TTB ve TABİP ODALARININ GÖREVİ NEDİR? BU
DÖNEMDE TO VE TTB SEÇİMLERİNİN BİR ANLAMI VAR MIDIR? 18.5.2020
6023
sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunun 1 maddesinde TTB’nin nasıl bir meslek
kuruşu olduğu belirtilmektedir. Bu yasaya göre TTB: Türkiye sınırları
içerisinde meslek ve sanatlarını icraya
yetkili olup da sanatını serbest
olarak yapan veya meslek diplomasından istifade etmek suretiyle resmi veya özel görev yapan tabiplerin
katıldığı Türk Tabipleri Birliği;
- Tabipler
arasında mesleki
deontolojiyi ve dayanışmayı korumak,
- Tabipliğin
kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak
- Meslek mensuplarının hak ve yararlarını
korumak amacıyla kurulmuştur.
Tabip
odalarına her ne kadar bu görevler verilmiş ise de tabip odaları ve TTB’nin “tabipler arasında mesleki deontolojiyi
ve dayanışmayı korumak” ve “tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp
geliştirilmesini sağlamak” görevleri kâğıt üzerinde kalan bir görevdir.
Hekimlerin diğer hekimlerle olan ilişki ve sorunları çalıştıkları resmi ve özel
SHS’nın yönetimine ve mevzuatına göre yürütülmektedir. TO ve TTB uzun süren bir
süreçten sonra sadece hiçbir anlamı olmayan uyarı, kınama gibi cezalar
verebilmektedir.
Ülke içinde
uygulanan sağlık sistemi kâğıt üzerinde Devlet tarafından ve şu anda da bu işi
Dünya Bankası tarafından yürütülmektedir. Türkiye’de uygulanan sağlık sistemini
TTB belirlememiştir ve bu konuda TTB’nin bir projesi yoktur. TTB yetkilileri,
siyasi parti, sendika ve meslek örgütlerinin de yaptığı gibi Sağlıkta Dönüşüm
sürecinde gelişmelerden haberdar olduğu ve bazı toplantılara katıldıkları halde
ne hekimleri ve ne de halkı uyarmamış ve bu dönüşüme karşı çıkmamıştır. Sağlıkta Dönüşüm hem kamunun hem de kişilerin
yani toplumun çıkarlarına karşı bir uygulama olduğu göz önüne alındığında TO ve
TTB’nin bu dönüşümün suç ortakları arasında olduğu görülecektir.
TTB’nin geriye
sadece “meslek mensuplarının hak ve yararlarını korumak” görevi
kalmaktadır. Günümüzde bu görev de özellikle Devlet Hastanelerinde çalışan
hekimlerin performans ücretlerinin arttırılması, kesinti yapılmaması ve
emekliliğe de yansıması gibi talepler doğrultusunda yapılan mücadelelerle
sınırlıdır.
Bir ülkede uygulanan sağlık sistemi hekim ve
eczacıların sağlık sistemi değildir. Sağlık sistemi deyince bu sistemi
kurgulayan, kuran, yöneten ve sürdüren başta Dünya Ticaret Örgütü, Dünya
Bankası, OECD gibi kuruluşları, ülke içinde yönetimde bulunan Başbakan ve
Cumhurbaşkanları, Sağlık ve Çalışma Bakanları, SGK üst ve alt yöneticileri,
hastane idarecileri, sağlık çalışanları ve halkı ilgilendiren bir sistem
anlaşılmaktadır.
