Asıl tehdit, virüs değil, uygulanan
“sağlık” sistemidir!
26 Mayıs 2020
Küresel salgın, nasıl
oluşur hiç düşündünüz mü? Küresel bir salgının, bütün ülkelerde neredeyse eş
zamanlı olarak başlaması mümkün müdür? “Çin’de başladı İran’a geçti” deniliyor
ama bu doğru değil. ABD, İtalya, İngiltere, Fransa, Almanya ve Türkiye dahil
bütün dünyada 2019’un Eylül, Kasım, Aralık aylarında, boğazda tahriş ve hırıltı
ile başlayan bir hastalık var! Peki bu hastalığa sebep olan virüs, Güney Amerika’da,
Amazon ormanlarında yaşayan ve şehirlerle teması olmayan yerli kabilelere
rüzgârlarla mı ulaştı?
“Virüsün DNA şeması
çıkarıldı” deniliyor ama ortaya çıkarılan virüs resmi bilgisayarda çizilmiş bir
figürden ibaret! Üstelik virüs resmi diye çizilen bu figür, insan ve hayvan
hücresinde bulunan eksozomlar ile aynı! En azından böyle bir iddia var! Yani
bize virüs diye gösterilen resim, insan vücudunda doğal olarak bulunan, hücre
içindeki bir maddenin resmi olabilir! Bu maddenin elektromanyetik dalga etkisiyle
dış etkiyle, hücreyi patlatarak dışarı çıktığı ve kanı zehirlediği, önce
akciğerleri etkilediği için solunum yoluyla temasta bulunulan diğer insanlara
da bulaştığı belirtiliyor.
İnsan metabolizmasını
değiştiren ve doğal hücre ölümlerinin dışında “programlanmış hücre ölümü”ne
yol açan bir dış etken var ama Türkiye’de şu günlerde bu konuları tartışan ve
halkı bilgilendiren bir bilim adamı yok! Daha önceleri, bu konularda bilimsel
çalışma yapan, bilimsel makale ve kitap sahibi olanlar ise hiçbir televizyon
kanalında konuşturulmuyor.
Neden? Çünkü Türkiye’de
sağlıkla ilgili bilimlerde araştırma yapmak bile artık bakanlık iznine
bağlanmıştır. Sağlık Bakanlığı ise Dünya Sağlık Örgütü’nün kurallarına göre
çalışıyor. Peki Dünya Sağlık Örgütü kimin kurallarına bağlı? Bir defa DSÖ’nün
kuruluş sermayesini veren Rockefeller Vakfı’dır. Dolayısıyla, DSÖ, ilaç
kartellerinin örgütüdür. Türkiye’deki sağlık sistemi de bu kartellerin istediği
şekilde düzenlenmiştir. İtiraz eden sistemin dışında kalır, doktorsa ruhsatı bile
elinden alınır!
***
Gazeteler sokağa çıkma
yasağı günlerinde çıkmıyor. Dolayısıyla bu yazı kâğıda basılı gazetede
yayınlanmayacak. Yazı biraz uzun olacak ama İnternet’te yer sıkıntısı yok.
Bu itibarla, sağlık
sisteminin ne halde olduğunu, uzman tespitiyle bilginize sunmak istiyorum.
Emekli genel cerrah Uğur
Yılmaz’ın “Sağlığın Karanlık Yüzü” diye 700 sayfalık bir kitabı var.
Yılmaz daha kitabın girişinde Ivan Illich imzalı bir söze yer veriyor:
“Sağlık
kuruluşları insan sağlığı için büyük bir tehdit haline gelmiştir. Tıbbi
uygulamalar üzerinde mesleki denetimin sakatlayıcı etkisi bir salgın hastalık
boyutlarına ulaşmıştır.”
Mesele bu kadar vahim
aslında...
Uğur Yılmaz
devam ediyor:
*Sağlık sistemi
deyince toplum hekim ve hasta arasında olan ve hastanelerde verilen bir hizmeti
anlamaktadır. Soruna böyle yaklaşıldığı zaman 'sistem' anlaşılamaz. Sistemin ön
planında ABD'nin emperyalist küreselleşme stratejilerine uygun olarak ülkelerde
uygulanacak sağlık sistemlerini belirleyen DTÖ, Dünya Bankası, OECD, İMF gibi
küresel örgütler vardır.
*Türkiye cephesine
baktığımız zaman sağlık politikaları ile ilgili bütün kurum ve kuruluşların
yöneticileri sistemin içindedir. Sağlık sistemi, hiç de bilimsel ilkelere göre,
hasta veya insan yararına, kusursuz ve düzgün işleyen bir sistem değildir.
*Aksine sistem,
arkasında Dünya Bankası gibi ABD'nin küresel egemenlik örgütlerinin olduğu, her
seviyede ilgili kişilerin ve çalışanların bu kirli ilişkilerde kendilerine
verilen rolleri oynadıkları, kirli, mafyatik, nitelikli dolandırıcılık ve
soygun sistemidir.
*Bu kişiler toplum
karşısında, TV ve basında yüzlerine masum-temiz bir maske geçirmektedir. Sağlık
sisteminin bir de bilinmeyen, bilinmek ve görülmek istenmeyen, değiştirilmek
istenmeyen karanlık bir yüzü vardır.
*Kovid-19
salgını münasebeti ile Türkiye'nin sağlık sistemi bütün toplumu aldatacak bir
şekilde övülmektedir. Bu sistemin Atatürk'ün kurduğu sistemin devamı olan
kamucu bir sistem olduğu propagandası yapılmaktadır.
*Sağlık haberciliği
yalan haberciliğin en fazla uygulandığı bir habercilik şeklidir. Bu şekilde
kitleler yönlendirilir, aldatılır, belli bir hedefe doğru yönlendirilir.
Medyada maalesef sağlık ile ilişkili konularda doğru haberlere
rastlamıyoruz.
*Sağlıkta
Dönüşüm sistemi, ABD’nin kurmak istediği yeni dünya düzeninin sağlık alanında
uygulamasıdır. Atatürk’ün kurduğu sistemle bir ilgisi yoktur. Bu uygulama
devletin sağlık alanından tasfiyesi, ABD emperyalizmi tarafından düzenlenen
işletim sistemi ile tıp kartelinin çıkarlarına uygun bir sağlık piyasası
oluşturulması, sağlık kuruşlarının özelleştirilmesi ve bu iş
tamamlanıncaya kadar mülkiyeti devlete ait olan sağlık tesislerinin
işletmesinin SGK sistemi vasıtası ile oluşturulan sağlık piyasasına dâhil
edilmesidir.
*Devletin elinde gibi
görülen sağlık tesislerine de kartelin ürünlerinin daha fazla satılması ve
pazarlanması görevi verilmiştir. Bu amaca ulaşmak için tıbbi hizmet, tedavi,
girişim, ürün ve cihazların satılması ve pazarlanmasında diğer komisyonculuk
işlerinde olduğu gibi kâr payı dağıtılmaktadır.
*Şu anda
Türkiye'de uygulanan sağlık sistemi, Dünya Bankası tarafından kurulmuş ve
yönetilmekte olan bir sistemdir. Milli bir sistem değildir. En son “Başakşehir
Şehir Hastanesi”nin açılışı vesilesi ile “Sağlıkta
Dönüşüm”ün bu son uygulaması da tüm halka kamucu bir uygulama olarak
yedirilmiştir. Başakşehir Şehir Hastanesi bir devlet hastanesi ve yatırımı
değildir.
*Bu hastane Dünya
Bankası ile ticari ortaklığı olan uluslararası Rönesans Holding'in Japon ortağı
ile yap-işlet-devret yöntemi ile yaptığı bir hastanedir. Bu gibi hastanelerin
milletin sırtına bindirdiği yük sıradan bir özel hastaneninkinden çok fazladır.
Çünkü şehir hastanelerine gelir ve kâr garantisi de verilmektedir. Hastane
belirlenen geliri sağlayamazsa aradaki fark Orhangazi köprüsünde ve
benzerlerinde olduğu gibi devlet tarafından ödenecektir.
*Bu sistem bir
saat gibi düzenli işleyen bir ticari soygun sistemidir. Hem Dünya Bankası hem
de onun küresel aktörleri, işbirlikçileri ve basını bu sistemi çok başarılı
bulmaktadır. Bu tiyatro sahnesinde herkes nedense maymun rolünü oynamak
istediği için sağlık sistemimizin daha bir süre böyle tıkır tıkır sorunsuz
işleyeceğini söyleyebiliriz!
*Günümüzde yalnız
Türkiye’de değil, dünyanın büyük bir bölümünde sağlık hizmetleri; tıbbi ürün,
ilaç ve teknolojilerin pazarlanmasının bir aracıdır. Sağlık sistemi, insan
sağlığını koruma ve hastalıkları iyileştirmeyi amaçlamaz.
*Toplum; tıbbi
ürün, ilaç, teknoloji ve tanı yöntemlerinin gereksiz ve yaygın kullanımını “sağlık
hizmeti” sanacak biçimde koşullandırılmış ve yönlendirilmiştir. Toplum bu
nedenle, sağlığı koruma ve hastalıkları tedavi amacı taşımayan tanı ve tedavi
yöntemlerinin uygulandığını, kendisine iyilik değil kötülük yapıldığını
algılayamamaktadır.
*Bu bozulup yozlaşmanın
sebebi hekimlerden değil, sistemden kaynaklanıyor. Yozlaşmanın tıp ve ahlâk
eğitimiyle düzeltilmesi, yaşanan aksaklıkların, sistem içinde çözülmesi
olanaksızdır. Kaldı ki; sistem içinde kimse bu işleyişten rahatsız değildir ve
düzeltilmesini istememektedir.
*Perde önünde
veya satış tezgâhında görev alanlardan çok, perde arkasında ipleri ellerinde
tutan tıp kartelini görmek ve iyi tanımak gerekmektedir. En önde görülen
kişiler sadece kendilerine verilen rolleri oynamaktadır, oyunun senaryosu başka
yerlerde hazırlanmış ve Türkiye’de sahneye konulmuştur.
*Ünlü İngiliz
tiyatro yazarı Shakespeare, Dünya’yı bir tiyatro sahnesine benzetir ve tüm
insanları bu sahnede oynanan oyunun oyuncuları olarak görür. İşte, sağlık
piyasası da böyle bir tiyatro sahnesidir. Bu sahnede herkes sistemin kendisine
verdiği rolü oynamaktadır. Daha doğrusu oynamak zorundadır. Oynanan bu oyunda
sevinç, hüzün, komedi, trajedi, entrika, cinayet, kan, üzüntü, ölüm, aldatma,
kandırma, dolandırıcılık ve çeteleşme dâhil her şey bulunmaktadır.
BİRİNCİ TESPİT
*Kitapta anlattığım
yaşanmış hikâyelerde birinci tespitim, halkın sağlık, tıp ve tedavi konularında
derin bilgisizliği ve cahilliği olmuştur. İnsanlar her tür yalan ve dolana
kolaylıkla inanabilmekte veya inandırılabilmektedir.
*İnsanları
inandırmak için hem modern hem modern olmayan tıbbi uygulamalar hakkında
değişik yalanlar ve efsaneler uydurulmaktadır.
*Kişilerin eğitimli
olup olmaması ve hatta hekim bile olması bu yalanlara inanmalarını
engellememektedir. Bu yalanlar, insanların gereksiz tedavi, ilaç kullanımı ve
operasyonlar yapılması için sistemli olarak uydurulmakta ve yayılmaktadır.
*Neredeyse
herkesin ortak görüşü ve inancı haline gelen yalanlar, bireyleri kötü işletilen
sağlık sisteminde korumasız bir duruma düşürmektedir. Hatalı uygulama, tedavi
ve operasyonların yaptırılmasında insanları ikna etmede uygulanan birçok farklı
yöntem bulunmaktadır.
*Halkın zararlı sağlık
sisteminden kendisini kurtarmak için okuyup bilinçlenmesi de yeterli
olmamaktadır. Ortada bir sistem varsa ve bu sistem herkese nasıl uygulanıyorsa
size de yakınlarınıza da aynı biçimde uygulanacak demektir.
İKİNCİ TESPİT
*İkinci
tespitim, yalnız hekimlerin değil, bu alanda çalışan yönetici ve öğretim
üyelerinin de tıbbi konularda yetersiz ve bilgisiz oluşlarıdır.
*Bu kişiler de ne
yaptıklarını ve ne öğrettiklerini tam olarak bilmektedir. Çünkü bilimsel ve
analitik düşünme yeteneklerinden yoksundurlar. Bu kişiler tüm mesailerini
bilimsel uğraşlar için değil, para kazanmak için harcamaktadır.
*Tıp kartelinin
bilim diye sunduğu dogmalar ve hipotezler, evrensel gerçeklikler ve doğa
yasaları sanılmaktadır. Üniversitelerde bilim olarak sunulanlar aslında,
akademik alanda yükselme amacıyla uydurulmuş, kimsenin okumadığı ve anlamadığı,
benzerleri daha önce yüzlerce kez yapılmış çalışmaların türevlerini veya
benzerlerini yazmaktan öteye geçmemektedir.
*Yapılan çalışmalarda
çoğu zaman neyin bulunmak ve gösterilmek istendiği bile belli değildir. Bilim,
bir öneri ve uygulamanın onaylanması ile değil, çürütülmesi ile gelişir,
gerçeğe bu yoldan ulaşılır.
*Oysa üniversite
öğretim üyeleri, tıp kartelinin bilimini bir dogma veya din gibi kabul
etmektedir. Bunun dışında bir şey duymaya ve görmeye tahammülleri yoktur,
eleştiri ve farklı fikirlerin açıklanmasından hoşlanmazlar.
*Hekimler, nasıl hasta
tedavi edileceğini ve ilaç kullanılacağını bilmemektedir. Hekimlere tıbbi
eğitimleri, ilaç ve malzeme firmaları tarafından verilmektedir! İlaç ve tıbbi
malzemeler, firmaların yönlendirmesine göre tercih edilip pazarlanmaktadır.
Hastalıklar ve sorunlar değiştiği halde tedaviler hepsinde hemen hemen aynı
olmaktadır.
ÜÇÜNCÜ TESPİT
*Üçüncü
tespitim, tıp bilimi diye bir bilimin olmadığıdır! Hiç kuşkusuz insanı ve
hastalıklarını inceleyen anatomi, fizyoloji, patoloji gibi tıbbi ilimler
vardır. Ancak unutulmasın ki, bu bilim dalları ile ilgi dersler, yardımcı
sağlık çalışanlarına da verilmektedir. Dolayısıyla bu dersleri almak kişiyi
bilim adamı yapmaz.
*Hekimlerden ve sağlık
çalışanlarından bu bilimlerle ilgili öğrendiklerini uygulamaları beklenir. Oysa
eğitimleri sırasında bu bilim dallarında verilen dersleri, mesleki hayatlarında
uygulamazlar, kullanmazlar.
*Bir kişinin
okuyarak, görerek veya tecrübeyle öğrendiği ve yaptığı şeyler, bir bilim konusu
olmaktan çok bir sanat veya zanaat konusudur. Bu açıdan bakıldığında
hekimliğin; şoförlükten, futbolculuktan, bilgisayar kullanıcılığından bir farkı
yoktur. Nitekim bilgisayar program ve araçlarını geliştiren kişilerin de
bunları en iyi kullanabilen kişiler olması gerekmez. Kaldı ki, öğretilen tıbbi
bilimlerin, tıbbi uygulama ile bir ilgisi yoktur.
*Tıp fakültelerinde
hastalığın ne olduğu, bunların nasıl teşhis ve tedavi edileceği değil, gereksiz
ilaç, tedavi, girişim ve teknoloji kullanmak için toplumun nasıl taranacağı,
uygulanacak tedavi ve girişime bağlı olarak nasıl hasta yaratılacağı
öğretilmektedir.
*Günümüzde
hastalıkların başlıca nedeni, gereksiz ve zararlı tedavilerin uygulanmasıdır.
Gereksiz ve zararlı tedavi uygulamanın neden olduğu hastalık ve tıbbi sorunlara
“iatrojenik hastalıklar” denilmektedir. Yani,
hekimlerin uyguladığı tedavi ve yöntemlerin neden olduğu hastalıklara bu ad
verilmektedir.
*Hekimlik eğitiminde,
iatrojenik hastalıkların neler olduğu, nasıl oluştuğu, bunlardan kaçınılması
için hekimlerin nerede durması gerektiği ve hangi durumlarda belirli bazı
tedavi ve girişimleri yapmaması gerektiği öğretilmemektedir.
*Tıp bilimi
olarak sunulan; tıbbi cihaz, malzeme, ilaç ve diğer ürünlerin
geliştirilmesidir. Çarpıcı gerçek şudur, bu ürünleri üreten ve geliştirenlerin
hiçbirisi hekim değildir!
*Yapılan üretimlerin ve
geliştirmelerin de çoğu, tanı yöntemleri ile ilgilidir. Eldeki tanı yöntemleri
hastalıkların tanı ve tedavisi için yeterlidir. Bulunan yeni tanı yöntemlerinin
tedaviler üzerinde bir etkisi yoktur. Tedavisi bulunmayan ve etkili bir şekilde
tedavi edilemeyen hastalıklar için yeni tanı ve tedavi yöntemlerinin piyasaya
sürülmesinin, hastaların iyileşmesi ve tedavisi için bir anlamı yoktur.
*Geliştirilen tıbbi
tanı araçları ile yeni teşhisler, klinik durumlar ve algoritmalar
tanımlanmakta, daha sonra bu tanımlara göre tedaviler ve ilaçlar
tasarlanmaktadır. Geliştirilen bir ürün, ilaç veya cihaz ya her hastada
aynen uygulanarak ve kullanılarak moda olmakta ya da bunlar için yeni tıbbi
durumlar ve hastalıklar icat edilmektedir.
*Yeni hastalık
icadında kullanılan başlıca yöntem istatistiktir. Vücutta bulunan bir madde
veya özellik ölçülür, önce bir normal değer belirlenir ve bunun dışındaki
değerler hastalık göstergesi olarak tanımlanır. Zamanla normal değer aralığı
daraltılarak hasta sayısı artırılabilir.
*Devlet, kendi
denetiminde olan sağlık kuruluşlarında yeterli bir sağlık hizmeti verilebilmesi
için üzerine düşeni yapmamıştır. Hastanelerin çoğunda, asepsi antisepsi
kurallarına uyulmamaktadır. İşin daha vahimi, hepsi tıp fakültelerinden mezun
olan hekimlerin bu temel kavramlardan habersiz olmalarıdır.
*Aynı durum
diğer sağlık çalışanları için de geçerlidir. Cerrahlar ve anestezi uzmanları
nasıl ve hangi durumda anestezi verileceğini ve hastanın ameliyata
hazırlanmasının ne demek olduğunu bilmemektedir. Herkes kendine göre keyfi
kural koymaktadır.
*Devlet, sağlık
hizmetlerindeki yolsuzluk, usulsüzlük ve kötü uygulamaları görmezden gelmekte
ve bunları yok saymaktadır. Bu konularda yapılan uyarı başvuruları gereği gibi
inceleneceği ve soruşturulacağı yerde, kötü uygulamalarda bulunan kişiler
korunmakta ve sorunlar görmezden gelinmektedir.
*Bununla kalınsa
neyse, çoğu zaman yolsuzlukları ve usulsüzlükleri ortaya çıkarıp duyuranların
üzerine gidilmekte, bu kişiler cezalandırılarak susturulmaya çalışılmaktadır.
Öyle anlaşılmaktadır ki; denetleyenlerin görevi, sistemin kusursuz işlediğini
ve bir sorun bulunmadığını göstererek milletin gerçekleri görmesini
engellemektir.
*Kitapta kanser
hastalığı hakkında bir anlayış oluşturmak amacıyla bazı hastalardan örnekler
verdim. Hastalara çoğu zaman zarar veren tedavilerin ve belki yararı olur
diyerek yapılan uygulamaların, giderek temel tedavi yöntemleriymiş gibi
uygulandığı görülmektedir.
*Bazı kanser
türleri öldürücü değildir, bir tedavi ya da aşırı tedavi gerekmez. Lenfoma ve
lösemi gibi bazı türler hariç, geliştirilen diğer tedavi yöntemleri ile daha
iyi sonuçlar sağlanamamıştır.
*Toplum hem kanser
endüstrisinin geliştirdiği teşhis ve tedavi yöntemleri, hem de kanseri tedavi
ediyoruz diye ortaya çıkan sahtekârların yaptığı uygulamalar konusunda
bilinçsiz ve korumasızdır.
*Türkiye’de
sağlık sistemleri ve özellikle muayenehanecilik sistemi bilimsel olarak
incelenmemiş ve eleştirilmemiştir.
*Kişiler, çoğunlukla
rahatsızlıkları nedeniyle sağlık kuruluşlarına başvurmaktadır. Dile getirilen
rahatsızlıklar çoğu zaman bir hastalık gibi ele alınarak gereksiz girişim ve
tedaviler uygulanmakta ya da hastalar ameliyat edilmektedir.
*Sıradan
rahatsızlıkları nedeniyle sağlık kuruluşlarına giden insanlar, en çok kötü
muameleye uğrayan, gereksiz tedavi ve ameliyat edilen kesimdir.
*Kitapta, doğal doğum
olayının nasıl sezaryen endüstrisine doğru dönüştüğünü örneklerle gösterdim.
Aynı durum kalp cerrahisi ve kardiyoloji girişimleri ve kanser tedavileri için
de geçerlidir. Bilinen ve alışılan her ameliyat türü için hemen bir ameliyat bandı
açılmakta ve bu ameliyat sadece hastalara değil tüm topluma uygulanmaktadır.
*Devlet, sağlık
hizmetinde kendisini sorumlu görmemekte ve gereğini yapmamaktadır.
*Sağlık sistemindeki
ana sorunlar hep görmezden gelinmiş ve sağlıkla ve tıpla ilgili olmayan konular
önemli sağlık sorunu olarak sunulmuştur.
*Mevcut sağlık
sistemi bu durumdayken dış güçlerin etkisi ile küreselleşme gereği sağlık
alanının özelleştirilmesi ve bu alandan devletin tasfiyesi gündeme gelmiş ve bu
yapılmıştır.
*Sağlıkta dönüşüm olarak
bilinen bu süreci neredeyse tüm siyasi partiler, sendikalar ve sağlık
çalışanları gönülden desteklemiştir. Dönüşüm olayı da tarafsız ve bilimsel
yöntemlerle incelenmemiş ve eleştirilmemiştir. Bu konuda yapılan tüm yayınlar,
sağlıkta dönüşümü öven ve destekleyen yazı ve raporlardan oluşmaktadır.
*İnsan sağlığı
alanında gördüğümüz sorunların aynısı veya benzerleri tarım ve veterinerlik
alanlarında da mevcuttur. Veterinerlikte ve tarımda bitkilere kullanılan
ilaçlar da kartelin etki alanındadır. Bu alanlarda da tıpkı insanlarda olduğu
gibi, pazarlanan ilaçlar gereksiz bir biçimde kullanılmaktadır.
*Artık bu konularda,
toplumun tamamı olmasa bile, bir bölümünün düşünmeye ve bir şeyler yapmaya
başlamasının zamanı gelmiştir.
***
Y
azıyı, yine Uğur
Yılmaz’ın hatırlattığı, İbni Sina’nın bir sözü ile bitirelim:
“Hiç kimse,
görmek istemeyen kadar kör değildir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder