şartları taşıyanlar arasından başvuranın mesleki tecrübesini, katıldığı meslek içi eğitimleri veya uzmanlığı gösteren belgeleri dikkate alarak en liyakatli olanları seçer.” hükmü uyarınca başvuranlar arasından liyakatli olanların belirlenmesinde; • Başvuruda bulunduğu alt uzmanlık alanlarında yüksek lisans veya doktora yapmış olanlar, • Uzmanlık alanı kapsamındaki alt uzmanlık alanlarında mesleki gelişim faaliyetleri, meslek içi eğitimleri, mesleki ve akademik çalışmaları ile mesleki başarıları bulunanlar, dikkate alınarak değerlendirme yapılır.

4- MOBİNGLE MÜCADELE YASASI ÇIKARILMALIDIR:

Türkiye’de mobing sadece kâğıt üzerinde yasaktır. Başbakanlığın 2011/2 sayılı “İşyerlerinde Psikolojik Tacizin (Mobing) Önlenmesi” için genelgesi dışında mobingle mücadelenin yasal zemini yoktur. Kamu iş yerlerinde yapılan mobing pratikte bir suç teşkil etmemektedir. Mobing yapan bir yöneticiler bunları atayan idare tarafından korunmakta ve bu kişiler için fiziki bir işkence olmadığı sürece soruşturma yapmamakta ve soruşturma izni vermemektedir. Anayasanın 125. Maddesi ve 4483. Madde mobingle mücadeleyi de engellemektedir. Mobing şikâyetleri kâğıt üzerinde denetlenmekte ve size mobing yapılmadığını bildiren bir cevap gelmektedir. 2.3.2021  

.       

 

 

  

 

                                                                                               

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SAĞLIKTA VİCDAN SÖMÜRÜSÜ: İLAÇ ŞİRKETLERİNİN PARA KAZANMAK İÇİN KULLANDIĞI BİR YÖNTEM

https://www.ankara.bel.tr/sma SPİNAL MUSKÜLER ATROFİ NASIL BİR HASTALIKTIR? SMA olarak bilinen spinal adele atrofisi hastalığı kaslar...