Türkiye’de uygulanan sağlık sistemi
Kamu veya Devletin kurduğu ve işlettiği bir sistem değildir. Dünya Bankası
tarafından uygulanan Sağlıkta Dönüşüm küreselleşme olarak bilinen neoliberal
siyasetin sağlık alanındaki uygulamasıdır. Amaç: 1) Devletin Sağlık alanında
tasfiyesi, 2) Sağlık ve sigorta sisteminin özelleştirilmesi, 3) Tıp kartelinin
çıkarlarına uygun bir SAĞLIK PİYASASI oluşturulmasıdır. Bu piyasa SGK ve
bu kurumun sağlık hizmeti satın alım yöntemi ile belirlenmiştir. 4)
Gümrük ve fikri mülkiyet anlaşmaları ile bu piyasada sadece tıp kartelinin
ürettiği tıbbi cihaz, ilaç ve tıbbi malzeme, sarf malzemesi, kan ve kan ürünü
ve biyomedikal malzemelerin satılabileceği bir pazar oluşturulmuştur. 5)
Sağlıkta Dönüşümün esas amacını tek maddede açıklamak istersek bu da “devletin
ve kişilerin ceplerinden yapacağı” sağlık harcamalarının arttırılmasıdır.
Sağlık harcamalarının artışı tıp kartelinin ürettiği tıbbi ilaç ve diğer
ürünlerin satışının veya kullanımının arttırılması ile olacaktır. Bu da sağlık
kuruluşlarında gereksiz, muayene, tetkik, tahlil, görüntüleme, ilaç ve tıbbi
malzeme kullanımı, gereksiz tedavi ve ameliyatların arttırılması anlamına
gelmektedir. 6) Sağlık kuruluşlarında vatandaşın cebinden olan sağlık
harcamalarının arttırılması SGK’nın “ilave ücret” uygulamasıdır. Bu uygulama
ile özel hastaneler ve vakıf hastaneleri hastalardan ilaç ve tıbbi malzeme
ödemeleri hariç SGK’nın ödediği hizmet bedelinin iki katı kadar para tahsil
etme hakkı verilmiştir. Özel SHS’na ayrıca otelcilik hizmeti için de para
tahsil etme hakkı verilmiştir. Özel SHS, SGK tarafından belirlenen kurallara
hiç uymadan ve düzenlemesi gereken belgeleri düzenlemeden genellikle fiş,
fatura ve ödeme belgesi dahi düzenlemeden hastalardan “haraç” niteliğinde para
tahsil etmektedir. İlave ücret uygulaması ile özel SHS’da sunulan sağlık
hizmetlerinin en azından 2/3’ü vatandaşların kendi kesesinden ödenmektedir. 7)
Üniversite Hastaneleri ise öğretim üyelerinin çiftliği haline gelmiştir. Bu
hastanelerde vatandaş vezne ve hoca polikliniği arasında mekik dokumakta ve
cebinden para çıkmadan hocayı görememektedir. Asistanların görevi de hastaları
hocalara yönlendirmektir. 8) Bazı kişiler “Hâlen
adı “Devlet Hastanesi” olan hastaneler var. Demek ki Sağlıkta Dönüşüm ile
devlet hastaneleri tasfiye edilmemiş. Öyle olsaydı bu hastaneler olmazdı,”
diye itiraz etmektedirler. Devlet Hastanelerinde sağlık hizmeti satılmasında
SGK sistemi uygulanmaktadır. Devletin bu sürece bir müdahalesi söz konusu bile
değildir. Her ne kadar mülkiyeti devlete ait görünse ve maaş ve diğer
işlemlerde genel bütçeden destek verilmekte ise de, bu hastaneler kâr amacı ile
çalışan ticari işletmelere dönüşmüştür. İşletim SGK sistemine bağlıdır. Şehir
Hastaneleri olarak bilinen sömürgeleştirme modeli ile Devlet Hastanelerinin devlete
ait olan mülkiyetine de son verilmektedir. Sağlıkta Dönüşüm hedefleri içinde
yer alan Şehir Hastaneleri, Dünya Bankası ile iştiraki olan uluslararası kartel
ve şirketlere yap-işlet-devret yöntemi ile yaptırılmaktadır. (https://ronesans.com/biz-kimiz/) Bu hastaneler de SGK sistemine
göre sağlık hizmeti satacak olup, belirlenen gelir sağlanamadığında aradaki
fark veya zarar devlet tarafından karşılanacaktır. Bu tür hastaneler sağlık
alanında Sağlıkta Dönüşümün üstüne tüy diken bir aşama daha ileri bir sömürgeleştirme
yöntemidir. Cumhuriyetin sağlık geleneğinin veya Kemalist sağlık
uygulamalarının devamı veya kamucu bir uygulama değildir.
Bu
hastanelerde çalışan hekimlere de sattıkları ve kullandırdıkları sağlık
hizmeti, ilaç, tıbbi malzeme fiyatları üzerinden “performans” ücreti adı
altında kâr payı ödenmektedir. Dönüşümün Sağlık Bakanlarından Recep Akdağ bunu
“doktorları kâr ortağı” yaptık diyerek açıklamıştır. Özel hastanelerdeki
hekimlere zaten kâr payı dağıtılmaktadır. Hatta bu hastanelerde çalışan
hekimlerin maaşları sadece polikliniklerde istedikleri BT, tomografi gibi
pahalı tetkikleri yaptırmaları suretiyle çalıştıkları SHS’na kazandırdıkları
paralara göre belirlenmektedir. Üniversite Hastanelerinde çalışan öğretim
üyelerinin ise zaten her muayene için en az 100-200 TL aldığı bilinmektedir.
Yani kâr payı ödemesi almayan bir hekim kalmamıştır.
Bu
durum göz önüne alındığında hekimlerin sıradan bir memur olmadıkları, ‘yaşamını işgücünü satarak elde ettiği
gelirle sürdüren insanlardan’ olmadığını görmekteyiz. Sağlıkta Dönüşüm
hekimleri de dönüştürerek, bu mesleği yaptığı iş ve sattığı tıbbi ürün ve
hizmete göre komisyon ödemesi alan bayi, borsa veya sebze halı komisyonculuğu
gibi bir pazarlamacı durumuna getirmiştir.
TTB ve TO’larının, TEB ve Eczacı
Odalarının, ulusalcı görüşe yakın veya ulusalcı olduğunu iddia eden hekimlerin
Sağlıkta Dönüşüm sürecinde bu sürece karşı bir tutum almadıkları, bu sürece
karşı çıkmadıkları görülmüştür. Hekimler, TTB ve TO’ları;
·
Halk sağlığına ve hastalara fedakârlık
ve feragatle hizmeti ideal bilen meslek geleneklerini muhafaza ve geliştirmeye
çalışmamıştır.
·
TTB odalar
hekimlerin performans ücretlerini düzenli olarak almaları ve bu paraların
kesintiye uğramaması ve emeklilikte de ödenmesi için artık bir hekim olmayan “Azalarının maddi ve manevi hak ve
menfaatlerini korumak” görevini yerine getirmiştir.
- Sağlıkta Dönüşüm aynı zamanda halka ve halk
sağlığına karşı bir sağlık sistemi uygulanması olduğu için TTB’nin “Halkın sağlığını korumak” için
çalıştığı söylenemez. TTB bu eksikliğini etnik bölücülüğü destelemeyi ve
“ana dilde sağlık” gibi siyasetleri savunarak gidermeye çalışmıştır.
TTB deyince
akla gelen diğer bir siyasi faaliyet ise “PKK ve onun legal partisi olan HDP
yanlısı” siyasetlerdir. TTB Türk ordusu ve polisinin PKK’ya karşı olan
savaşını “kirli savaş” olarak isimlendirmiş ve bu savaşa karşı
çıkmıştır. TTB yöneticileri her zaman PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yaşam
koşulları ve sağlığını kendine iş edinmiş ve devletin bu kişiyi muhatap kabul
etmesi için çalışmıştır. TTB ve Tabip Odaları PKK için yapılan savaşın ön
cephesinde yer alan askerler olmuşlardır.
Geçmiş dönemde
Tabip Odası seçimlerine katıldım; Antalya Tabip Odasının SGK temsilciliğini
yaptım ve TTB büyük kongre delegesi olarak kongreye katıldım.
Tabip odaları
seçimlerine katıldığım dönemlerde arkadaşlara
“Sağlıkta Dönüşüm” ün Devletin Sağlık alanından tasfiyesi ile Devletin
içeriden çökertilmesi ile yok edilmesi olduğunu bunun askeri olarak da Büyük
Orta Doğu Projesi ve bu proje gereğince PKK ile kukla bir Kürt devleti
kurulması ile sağlandığını ve bu açından her ikisine de karşı çıkılması gerektiğini
savunduğum halde aynı listede seçime katıldığım arkadaşlara anlatamadım. Bu
nedenle kendim ayrı bir seçim bildirisi yazıp çalıştığım hastanede
dağıttım. Bu seçimi birinci yedek olarak
kazandım ve bir kişinin istifası ile yönetim kuruluna girdim. Bu dönemde çoğu
Antalya ve çevresindeki hastaneler olmak üzere en azından on bir hastane ve
ortamda Sağlıkta Dönüşümü anlattım. Ne halktan, ne de sağlık çalışanları ve
hekimlerden görüşüme katılan bir kişi bile (!) çıkmadı. Hekim arkadaşlar bu konuların konuşulmasından
dahi rahatsızlık duymaktaydı.
Katıldığım TTB
büyük kongresi ise başından sonuna PKK ve başkanı Apo’nun çoşkun bir şekilde
savunulduğu bir kongre halinde geçti. Bu kongrelerde PKK’ya karşı çıkan bir tek
hekim bile yoktu. Kongre boyunca Türkiye Cumhuriyetini ve Atatürk’ü savunan
kişiler olarak sürekli olarak aşağılandık ve hakarete uğradık. Daha sonra sağ
ve MHP’ye yakın görüşleri savunan delegelerin bile PKK yanlısı adaylara oy
verdiğini öğrendim. Bu da şaşırtıcı bir şey değildi. Benim katılmadığım TTB
büyük kongrelerinin de aynı şekilde cereyan ettiğini katılan kişilerden
öğrendim. Ulusal kanalın bir şekilde bu kongreleri kaydederek halka duyurması
gerektiğini söylediğim halde bu görüşüm bir destek görmedi.
1970 ve takip
eden yıllarda solcu akımlara “Kürtçülük” siyaseti eklendi. Bir siyasi hareketin
devrimci kabul edilebilmesi için aynı zamanda “Kürtçü” de olması gerekiyordu.
Bu sol akımların çoğu zaman içinde ortadan kalktı. Bunların anti emperyalistliği,
devrimciliği bitti, geriye sadece “Kürtçülük” kaldı. Bu “Kürtçülük” önce sol
örgütlerin olmazsa olması idi; “Kürtçülük” daha sonra bütün sağ, sol ve İslami
partilerin olmazsa olmazı haline geldi. Bunlar devamında HDP ve PKK yandaşı ve
askeri haline geldi. Günümüzde PKK taraftarlığı
ve sempatisi TO seçimlerine katılan grupların olmazsa olmazı haline gelmiştir. Hekimler
bu gruplara karşı bir tepki göstermemektedir. Bu gruplar Doğu Perinçek ve AKP
düşmanlığı çerçevesinde bir araya gelebilmektedir.
"Kürt
halkının temsilcisi Apo'dur" diyerek Abdullah Öcalan’ı öven ve kendisini
halkın bir kısmının temsilcisi olarak göstererek HALKI KİN VE DÜŞMANLIĞA TAHRİK
VEYA AŞAĞILAMA suçunu işlemiş olan İstanbul Tabip Odası Başkanı İsmail Selçuk
EREZ hakkında Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı üzerinden 16.9.2016 tarihinde
yaptığım suç duyurusuna bu konuda dilekçe verilmesi için teklifte bulunulan
ulusalcı hekimler içinden destek veren bir kişi bile çıkmamıştır.
TO ve TTB İÇİNDE ULUSALCI HEKİMLERİN
BİR SİYASETİ OLABİLİR Mİ? BU SİYASETİN BİR BAŞARI ŞANSI VAR MIDIR?
Bu gün ABD ve
AB sömürgeci siyasetlerine, Büyük Orta Doğu Projesine, özelleştirme ve bu
şekilde devletin tasfiyesi anlamına gelen neoliberal siyasetlere karşı
çıkılması, milli devletin ve ordunun savunulması, Ermeni Soykırımı iddialarına
karşı çıkılması, PKK’ya karşı ordunun ve polisin verdiği mücadelenin
desteklenmesi, PKK’nın Türkiye, Irak ve Suriye’de kukla bir devlet kurmasına
karşı çıkılması gibi siyasetleri savunan parti veya kişiler kısaca “ulusalcı”
veya daha doğrusu” milliyetçi” olarak isimlendirilmektedir. Her yerde olduğu
gibi hekimler arasında da Vatan Partisi ve Doğu Perinçek düşmanlığı temel
özelliktir. Kişiler siyasi olarak farklı görüşlerde olabilirler fakat üzerinde
anlaştıkları diğer bir özellik Vatan Partisi ve Doğu Perinçek düşmanlığıdır. Doğu
Perinçek düşmanlığı ulusalcı karşıtı grupları birleştiren bir ortak özelliktir.
Bu konuda anlaştıkları zaman diğer konularda da hemen anlaşmaktadırlar.
Nitekim iki
yıl önceki TO seçimlerinde kendilerini içi boş ve soyut anlamda Atatürkçü
olarak kabul eden gruplar PKK merkezli kişilerin oluşturdukları gruplarla hemen
birleşmiş ve bütün oda seçimlerinde misli görülmemiş bir zafer kazanmışlardır.
TTB ve TO’ları
açısından ulusalcı siyasetler sağlık alanında “Sağlıkta Dönüşüm’e” ve
siyasi alanda da PKK yanlısı siyasetlere karşı çıkılması olmalıydı.
Ben TO ve TTB
içinde girdikleri seçimlerde “ulusalcı” siyasetleri savunan bir kişi veya grup
görmedim. Dışarıda savunanlar olabilir. Aksine
dışarıdan ulusalcı olarak bilinen bazı oda yöneticileri her alanda “çatı
örgütümüz” diyerek TTB yönetimini ve siyasetlerini savunmuşlardır.
İP, Ulusal
kanal ve Aydınlık uzun bir dönem TTB’yi sağlık sistemi konusunda kendilerini ve
siyasi görüşlerini temsil eden bir örgüt olarak gösterilmiş ve her konuda TTB
yöneticilerine başvurularda bulunmuşlardır. (“Sağlık sektörümüz Yabancıların
eline geçecek: Bu Mustafa Pamukoğlu’nun Özdemir Aktan ile yaptığı, 30 Temmuz
2014 günü Aydınlık Gazetesinde yayınlanan röportajın başlığıdır.)
Bu durumda iki
soruya cevap aramamız gerekiyor:
1.
TO ve TTB
içinde “ulusalcı hekimler” ileride etken bir konuma ve yönetime gelebilirler
mi?
2.
TO ve TTB
içinde genel siyasetin değiştirilmesi açısından mücadele etmenin bir anlamı var
mıdır?
TO ve TTB
içinde “ulusalcı siyaseti” savunan hekimlerin oluşması ve mücadele etmesi için
öncelikle “doğru bir siyasetin” belirlenmesi gerekir. Doğru veya eğri bir
siyasetleri olmadan oda seçimlerinde neyi savunacaklar ve ulaşmak istedikleri
hedef nedir? Bunu belirlemeleri gerekir. Oda seçimlerinde birkaç kişiyi
yönetime yerleştirmek bir hedef olmamalıdır. Tabip Odalarında ulusalcı olarak
bilinen hekimlerin bir siyaseti olmadığı için bunların herhangi bir konuda
kayıplarından da vazgeçemeyiz.
Türkiye’de ulusalcı olarak bilinen
siyasi parti veya gruplar “Sağlıkta Dönüşüm” için bir siyaset
belirlememişlerdir. Bunların bir
siyaseti yoktur. “Sağlık hizmeti ücretsiz olmalıdır” gibi sloganlar, öncelikle
hem mevcut olanın hem de tasarlanan bir sağlık siyasetinin ne olduğunun
bilinmemesi anlamına da gelecektir. Bu güne kadar üç maymunu oynayarak bu tarafımdan
savunulan ulusalcı siyasetleri görmezden gelen ve görmemek için elinden gelen
çabayı sarf eden kesimlerin bugünden sonra da bunu göreceklerini veya görmek
isteyeceklerini sanmıyorum. Korona salgını sonrasında Ulusal kanal ve Aydınlık
gazetesinde sürekli olarak Türkiye’de uygulanan Sağlık Sisteminin ABD
sisteminden farklı olduğu, ABD sağlık sisteminin çöktüğünü, Türkiye’deki
sistemin ücretsiz ve kamucu olduğu, Cumhuriyet ve Atatürkçü geleneklerin bir
devamı olduğu gibi görüşler savunulmaktadır. Bu Sağlıkta Dönüşüm konusunda AKP’nin
neoliberal siyasetlerine tam olarak teslim olunması anlamına gelmektedir.
AKP’nin Sağlıkta Dönüşüm siyasetleri, PKK ve FETÖ’ye karşı olan mücadeleden
farklıdır ve desteklenmesi gereken siyasetler değildir.
Emperyalizm
bugün yöntem değiştirmiştir. Emperyalist ülkeler bir ülkeyi yok etmek için
öncelikle neoliberal siyasetleri uygulamaktadır. Bu uygulamalarda ülke içinde
emperyalist ülkelerin asker ve memurlarını görmüyoruz. Çanakkale savaşı veya Yunanlıların Ege
bölgesini işgalinde olduğu gibi doğrudan askeri işgal ve müdahale ile gelen
emperyalizme herkes karşı çıkmaktadır. Fakat iş neoliberalizme gelince kimse
bunun bir sömürgeleştirme projesi olduğunu görmek istememektedir.
Diyelim
ki ulusalcı siyaset belirledik ve bu siyaseti savunan bazı hekimler de var. Bu
durumda ulusalcı hekimlerin Tabip Odaları ve TTB içinde bir varlık
gösterebilmeleri ve başarı kazanma şansları var mıdır?
Ne için savaşılacağı belirlenmeden seçim
yöntemlerindeki değişiklikler ile Tabip Odaları ve TTB yönetiminde PKK eğilimli
grupların hâkimiyetine son verilebileceği düşünülmektedir. Bunun için seçim
sisteminin ve temsiliyet sisteminin değiştirilmesi önerilmektedir.
Dr. Suat Çağlayan seçimlerinde
oransal temsil sistemini tavsiye ederek Tabip Odası Meclisi’nin çeşitlilik sağlayacağını ileri sürmektedir.
TO’da hekim meclisleri zaten vardır.
Dr. Suat Çağlayan;
• “Her grup seçime farklı bir liste ile girmeli,
isteyenler bağımsız olarak aday olabilmelidir.” Görünüşte böyle gibi olmamakla
birlikte TO seçimleri grupların liste ile katıldıkları seçimlerdir. İsteyen
serbest olarak aday da olabilir. Bu yeni bir şey değil ve bir anlamı yok.
• “Seçim sisteminde eşitliği sağlamak için,
kullanılan oyların sonuçlara yansıması alınan oylara göre olmalıdır. Yani
oransal temsil sistemi getirilmelidir.” Sırası ile en fazla oy alanlar seçilmekte ve
oransal temsil zaten olmaktadır. Oda yönetimlerinde bu nedenle karşıt
gruplardan kişiler de girebilmektedir.
• “Tabip Odası Meclisi sistemi hem çeşitliliğin
sağlanması hem de görüşmelerin verimliliği açısından önemli bir yenilik
olacaktır. Tabip Odası Başkanı da odalardaki kurullar da bu meclis tarafından
seçilmeli ve denetlenmelidir.” Tabip Odalarında hangi görüşleri
tartışacaksınız? Ortada tartışma yapılabilecek bir durum veya konu var mı? Oda
toplantıları grupların kendilerine destek veren kişilerle ilişkilerini korumak
ve sağlamlaştırmak için yaptıkları toplantılardır.
• “Tabip Odalarının etkisini artırmak için
tabipler ve sağlık kuruluşları üzerinde odaların denetim yetkilerinin
artırılması ve Sağlık İl Müdürlükleri ile birlikte çalışma koşullarına ait yeni
düzenlemelerin getirilmesi uygun olacaktır. Bu bağlamda tıbbi bilirkişilik,
özel hastane hekim çalışmalarında etkin rol ve tıbbi malpraktis (tıbbi
uygulamaya bağlık hekim ve sağlık çalışanları aleyhine açılan davalar)
uygulamalarında cezalandırma, Tabip Odalarının yetki alanında olmalıdır.”
Bu görüşü savunabilmek için Türkiye’de
uygulanan sağlık sistemi konusunda zır cahil olmak gerekir: Tabipler TO’larının
çalışanı değil. Ayrıca Sağlık Kuruluşları özel veya özerk. Yani Devletten
bağımsız. Sağlık Müdürlüklerinin yetkisi hastanelerin bina ve donanım
özelliklerine bakarak ruhsat verilmesi ile sınırlı. Hastane içindeki
uygulamalar için bir denetim ve yaptırım yetkisi yok. Tıbbi kötü uygulamalar
ise adliye ve adli yargı sistemini ilgilendiren bir husustur. Bir kişinin tıbbi
olarak bilirkişilik yapabilmesi için belirli koşulları taşıdığını kanıtlayarak
Bölge Bilirkişilik Kurulu Başkanlığı’na başvurması ve bilirkişi olarak atanması
gerekir. Bilirkişileri de hakimler seçer. Ceza da geçerli kanunlara göre
verilir. Tabiplerin kötü uygulamaları için Tabip Odaları nasıl ve hangi yasaya
göre karar verecek veya kişiler cezalandıracaktır. Tabip Odalarına mahkeme
görevi mi verilecek? Temyiz makamı neresi olacak? Bunlar düşünülmeden yapılan
önerilerdir.
Suat Çağlayan daha sonra da ayağı yere
basmayan önerilerine devam etmektedir:
• Kamuda çalışan hekimlerin de Tabip Odası’na
üyeliği zorunlu olmalıdır. Odaya üye olmayan hekimlere mesleklerini uygulama
şansı verilmemelidir. =Bir kişinin hekimlik yapıp yapamayacağı konusunda Sağlık
Bakanlığı yetkilidir. Diploma ve sertifikalar TO’ları ve TTB tarafından
verilmemektedir.
• Tüm üye listeleri yenilenmelidir. Çünkü başta
İstanbul olmak üzere birçok kentte vefat eden hekimlerin kayıtları
silinmemektedir. Uygulanacak sistem için listeler güncellenmelidir. = TO vefat
eden hekimleri izlemektedir ve üye listeleri günceldir. Bu konuda bir önlem
almaya gerek yoktur.
• Seçimlere katılımda zorunluluk getirilmelidir. =
Herkesi zorla seçime getirseniz nasıl bir sonuç alacağınızı umuyorsunuz? TO
seçimleri ile neticede hükümetler belirlenmiyor. Odaların yapacağı pek fazla
bir iş yok. Daha doğrusu odaların bir işlevi ve bir anlamı kalmamış.
• Seçimlerde oy kullanımını kolaylaştırmak için
–kentin nüfusuna göre– aynı gün birden çok yere seçim sandığı konulmalıdır. =
TO seçimlerinde böyle bir soruna rastlanmamıştır.
Seçimlerde
temsiliyet sisteminin değiştirilmesini savunan görüşlerin ve Dr. Suat Çağlayan’ın
önerileri TO ve TTB yönetimine gelen grupların niteliğini değiştirmez.
TO
seçimlerine katılan PKK yanlısı siyasi gruplar açık açık Atatürk ve TC
düşmanlığı yapmamaktadır. Bunlar da diğer sahte Atatürkçüler gibi Atatürk ve
Türk Bayrağı’nı kullanmaktadır. Ulusalcıların soyut ve içi boş bir Atatürkçülük
ile bunların içine karışabilmesi ve bunların arasından taraftar bulması mümkün
değildir. Şimdi herkes Atatürkçü’dür ve herkes PKK yanlısıdır.
Tabip Odaları, bu odaların
yönetimine kimlerin geldiği, bu kişilerin PKK yanlısı siyaset izleyip
izlememesi kimsenin umurunda değildir. Bu nedenle TO seçimlerine hekimlerin çok
azı katılmaktadır. Hekimler arasında genel olarak “ulusalcı siyasetleri” savunan
ve özel olarak Sağlıkta Dönüşüm’e karşı çıkan kimse yoktur. Hekimlerin hepsi
performans sistemini sevmektedir ve alışmıştır. Bu sistemin ortadan kalkmasını
istemez. Üniversite öğretim üyeleri de her gün hastane içindeki
muayenehanelerinde para basmaktadır. Özel Hastanelerde çalışan hekimler ise
ciddi kâr payları almaktadır. Bu durumda Sağlıkta Dönüşüm karşıtlığında bir
çoğunluk sağlamak mümkün değildir. Bütün hekimlerin seçime katılması sağlansa
bile ulusalcı ve Sağlıkta Dönüşüm’e karşı hekimlerin hiçbir kazanma şansı
yoktur. Esasen sağlık alanında emperyalist bir uygulama olan Sağlıkta Dönüşüm’e
karşı olmayan bir hekim benim açımdan ulusalcı veya milliyetçi de değildir.
Günümüzde ulusalcı olduğunu iddia
edenler Sağlık Sistemi alanında ne yazık ki ulusalcı değil küreselleşmecidir. Bunlar “Sağlık alanında bütün dünyadan ileri
bir sağlık sistemimiz olduğuna” inanmakta ve Şehir Hastanelerinin destan yazdığının”
söylenmesi ile övünüyorlar. Bu saatten sonra “Şehir hastanelerini kamucu ve
ulusalcı uygulama” diye göstermek, mücadele etmekten daha kolay bir yöntem
olmaktadır. Ek olarak “Hastanelerde bilimsel modern tıp uygulanıyor; biz modern
tıbbı savunuyoruz” dediğiniz zaman karşınızda sadece neandartel tıbbını
savunanlar kalmaktadır.
SONUÇ
Ulusalcı olduğunu iddia eden hekimler Sağlıkta Dönüşüm
sürecinde TO ve TTB içinde; ne Sağlıkta
Dönüşüm’e ne de PKK yanlısı siyasetlere karşı bağımsız bir siyasi hareket
oluşturamamışlardır ve geçmişleri yoktur. Geçmişi olmayanın geleceği de olmaz.
Geçmişte olan hangi siyaset üzerine bugün bir siyaset inşa edilecek? Bugün bir siyasi çizgi belirlense bile TO’ları
ulusalcıların ele geçirmeleri gereken ve bu şekilde bir şey başarabilecekleri
bir mevzi de değildir. Bu amacı olmayan bir faaliyet olacaktır. Hekimlerin
uzmanlık alanlarına göre zaten kendi meslek örgütleri veya dernekleri vardır.
Esas faaliyetlerini bu derneklerde yapmaktadırlar. Diğer oda seçimlerini de PKK
yanlısı grupların kazandığı göz önünde bulundurularak işlevsiz hale gelerek
varlığı tartışmalı meslek odalarının kapatılmasında bir yarar vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder