TTB’NİN 13 MART MİTİNGİ, KÜBA DOSTLUK
DERNEĞİNİN AÇIKLAMASI VE SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM ÜZERİNE - 22.3.2011
Küba dostluk derneği, Recep Akdağ’ın Che
ile ilgili görüşleri için bir açıklamada bulunmuştur.
(http://kubadostluk.org/cms/ ) Her iki
açıklama TTB’nin, 13 Mart 2011’de Ankara Sıhhiye meydanında düzenlemiş olduğu
gösteri ile ilgilidir. Bu gösteri, gösteride kullanılan sloganlar, Sağlık
Bakanı’nın açıklamaları ve solcu-ulusalcı çevrelerin bu gösteriye destek
vermesi kamuoyunu aldatmıştır. TTB ve hekim kitlesi her zaman olduğu gibi
kendisini olduğundan farklı göstermeye çalışmıştır. Che ile ilgili olarak
mitingde yer alan bir poster de mitingin niteliğinin farklı algılanmasına yol
açmıştır. Hem kendimizi hem de başkalarını aldatmamak için, Che gibi
antiemperyalist bir kişinin ismi böyle bir mitingde geçmemeliydi.
TTB, tıp fakülteleri ve hekim kitlesi
başından beri sağlıkta dönüşüm ve Sağlık Bakanlığı uygulamalarını savunmuştur.
Hekim
ve eczacı kitlesi sadece kişisel gelirleri ve özlük hakları konusunda uygulanan
siyaseti ve bakanlığı eleştirmiş ve bu eleştiriler de malûm çevreler tarafından
“sağlıkta dönüşüme karşı olmak” olarak gösterilmiştir.
13 Mart gösterisinin ne Che’yle ne de
kartel kontrolünde olmayan bir sağlık sistemi ile ilgisi vardır. Küba Dostluk
Derneğinin bu bildirisini, gösteri, Sağlık Bakanının açıklaması ve TTB’nin
siyasetleri açısından çözümleme gereği vardır:
Bu bildiride, Che ve Che’nin temsil
ettiği tıp anlayışından bahsedilmektedir. Bildiğim kadarı ile Che’nin
yayınlanmış ve model olarak sunulan bir tıp anlayışı yoktur. Küba’da uygulanan
sağlık sistemi doğası gereği, tıp kartelinin kontrolünde yapılan bir sağlık
ticareti değildir. Kendi koşullarında ulusalcı olmak zorunda olan bir
sistemdir. Bu sistemde temel özelliği sağlık hizmetleri diğer hizmetlerde
olduğu gibi halka ücretsiz ve kâr amacı olmadan sunulmaktadır.
Bütün dünyada “sağlıkta dönüşüm” adı
altında pazarlanan emperyalist sağlık sistemi, Tıp kartelinin ürünlerinin en
geniş şekilde pazarlanması için “bütün sağlık kuruluşlarını bir pazarlama ağına
dönüştüren” bir model olarak takdim edilmektedir. Ne Che’nin ne de Küba’nın bu
modele karşı emperyalizm karşıtı küresel bir sağlık sistemi modeli yoktur.
Yazıda Küba’da uygulanan sağlık
sisteminin tek üstünlüğünün ücretsiz olarak sunulması olarak gösterilmiştir.
İran ve Suriye gibi ülkelerde de sağlık hizmetleri ücretsiz olarak
sunulmaktadır.
TTB de yıllardır bir yandan ücretsiz bir
sağlık sistemini savunuyor görünmüştür. Fakat diğer taraftan “reçeteme karışma”
sloganı ile sağlık pazarlamacılığında hekimlere verilen görevin kısıtlanmasına
karşı çıkmıştır. Hekimlerin keyfi olarak en pahalı ve gereksiz tahlil, tetkik,
ilaç ve tıbbi malzemeleri tercih etmelerini bir hak gibi görmüştür. Hekim
hastalığın teşhisi ve tedavisi için gerekmediği halde veya daha ucuz yöntemler
varken en pahalı ilaç ve malzemeyi neden tercih etmektedir? Bu tercihin ilaç ve
tıbbi malzeme firmaları tarafından verilen promosyon, kâr payları, yurt dışı
seyahatleri ile sağlandığını herkes bilmektedir. Sağlık hizmetlerinin ücretsiz
verilmesi yanında, bunun ticaretinin de engellenmesi gerekir. Sağlık
harcamaları ve anlayışına yön veren girdilerin (ilaç, cihaz, tıbbi malzeme ve
diğer ürünler) üretim ve ithalatının devlet eliyle ve kontrolünde yapılması ve
daha da önemlisi kartel tarafından icat edilen uydurma hastalıklar için
pazarlanan ilaç ve tedavilerin de yasaklanması gerekir.
TTB ücretsiz sağlığı savunuyor
görünürken sağlık girdileri ve harcamalarının kontrolünü, sağlık hizmetlerinin
kamusal anlayışla (kâr amacı güdülmeden) sadece kamu kuruluşları vasıtası ile
verilmesini savunmamaktadır. Sağlık ticaretinin başka bir uygulaması olan özel
muayenehanecilik ve üniversite hastanelerinde hocaların özel muayene sistemine
karşı çıkmamaktadır. Üstelik 13 Mart eyleminin esas amacı da budur! Kulağa hoş
gelmekle birlikte “TTB’nin savunduğu “ücretsiz sağlık” sloganı, halkın daha
fazla vergi veya sosyal sigorta primi ödemesi anlamına gelmektedir.
Kartel tıbbının karşıtı olan sağlık
sistemi modelinin tek özelliği ücretsiz olması demek değildir. Ayrıca ne
Küba’da yaşayan halk, ne de Küba’daki yönetim kartelin uyguladığı sağlık
sistemini konusunda tam olarak bilgi sahibi değildir.
Tıp
karteli kapitalist-emperyalist sistemde (emperyalist batı ülkeleri ve
sömürgelerinde) diğer sistemlerde olduğu gibi, sağlık sistemini tamamen
özelleştirerek kartelin bir pazarlama ağına dönüştürmüştür. Sistemin temel özelliği
hekimlere verilen performans ücreti değildir. Sistemin özellikleri: 1. Bütün
sağlık kuruluşlarını ve ticaretini özelleştirmiş ve şirketleştirmiştir. 2.
Sağlık kuruluşlarına, hasta sayılarını, gelirlerini ve her tülü sağlık
harcamalarını artırmaları için gerekli alt yapı oluşturulmuştur. 3.
Arttırılması hedeflenen sağlık harcamaları için bir zorunlu vergilendirme
sistemi olan GSS (genel sağlık sigortası) tesis edilmiştir.
Performans ücretinin bu sistemde ikili
görevi vardır: 1. Bütün sağlık çalışanları (hekim, eczacı ve diş hekimi,
röprezantör, medikal firma ve pazarlamacılar) sistemden beslendikleri için kâr
paylarına satın alınmıştır. Bunlar sistemi desteklemiş ve bu şekilde dönüşüme
karşı bu kesimden bir direnç gelmemiştir. 2. Performans sağlık kuruluşlarının
hasta bulma ve yaratma yeteneklerini arttırmıştır. Hekim ve hastanelerin
ilkesi; “Ne kadar çok hasta ve hastalık, o kadar para’dır.”
Sağlık alanında kartelin şirketlerinin
kurdukları pazarlama ağı; firmaların Türkiye temsilcilikleri, bayi ve şubeleri,
ilaç firma röprazantörleri (temsilcileri), hekimler, eczacılar, sistem için
çalışan siyasetçi ve bürokratlardan ibarettir. Bu pazarlama şebekesinde herkes
“satış performansına” göre para kazanmaktadır.
Hekimlerde üç türlü performans
uygulanmaktadır: 1. Hastane gelirlerini arttıran her işlem için performans adı
altında bir kâr payı ödenmesi; 2. Kullanılan ilaç, tıbbi malzeme, cihaz,
teknoloji, sevk, rapor için temin edilen diğer performans geliri. Bu gün birçok
ameliyat ve tedavi, kullanılan pahalı malzeme ve ilaçlar için yapılmaktadır.
Üniversite hastanelerinde birçok hekim medikal firmalarla birlikte çalışmakta
ve konsinye olarak hastanelerinde bulundurdukları tıbbi malzemeleri
pazarlamaktadır. 3. Hasta sevklerinden elde edilen komisyon: Sadece birinci
basamak ve ikinci basamakta değil, üniversite hastanelerinde de birçok doktor
çok basit hastalılar için bile hastalarını sürekli olarak sözleşmesiz özel
hastanelere göndermekte ve yönlendirmektedir. Özel hastaneler yasal ve yasal
olmayan yollardan hastalardan daha fazla ücret alabilmektedir. Hekimler
çalıştıkları Devlet veya Üniversite hastanelerinde komisyon almalarına rağmen,
daha fazla kazanmak için hastalarını özel hastanelere göndermekte veya
yapacakları tedavi ve girişimleri hastaları yönlendirdiği özel hastanelerde
yapmaktadırlar. “Komisyon” ile dönen bu sistem daima “kazan-kazan” ilkesine
göre çalışmaktadır. Bu düzende para için her şey mubahtır. Herkes nerede para
varsa oraya koşmakta; hangi girişim ve usulsüzlük ile daha çok para
kazandırıyorsa hemen bunları uygulamaya başlamaktadır.
Özel hastanelerin çoğu hekimlere hastane
gelirlerini arttıracak oranda gereksiz olarak yaptıkları muayene, tetkik gibi
işlemlerdeki performansa göre ücret ödemekte olup, bu hastanelerde çalışan
hekimler bu durumdan şikâyet etmemektedir.
Devlet hastanelerinde hekimler aldıkları
performans komisyonundan son derecede memnundurlar. SSK hastaneleri
kapatılmadan önce bu hastanelerde çalışan hekimler bir an önce performans
ücretine kavuşabilmek için sağlıkta dönüşümü ahlâksızca savunmuşlardır. Bu
hastanelerdeki memur ve işçi sendikaları yıllarca hekimlere verilen performans
ücretinin kendilerine de verilmesini savunmuşlardır. Hekimlerin bu dönemde tek
isteği; tatil, rapor ve emeklilikte de performans ücretinin verilmeye devam
edilmesi olmuştur. Devlet hastanelerinde performans ücreti muayenehanesi olan
hekimlere verilmezken; kazanılan bir dava ile muayenehanesi olan hekimler de
performans ücreti almaya başlamıştır.
Üniversite hastaneleri bugün olduğu
gibi, daha önceleri de öğretim yelerinin özel hastanesi (çiftliği) idi.
Buralarda hocaların istemediği hiçbir ameliyat yapılamaz; hiçbir hasta
yatırılamazdı. Sağlıkta dönüşüm üniversite hastanelerini de tam anlamlı ile bir
ticarethaneye dönüştürmüştür. Üniversite hocalarının keselerine giren paralar
bu dönemde daha da artmıştır.
Devlet ve üniversite hastaneleri de kâr
amacı ile çalıştırılan işletmeler olup, hepsinin bir vergi numarası vardır.
Hastane içindeki bölümler ve birimler kazançları oranında desteklenmektedir. Bu
hastanelerde hastaneye para kazandıran kişi ve hekimler dışında diğer
çalışanların ve hemşirelerin, taşeronlaştırılarak düşük ücret ve zor çalışma
koşulları altında çalışmaya zorlandığı görülmektedir.
Sağlıkta
dönüşüm her türlü sağlık kuruluşunu bir işletmeye dönüştürmüştür. Fakat bu
işletmelerde çalışan herkesin patron olması anlamına gelmez. Şirket sadece
gelirini arttıranlara kâr payı veya “komisyon” dağıtır.
Dönüşüm bu nedenle üniversite hocalarını
da kâr amacı ile çalışan pazarlamacılara dönüştürmüştür. Getirilen tam gün
uygulamasının amacı budur. Sağlık Bakanının söylediği gibi bu sistemde hocalara
da diğer hekimlerde olduğu gibi hastane gelirlerini arttırdıkları oranda para
dağıtılacaktır.
Bu arada sağlıkta dönüşümün sağlık
sisteminin bir pazarlama ağına dönüştürdüğünü belirtmiştim. Sistemin bundan
sonraki tek amacı vardır: Olabildiği kadar hasta bulmak, girişim yapmak, ilaç,
malzeme ve teknoloji (MR, PET, genetik test, vb.) kullanmak. Ve bu uygulamaları
toplumun tamamına sürekli ve giderek artan oranda uygulamak ve pazarlamak.
Dönüşümle hasta sayısı, girişim sayısı, yıllık muayene sayısı, sürekli
kullanılan ilaç, malzeme ve sarf malzeme sayıları, durmadan artmaktadır. Sağlık
Bakanına göre bu artış iyi bir performans göstergesidir. Bakan hasta
sayısındaki artışı bir ticari şirketin “satış ve gelirlerini” arttırması gibi
yorumlamaktadır. Aslında bu anlama gelmektedir.
Kartele göre herkes hastadır. Herkeste
ilaç ve malzeme kullanımı gerektirecek birçok tıbbi durum default (varsayılan)
olarak mevcuttur.
Üniversite hastaneleri nitelikli ve
üstün sağlık hizmetinin verildiği yerler değildir. Burada en pahalı ve gereksiz
teknolojiler, tedavi ve girişimler yaygın olarak uygulanmaktadır. Üniversite
hastanelerinde gereksiz tetkik, tahlil ve girişim oranları, komplikasyon ve
ölüm oranları, ortalama hastanede kalma süreleri, hasta başına tedavi
maliyetleri çok yüksektir. Buralarda kötü, insanlara zarar veren ve kalitesiz
bir sağlık hizmeti verilmektedir. Üniversite hastaneleri ve buralarda verilen
sağlık hizmetinin savunulacak bir tarafı yoktur. Diğer hastanelerde olduğu
gibi, üniversite hastanelerinin de nasıl bir sağlık hizmeti verdiği objektif ve
bilimsel yöntemlerle sorgulanmalıdır.
İşte bu ahval ve şerait içinde, ne zaman
ki üniversite hastanelerinde tüccar hekimlerin hastane içindeki özel
muayenehanelerinin kapatılması gündeme gelmiştir, herkes “sağlıkta dönüşümü”
hatırlamış ve birden bire “performans” sistemini eleştirmeye başlamıştır.
Hocalar aslında performansa karşı değildir; onlar, hastane içinde ve dışında
sağlık ticaretinden sağladıkları diğer hak ve olanakların ellerinden alınmasına
karşı çıkmaktadırlar.
Sosyalist ve halkçı sağlık sisteminin
tek özelliği ücretsiz olarak verilmesi değildir. Veya bazı hekimlerin
motorsikletlere binerek ülkeyi gezmesi ve fakir insanları bedava muayene etmesi
de değildir. Tıp karteli de daha fazla ilaç, malzeme ve teknoloji pazarlaması
anlamına gelen hasta bulma faaliyetlerini ücretsiz ve kampanyalarla
sürdürmektedir. Özel hastaneler bütün yerleşim yerlerinde ve işyerlerinde
ücretsiz hasta taraması yapmaktadır. Bu sözde ücretsiz taramalar için sigortası
olanlar için SGK’dan parası alınmaktadır. Bu, hastalık bulma, hastalık uydurma
veya kişileri hasta yapma ve hastalık yaratma faaliyetleri sonucunda pahalı
tarama testleri, gereksiz girişimler, ilaç ve malzeme pazarlanmakta ve
tükettirilmektedir.
Buradaki ücretsiz muayenede amaç tirol
ile balık avlamada kullanılan yöntemin aynısıdır. Sağlık taraması hasta
yakalamada kullanılan bir ağ işlevini görmektedir. Amaç kartelin ağına
yakalanmamış sağlıklı bir insan bırakmamaktır. (Nortin Hadler: The last well
person)
Günümüzde “tarama tıbbı” çok gelir
getiren bir sektör haline gelmiştir: Kanser, kalp hastalığı, genetik mutasyon,
Alzheimer, göz hastalığı taramaları, kolesterol ve lipit, kemik erimesi,
menopoz gibi taramalar ile hem tarama yöntemlerini pazarlanmakta ve hem de
sürekli ilaç, malzeme kullanılacak durumlar belirlenmektedir. Yapılan
işlemlerin bedeli de SGK tarafından sorgulanmadan ödenmektedir.
Ücretsiz muayeneler de hangi amaçla
yapıldığına göre değerlendirilmelidir.
Küba kurulan sosyalist sistemin tıp
karteline ve diğer emperyalist şirketlere kapıları mecburen kapatmıştır.
Uygulanan ambargonun da bunda bir katkısı vardır. Küba’da çalışan hekimlerin
bir kısmı, SSK hastanelerinde çalışan hekimler gibi, pazarlama yeteneğine göre
gelirlerinin artabileceği batı tarzı bir sağlık sistemini özlüyor da olabilir.
CHE emperyalizmi bilmektedir; fakat
kartelin sağlık sistemini bilmemektedir. O’nun zamanında zaten “sağlıkta
dönüşüm” (health transition) olarak bilinen küresel bir sağlık siyaseti de
yoktu.
Sağlıkta dönüşüm ile bütün halkın
sigortalı yapılması gündeme gelmiştir. Bu sosyalist ve halkçı sağlık sistemini
bilmeyen birçok sosyalist ve ulusalcı tarafından alkışlanmıştır. Bu kesimleri
kendilerinin de böyle bir sistemi arzuladıklarını söylemişlerdir. Hâlbuki genel
sağlık sigortası büyümesi ve arttırılması hedeflenen sağlık piyasası için bir
ikinci vergilendirmedir. Burada amaç herkesten zorunlu olarak para toplamaktır.
Kaldı ki sigorta primlerini ödeyemeyenler hem sağlık hizmetinden
yararlanamazlar hem de daha sağlık hizmetlerinden yararlanamadıkları dönemler
için ödemedikleri sigorta borçlarını daha sonra da ödemek zorundadırlar.
Sigorta primleri gelir ve asgari ücrete göre oldukça fazladır. Kısaca topluma
bizzat kendi keselerinden ödedikleri primlerle, kontrol edemedikleri, pazarlık
yapamadıkları bir sağlık hizmeti verilmektedir. Bu sistem “tek bir sistem”
olduğu için hastalar katkı paylarını, otelcilik hizmeti, spor kulübüne yardım,
otopark ücreti gibi sudan nedenlerle ödemek zorunda kaldıkları fark ücretlerini
de “mecburen” ödemek zorunda kalmaktadır. Sistem bütün halkı yolunacak kaza
çevirmiştir. Para toplanırken son derecede ciddi ve katı olan SGK, harcama ve
ödemeler konusunda o kadar gevşek ve kontrolsüzdür.
13 Mart eylemi ile üniversite hocaları
ve onlara destek veren hekimler, “Bizim üniversite içinde ticaretimize izin
vermezseniz biz de sizi en hassas noktadan vurarak size zarar veririz; gelin
bir şekilde uzlaşalım.” demektedirler. Evet! Üniversite içindeki özel hoca
muayenehanelerine izin verilirse bütün bu karşı çıkışlar hemen sönecektir. TTB
ve onu destekleyen hekim grupları da çıkıp “Cumhuriyet devriminin kazanımlarını”
koruduk diyerek övüneceklerdir.
Üniversite hastanelerinin bilimsel
araştırmaları meselesi: Türkiye’de üniversite reformu her ne kadar tüccar ve
tercüman hocaları ortadan kaldırmak amacı ile yapılmış ise de; bu kesim kısa
sürede kontrolü hemen ele geçirmiştir. Üniversiteler tüccar ve tercüman
hocaların bir çiftliği haline dönüştürülmüştür. Üniversitelerde hiçbir bilimsel
araştırma yapılmamaktadır. Tıp fakültelerinde aksine dogmatik, bilimsel kuşku
ve merakı olmayan sözde bilim adamları üretilmektedir. Gerçekleri görmekten ve
işitmekten korkan bu sözde bilim adamları Yalçın KÜÇÜK’ün vurguladığı gibi
öğrencisinden daha geridedirler. Şöyle veya böyle biraz yabancı dil bilmek
bilim adamı olmanın bir gereği gibi gösterilerek, mecbur kılınmıştır. Tercüman
öğretim üyesi ve asistanlar tartışmasız taptıkları ve aleyhte konuşulmasına
izin vermedikleri tıp kartelinin sağlık sistemine uygun yayın ve kitapları
tercüme etmeyi bilim üretmek zannetmektedirler. Bilimsel faaliyet olarak
yaptıkları diğer yayınlar da kullandıkları ilaç, malzeme ve yöntemleri bildiren
bir nevi faaliyet raporlarıdır. Diğer bir sözde bilimse çalışma şekli de,
kartelin ürünlerini kullandıkları oranda, bu tür bildirileri sundukları ve
dinledikleri ve masrafları kartel tarafından karşılanan, fakat özünde turistik
bir faaliyet olan ülke içindeki tıp kongrelere ve kurslara katılmalarıdır.
Üniversite hocalarının bilim ve bilimsel
çalışmaya karşı ne kadar duyarsız olduklarının tipik bir örneği de önce sağlık
reformu ve daha sonra da sağlıkta dönüşüm olarak gündeme gelen projeler
konusunda hiçbir çalışma ve yayın yapmamalarıdır.
Üniversitelerden
bu projeye destek veren bazı hocalar projeye destek veren kuruluşlardan ve
AB’den aldıkları fonlarla proje için eğitim çalışmalarına katılmış ve kamuoyu
yaratmaya yarayan bazı yayınlar yapmışlardır.
Tıp karteli sürekli olarak sağlık
hizmetlerinin ölçücü olarak bebek ölüm oranını gündeme getirmektedir. Keza
kızamık sayısında azalma da başka bir ölçüdür. İnsanlarda uygulanan sağlık
hizmeti sadece doğum ve kızamık aşısından ibaret değildir. Bu nedenle sağlık
hizmetlerinin mukayesesinde bebek ölüm oranları ve kızamık oranından bahsetmek
tek başına yeterli değildir.
Sağlık sistemlerini incelerken ve
mukayese ederken temel ölçüler şunlar olmalıdır:
-Doğumlarda sezaryen oranı (sezaryen
oranları dünya rekoru kırmaktadır)
-Yeni doğanlarda prematür doğum oranı ve
yoğun bakım tedavisi gören yeni doğan oranı (neredeyse her yeni doğan bir yoğun
bakım tedavisi görmektedir)
-Hasta sayısında azalama ve artma
(ameliyat sayıları ve tedavi edilen hastalık sayılarında artış= doğrudan
gereksiz olarak yapılan ameliyat oranını gösterecektir)
-Kartelin ürettiği ilaç, tıbbi malzeme,
cihaz ve sarf malzemesi için bu şirketlere ödenen para
-Kişilerin yıllık hastaneye başvuru
sayısında artış oranı
-Kişilerin
günlük kullandıkları ilaç oranında artış
-İlaç ve tıbbi malzeme kullanımındaki
artış
-Gereksiz ameliyatlar, tedaviler,
ilaçlar ve kullanılan malzemelere bağlık iatrojenik (tıbbi işlemlere bağlı
olarak gelişen) ölümler, yaralanmalar ve sakatlanmalar
-Sağlıkta şebekeleşme, çeteleşme ve
mafyalaşma oranı (sağlıkta yolsuzluk olayları)
-Kişilerden toplanan sigorta
primlerindeki artış ve bunun gelirlere oranı; kişilerin kendi keselerinden
yaptıkları sağlık harcamalarındaki artış oranı
-Bir hastalığa bağlı olsun olmasın,
ölümden önce yoğun bakım tedavisi gören kişi oranı ve süresi (sırf hastane
gelirlerini arttırmak için ölüler bile uzun süre yoğun bakımda tutulmaktadır). Vb.
vb.
Modern tıp veya tıp kartelinin
uyguladığı sağlık sistemi bütün toplumu hasta ve sakat bırakmayı hedefleyen bir
sistemdir!
Türkiye’de
uygulanan sağlık sisteminde sadece özel hastanelerde değil, bütün hastanelerde
beyana ve faturaya göre ödeme yapılmaktadır. Bu sağlık sisteminde bir nevi
“hayali ihracat” sistemidir. Hastaneler bu şekilde gereksiz olarak
yaptıklarının yanında, yapmadıkları girişimleri, tetkikleri, kullanmadıkları
ilaçları, malzemeleri, yatışları ve akla gelebilen her kalemi sanal veya hayali
olarak abartabilmekte ve bu şekilde kendilerine almaları gerekenin çok üzerinde
bir para hortumlanmaktadır. Her türlü sağlık harcamasının teşvik edildiği, her
türlü abartma ve hayali faturalamaya imkân tanıyan bu sistem hekim ve diğer
sağlık çalışanlarının ahlakını ve kimyasını bozmuştur. Sağlık piyasası bir nevi
yolsuzluk, mafyalaşma ve çeteleşme piyasası haline dönüşmüştür.
Ne TTB ve hekimler ne de üniversitelerin
bu konularda bir araştırması yoktur. Bu çevreler bu gibi haberleri de görmezden
gelmekte ve kendilerinin egemen olduğu yayın organlarında bu tür haber ve
yorumlara yer vermemektedirler. 13 Mart Eylemini sürekli olarak destekleyen ve
İstanbul Tabip Odası tarafından kendisine ödül verilen Ulusal Kanal isimli TV
kanalında bu tür yolsuzluk ve çeteleşme haberleri yer almamaktadır. Ulusal
Kanal, Sağlıkta Dönüşüm ile bir özelleştirme ve bir pazarlanma ağı
oluşturulmasını ısrarla görmezden gelmektedir. Bu kanalın Sağlık programlarında
kartel tıbbının reklamı yapılmakta, ürün ve malları pazarlanmaktadır.
Sosyalist Küba’nın kendi içinde
uyguladığı veya uygulamak zorunda kaldığı bir sağlık sistemi vardır. Küba’da
bazı sağlık göstergeleri kötü olsaydı bile, bu sistem kartelin tıp sistemine
göre, insanlara zarar verme ve hasta sayısını arttırmayı hedeflememesi
nedeniyle daha üstün olacaktı… Fakat Küba’nın Tıp kartelinin tüm dünyada
uygulamaya çalıştığı gibi bir sağlık siyaseti yoktur. ABD ve batı ülkelerinde
uygulanan tıp kartelinin sağlık sistemini eleştirmemekte, bilmemektedir. Bu
konuda ideolojik bir eleştiri ve saldırısı söz konusu değildir. ABD ve Avrupa
ülkelerinde kartelin sağlık sistemin yerden yere vuran, eleştiren birçok yazar
mevcuttur. Bu tür yazar ve hekimler Küba tarafından desteklenmekte ve
kendilerinden ve görüşlerinden bahsedilmemektedir. Keşke Küba’nın evrensel bir
sağlık sistemi seçeneği olsaydı.
Bildirinizde Che’ye atfedilen, “tek tek
hastaları iyileştirmenin yeterli olamayacağını”, “hastalık etkenlerinin ortadan
kaldırıldığı, sağlıklı bedenleri olan bir toplum yaratabilme” konusundaki
görüşler şüphesiz doğrudur. Hatta daha da ileri giderek şu da söylenebilir:
toplumu hasta etmeyi ve hatta bir soykırımı amaçlayan kartel tıbbı dışındaki
bütün sağlık sistemleri ondan daha üstündür. Çünkü diğer sistemler hiç olmazsa
“önce zarar verme” ilkesini uygulamaktadır. Kapitalist sağlık sistemi çevreyi
de bozmakta ve hastalık üreten bir yapı oluşturmaktadır.
Bütün bunlara rağmen Küba’da uygulanan
sağlık sisteminin de eleştirilebilecek yönleri olabilir. Fakat bence en büyük
eksiklik tıp karteline karşı bütün dünyada ideolojik bir saldırıda bulunmaması
ve dünya için özgün ve evrensel sağlık sistemi için bir model oluşturmaya
çalışmamasıdır.
Tıp kartelinin bütün dünyada sürdürdüğü
küreselleşme sömürgeleştirmesinin tıptaki uygulamasının adı “sağlıkta dönüşüm”
programlarıdır. Programın özü sağlık sistemini tıp karteline (Big Pharma) bağlı
bir pazarlama ağına dönüştürmektir. Küba’da bu yönde yapılmış bir yayın veya
çalışma var mıdır? Bu projeye karşı Küba’nın siyaseti nedir. Bunları bilmek ve
görmek isteriz.
Türkiye’de sağlık sisteminin
eleştirilebilecek tek yönü performans uygulaması değildir. Performans
sisteminin gaz verdiği ve teşvik ettiği kanlı, kirli ve iğrenç bir sağlık
sistemi vardır. 13 Mart Eylemi görünüşte “performans” sistemin eleştirmek için
yapılıyor gibi pazarlansa da hekim kitlesinin ezici bir çoğunluğunun bu sisteme
karşı olmadığını hepimiz biliyoruz. Karşı çıkılan hususun performans sistemi
değil, üniversite hastaneleri içindeki hoca muayenehanelerinin kapatılması ve
onlar için kurulmuş olan farklı bir sağlık ticaretinin yasaklanmasıdır. Hoca
muayenehanelerinin ne bilime ne de topluma faydası vardır.
Hangi niyetle olursa olsun performans
sistemine karşı olan çevreler sistemin insanlık dışı ve topluma zarar veren
yönlerini de eleştirmek ve bütünü ile bu sisteme karşı olmaları gerekir.
Sağlıkla ilgili konuları tartışırken
basmakalıp üsluplar bir yana bırakılmalıdır. Gerçeklerin üzeri örtülmemeli ve
idareî maslahatçılıktan kaçınılmalıdır.
Sağlıkta Dönüşüm’e karşı gibi görünerek
mevcut sistem desteklenmemelidir.
Böyle bir destek suça ortak olmaktır.
Bunun ABD’nin Irakı, Afganistan’ın işgalini desteklemesinden veya Stalin’in
Hitlerle saldırmazlık paktı imzalayıp kendisini desteklemesinden bir farkı
yoktur. Fark, farkı görebilen için anlamlıdır. 22.3.2011
DOKTOR
CHE'NIN YOLUNDAYIZ - José Martí Küba dostluk derneğinin bildirisi
Basına
ve kamuoyuna!
13 Mart Pazar günü, Ankara’da sağlık
emekçilerinin gerçekleştirdiği “Çok Ses, Tek Yürek” mitinginde açılan “Doktor
Che’nin yolundayız” yazılı dövize Sağlık Bakanı Recep Akdağ “Birtakım örgütler
Dr. Che Guevara'nın izinde olabilir, ama biz onun izinde değiliz” yorumu
getirmiştir. Türkiye’deki sağlık sisteminin durumu göz önüne alındığında, Dr.
Che Guevara’nın temsil ettiği tıp anlayışının izinde olunmadığı elbette
aşikârdır:
Dr. Che’nin kuruluşuna öncülük ettiği
Küba’da tüm nüfusun ücretsiz ve eşit sağlık hizmeti alma hakkı anayasal güvence
altındadır. Devlet bütçesinin %12’sinin sağlık harcamalarına ayrılmasının yanı
sıra halkın temel gıdaları ve çocukların süt ihtiyacı devlet tarafından
ücretsiz dağıtılır. Oysa ülkemizde uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Projesiyle özel
hastanelerin SGK’dan aldıkları pay %31’e yükselmiş, sağlık sistemi insan değil,
kâr odaklı bir hale getirilmiştir. Önce eğitim araştırma hastanelerinde sonra
da üniversite hastanelerinde uygulanmaya çalışılan performansa dayalı
ücretlendirme ile hastaneler birer ticarethaneye dönüştürülmüş, bilimsel
araştırmaların önü kapatılmış ve çalışma huzuru tamamen bozulmuştur. Son
yıllarda ülkemizde sağlık harcamaları dört kat arttığı halde Dünya Sağlık
Örgütü verilerine göre Türkiye, bebek ölüm hızında ancak dünya 97ncisi, 5 yaş
altı ölüm hızındaysa dünya 96ncısıdır. Oysa Dr. Che’nin ülkesi Küba, bebek ölüm
hızı oranlarının düşüklüğü ve kişi başına düşen hekim sayısının yüksekliği ile
tüm dünyaya örnek teşkil eden bir gelişkinliğe sahiptir. Dr. Che’nin ülkesi
Küba ilaç ve aşılarını kendisi üretmekte iken ülkemizdeki aşı enstitüleri
kapatılmış, böylece Türkiye, aşı ve ilaçta tamamen dışa bağımlı hale gelmiştir.
Bakan’ın “Sağlık sistemiyle bir ilgisi
olamaz” dediği Che Guevara; doktor olarak yaptığı Latin Amerika yolculuğu
sırasında halkların yoksulluğuna ve parasızlık nedeniyle tedavi olmayan
hastalara tanık olduktan sonra, tek tek hastaları iyileştirmenin yeterli olamayacağını
anlamış, hastalık etkenlerinin ortadan kaldırıldığı, sağlıklı bedenleri olan
bir toplum yaratabilmenin peşine düşmüştür. Sosyalist Küba ve başarılı sağlık
sisteminde, işte bu akıl etkilidir.
Eşitlik isteyen herkesi karalayan
yazılarıyla ünlü Sabah gazetesi yazarı Emre Aköz’ün, mitingin ardından
yayınladığı “Kahramanın Dr. Che bir katildi yavrum” başlıklı yazısı ise Che’nin
insancıl bakış açısının, çirkince çarpıtılmasından başka bir anlam
taşımamaktadır.
Devrim sonrasında ilk amaçlarının kimsenin
aç kalmaması, daha sonra günde üç öğün yiyebilmesi ve ardından herkesin
sağlıklı uygun koşullarda yaşayabilmesi olduğunu açıklayan Che, Bolivya’ya
gitmeden önce çocuklarına yazdığı mektupta “Dünyanın herhangi bir yerinde
işlenen her türlü haksızlığı yüreğinizde hissedin” diye yazmıştır. Bugün iyi
hekim olmanın önkoşulu iyi bir insan olmaktır ve Che sadece, Hipokrat yemini
eden, mesleki onuruna ve halkın sağlık hakkına sahip çıkan her doktorun örnek
alabileceği bir kişi değil, çocuklarımızın da onun gibi olmasını istediğimiz
bir kişidir. Çünkü Dr. Che adil, eşitlikçi ve dayanışmacı bir dünyanın var
olduğuna ilişkin zorunlu bir düşüncenin sembolüdür.
Saygılarımızla,
José Martí Küba Dostluk Derneği
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder