SAĞLIK
SEKTÖRÜMÜZ NE ZAMAN YABANCILARIN ELİNE GEÇECEK?
AÇIKLAMA: Bu yazı Aydınlık yazarı Mustafa
Pamukoğlu’nun 30 Temmuz 2014 tarihinde 2012-2014 tarihlerinde aynı zamanda TTB
Merkez Konseyi başkanı olan Özdemir Aktan ile yaptığı röportaj üzerine
yazılmıştır. (Aydınlık Gazetesi, 30 Temmuz 2014, Çarşamba, s.5) Bu yazının
önemi şudur: Bugün olduğu gibi bu dönemde Aydınlık dergisi ve bu dergi ile
ilişkili siyasi hareketin “Sağlıkta Dönüşüm” süreci konusunda siyasi bir
tavrının olmadığını gösteren bir yazı olmasıdır. Aydınlık dergisi sağlık
sistemine ilişkin faklı bir siyasi bir görüşü olmadığı için TTB’nin sağlık ile
ilgili siyasetlerini kendi siyaseti gibi görerek ve göstererek halkı da
aldatmıştır. Yazılar 30 Ağustos 2014 ve 17 Eylül 2014 tarihleri arasında
www.guvercinevi.net internet sitesinde yayınlanmıştır. Bu site bugün faal
değildir.
Prof.
Dr. Özdemir Aktan "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalayarak
"Terör örgütü propagandası" yapmaktan yargılanmış ve hapis cezasına
çarptırılmış ve suçlamasıyla yargılanan ve ertelemesiz hapis cezasına
çarptırılmıştır. KHK ile Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma
Hastanesi’ndeki görevinden de uzaklaştırılmıştır. TTB bu dönemde de PKK terör
örgütünü destekleyen bir meslek örgütü olduğu halde Aydınlık dergisi ve siyasi
hareketi PKK ve bölücü örgütler ile arasında bir sınır koymamış ve bunlarla
ilişkisini devam ettirmiştir. Röportaj ve haberlerle bu kişileri sürekli olarak
gündemde tutmuş ve destek vermiştir.
Bu
röportajın izi ilgilendiren diğer bir yönü de hem TTB hem de Aydınlık
Dergisi’nin Sağlıkta Dönüşüm’e karşı olmak bir yana destek verdiğini göstermesidir.
Yazı bu nedenle yazılmıştır.
“Sağlık sektörümüz Yabancıların eline
geçecek.” Bu Mustafa Pamukoğlu’nun Özdemir Aktan ile yaptığı, 30 Temmuz 2014
günü Aydınlık Gazetesinde yayınlanan röportajın başlığıdır.
Aradan on yıldan fazla bir zaman
geçmesine rağmen Sağlıkta Dönüşüm denen sürecin ne olduğu halâ
anlaşılamamıştır. Bu, birçok kişinin
sadece başlıklarını okuyarak geçiştireceği, çok da önemli olmayan bir
röportajdır. Bu röportajın özelliği Mustafa Pamukoğlu ve Özdemir Aktan
üzerinden Aydınlık gazetesi ve TTB’nin Sağlıkta Dönüşümden ne anladıklarını
veya anlamak istemediklerini göstermesi bakımından ilginçtir. Yazının başlığı
ve ara başlığı verilmek istenen mesajı açık bir şekilde yansıtmaktadır. Aydınlık Gazetesinde yayınlanan ve gazetenin
bir yazarının TTB’nin bir önceki başkanı ile yaptığı bu röportaj ister istemez
sağlık dönüşüm konusunda ulusalcı ve solcu bir görüşü yansıttığı kanısı
uyandıracaktır.
Türkiye’de son on yılda her alanda
olduğu gibi sağlık alanında da önemli dönüşüm geçirmiştir. Özelleştirme ile
devlet tasfiye edilmiş ve devlet her alanda emperyalist ülkelerin kontrollü ve
egemenliği altına girmiştir. Röportajın başlığı, ülke hemen hemen her alanda
yabancı egemenliği altına girdiği halde sağlık sektöründe durumun böyle
olmadığı ve işlerin yolunda gittiği intibaı uyandırmaktadır.
Sağlık sistemi ve siyaseti ile ilgili
konulara nasıl bakılacağı konusunda bir fikir birliği yoktur.
Sağlıkta dönüşüm ile ilgili veya karşı
gibi görünen bütün haber ve yorumlar gerçeğe dayanmamakta ve gerçeği yansıtmamaktadır.
Sağlıkta dönüşüm ile ilgili
tartışmalarda temel değişiklikler göz ardı edilerek meslek gruplarının sistem
içindeki sorunları üzerinde yoğunlaşarak kitlelerinin gerçekleri görmesini
engellenmektedir.
TTB NASIL BİR MESLEK ÖRGÜTÜDÜR?
Aydınlık Gazetesi ve Ulusal Kanal dâhil
birçok demokratik kitle örgütü, dernek, sendika ve siyasi parti TTB’nin sol
görüşlü bir meslek örgütü olduğunu sanmaktadır.
TTB,
başından bu yana özelleştirme ve diğer emperyalist projelere karşı
çıkmadığı ve bölücü emperyalist projeyi desteklediği halde nedense solcu ve
devrimci bir meslek örgütü sıfatından herhangi bir leke almamış ve
sorgulanmamıştır. Bunun bir sebebi, emperyalizm, Avrupa Birliği, Özelleştirme
ve kukla bir Kürt devleti kurularak ülkenin bölünmesi konularında açık ve
tutarlı bir siyaset ve tavır geliştiremeyen sözde solcu, devrimci ve ulusalcı
kesimlerdir.
Türkiye’nin
parçalanması ile bir bölümünde etnik temele dayanan kukla bir Kürdistan
devletinin kurulması bir zamanlar solculuğun temel şartı ve olmazsa olması idi.
Devrimci ve sol partiler tam bağımsızlık ve kendi ülkelerinde halkçı bir
ekonomi ve siyasi yapı kurmak için çalışırlar. Hiçbir ülkede kendi ülkesini
tasfiye ederek, etnik temele dayanan bir devlet kurulması için savaşan
sol, devrimci veya ulusalcı
hareket mevcut değildir. Bu durum Türkiye’ye has bir garabettir.
TTB de zamanın sol örgütlerinin etkisi
altında kalarak Türkiye içinde kukla bir Kürdistan kurulması projesini ve bunun
bir gereği olarak PKK ve Abdullah Öcalan’ı başından bu yana desteklemiştir. Başlangıçta sol örgütlerin olmazsa olmazı
olan Kürtçülük akımı zamanla her türlü siyaset hareket ve partinin olmazsa
olmazı haline gelmiştir. Zamanında solcuların birbiri ile yarıştığı Kürtçülük
akımı bugün sağ, Atatürkçü (CHP), Türkçü ve milliyetçi (MHP, BBP) partilerin de
olmazsa olması haline gelmiştir. Sol
örgütler zamanla başlangıçta savundukları her şeyi bırakmışlar ve geriye
yalnızca Kürtçülükleri kalmıştır. Devrimci ve ulusalcı hiçbir hareketi desteklemeyen
TTB, Kürtçülüğü nedeniyle halâ solcu-ilerici bir meslek örgütü olarak
algılanmaktadır. Aydınlık, Ulusal Kanal gibi yayın organları ve bazı siyasi
partiler, devamlı olarak TTB’ye arka
çıkmış ve desteklemişlerdir. TTB’nin görüşleri bu partilerin ve yayın
organlarının görüşü olarak savunulmuş ve takdim edilmiştir.
SAĞLIK SEKTÖRÜNDE GELİNEN NOKTA
Özdemir AKTAN Sağlıkta Dönüşüm ile
gerçekleşen şeyleri “Sağlık Sektöründe Gelinen Nokta’ olarak şöyle özetliyor:
-Hizmetlerin maliyetlerin
ucuzlaştırılması,
-Taşeronlaşma,
-Hastanelerin tıbbi cihaz ve malzeme
alımlarında ucuza yönelmesi.
Sağlıkta Dönüşüm ile sağlık alanında
devlet tasfiye edilmemiş, emperyalist ülkelerin ve şirketlerin çıkarlarına göre
bir piyasa düzenlenmemiş ve özelleştirme olmamış! Sadece hizmet maliyeti ucuzlamış,
taşeronlaşma artmış, Hastaneler daha pahalı ve kaliteli tıbbi cihaz ve malzeme
yerine ucuz malzemelere yönelmiş.
TEMEL SORUN: DÜŞÜK KALİTELİ MALZEMELERİN
KULLANILMASI
Sağlıkta Dönüşümün ilk sonucu
hastanelerde kullanılan malzemeler üzerinedir. Sağlıkta dönüşüm ile hastaneler
maliyeti düşürmek için düşük kaliteli malzeme kullanmaya başlamışlar. Bu
nedenle kahrolsun sağlıkta dönüşüm!
Düşük kaliteli bu malzemeler neden kötü:
Çünkü bunlar ölüme neden oluyor. Ölümlerin olmaması için pahalı malzemelerin
kullanılması lazım.
Mustafa Pamukoğlu soruyor: “Doktor
olarak kullanmasanız”: Mecbursun kullanmaya. Elinizdeki malzemeler bu.
Kalitelisi olmadan ben ameliyat yapamam diyemezsiniz.”
SAĞLIKTA DÖNÜŞÜMÜN NEOLİBERAL POLİTİKALARLA
İLİŞKİSİ NEDİR?
Yazının başlığının altında neoliberal
politikalardan bahsedildiğinden, hem Özdemir AKTAN’ın hem de röportajı yapan
Mustafa Pamukoğlu’nun neoliberal politikaların ne anlama geldiğini bildiğini
sanabilirsiniz. Fakat her ikisi de tamamlanmış olan dönüşümü görmezden gelerek,
ileride “kamunun sağlıktan çıkması ve özelleşmenin gerçekleşmesinin”
hedeflendiğini söylemektedir. Onlara göre henüz hiçbir şey değişmemiştir,
sadece sağlık sektörünün yabancıların eline geçmesi tehlikesi vardır.
Sağlıkta Dönüşüm (özelleştirme) ile Sosyal
Güvenlik Sistemi yeniden düzenlenmiş, Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve SSK tasfiye
edilerek Sosyal Güvenlik Kurumu altında birleştirilmiştir. Bütün sağlık
kuruluşları SGK’ya hizmet satan ve kâr amacı ile çalışan örgütlere dönüşmüştür.
Uluslararası tıbbi ilaç ve malzeme şirketlerinin (İngilizce “Big Pharma” olarak
bilinen uluslararası tıp karteli) ürünlerinin rahatça ithal edilip
pazarlanacağı ve tükettirileceği bir sağlık piyasası oluşturulmuştur.
SSK Hastaneleri, sağlık hizmeti veren ve
getirilen sistemin çalışmasını etkileyebilecek ve bozabilecek tek kamusal
kuruluştu. SSK Hastanelerinin ve Kamuya
ait diğer kuruluşların ve tesislerinin Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi
dönüşümü destekleyenler tarafından “Sağlıkta bir özelleştirme değil de bir
kamulaştırma” gibi algılanmak
istenmiştir.
Sağlık sektöründe özelleşme demek,
sağlık hizmetleri veren kuruluşların
“özel şirketler” olması demek değildir. Gerçi sağlık sektöründe özel
hastanelerin sayısı durmadan artmakta ve devlete ait hastanelerde de birçok
hizmet (MR, tomografi merkezleri gibi) özel şirketlerce sağlanmaktadır.
Özellikle Devlet ve Üniversite Hastanelerinde temizlik, yemek ve güvenlik
hizmetleri özel şirketlerden sağlanmaktadır. İş güvenliğini ortadan kaldıran,
ucuz işçilik ve taşeronlaşma bu özel şirketler vasıtası ile sağlanmaktadır.
Bunlar da bir nevi özelleştirme uygulaması ise de sağlık hizmetlerinin
özelleştirilmesi ve tıp karteline uygun bir sağlık sistemi kurulması ile kast
edilen bu tür özelleştirme ve taşeronlaşma değildir. Özdemir AKTAN ve Mustafa Pamukoğlu bazı
hizmetlerin özelleştirilmesi ve taşeronlaşmayı ön olana getirerek, sağlık
sistemindeki özelleştirme, piyasa düzenlemesi ve bunun sonuçlarını
gizlemektedir.
Bir işletme ya bir ürün ya da bir hizmet
üretir. Üretim sektöründe çıktı üretilen ürün veya maddedir. Hizmet sektöründe esas gider işçiliktir. Sağlık hizmetlerinin yukarıdaki üretim ve
hizmet sektörlerinden farkı temel giderlerin işçilik giderleri olmamasıdır. Bu
taşeronlaşma ile daha da düşürülmüştür. Sağlık hizmetlerinde maliyeti etkileyen
esas unsur satılan (veya kullanılan) ilaç, tıbbi cihaz, malzeme ve sarf
malzemesi gibi ürünlerdir. Piyasa düzenlemesi ile kast edilen şey ise bu
ürünlerin alabildiğince serbest ve en fazla kâr elde edilecek şekilde
satılmasını sağlayan sistemdir. Hastanelerde tıbbi işlemler hizmetler hem özel
hem de devlet veya üniversite hastanelerinde aynı mantıkla yapılmaktadır.
İşletme sadece yapılan tedavi ve girişimi arttırmak için çalışanlara baskı
yapabilir ve etkileyebilir. Hekimler gereksiz muayene, tetkik, girişim ve
tedavilerle (bunların pazarlanması ve satılması ile) hastane gelirlerini
arttırabilir. Mülkiyeti özel ve devlete ait olan hastanelerde hastane
yönetimleri çalıştırdığı hekimlere hastaneye kazancı oranında komisyon
(performans ücreti) ödemektedir. Bu ödemenin gereksiz işlem, tetkik, tedavi ve
girişimleri arttırmak anlamına geldiğini anlamak için dahi olmaya gerek yoktur.
Gereksiz tıbbi işlem ve girişimler
yapmak için yeterli sayıda hasta olmadığı açıktır. Bu nedenle gereksiz tıbbi
girişim ve işlemler artık gerçekte hasta olan kişilere değil, sağlıklı olduğu
halde bu gereksiz tıbbi işlemlerin yapılması gerektiği konularında aldatılan,
şartlandırılan daha doğru bir ifade ile iğfal edilen sağlıklı kişilere
yapılacaktır. Bu nedenle artık bir AVM haline gelen hastanelere başvuran
kişilerin büyük bir çoğunluğu ya tanım olarak hastadır ya da hasta değildir.
Hastanelere kartelin belirlediği teşhis
ve tedavi yöntemleri, ilaç ve diğer tıbbi ürünleri istedikleri gibi pazarlama
ve tükettirme yetkisi verilmiştir.
Hastaneler verdikleri veya verdiklerini iddia ettikleri her türlü teşhis
ve tedavi yöntemlerini sadece beyana dayanarak yani sanal olarak fatura edebilmektedir.
Bu faturaların ancak %5’i sadece usul yönüyle incelenmektedir. Böyle bir
sistemde hiç yapılmayan tetkik ve tedavilerle, yapılan işlemlerin daha pahalı
bir işlem gibi gösterilmesi suretiyle yapılan faturalama hilelerin engellemesi
ve denetlemesi mümkün değildir. Böyle bir sistem hastaneleri gereksiz işlemleri
yapmaları konusunda teşvik etmekte adeta kışkırtmaktadır. Sağlıkta Dönüşümün vatandaşı ilgilendiren en
önemli sonucu gereksiz tetkik, tedavi ve girişimleri akıl almaz bir şekilde
arttırmasıdır. Bu şekilde sağlık
sektöründe yolsuzluk, usulsüzlük ve mafyalaşma sistemi oluşturulmuştur.
Özdemir AKTAN ve Mustafa Pamukoğlu’na
göre böyle bir sorun yoktur. Türkiye’de evrensel tıp biliminin belirlediği
kurallara göre sağlık hizmeti verilmektedir.
Gerçekte
ise evrensel ve tartışılmaz bir tıp bilimi yoktur. Tıp bilimi olarak takdim
edilen şey tıp kartelinin ürünlerinin satışını sağlayacak şekilde düzenlenmiş
bir tıp-sağlık, hastalık, teşhis ve tedavi (uygulama) anlayışıdır. Günümüzde
sağlık ve tıp anlayışı tıbbi değil, siyasi ve ekonomik bir konudur.
VATANDAŞ MEMNUN
Sistemi savunan Özdemir AKTAN ve
röportajı yapan Mustafa PAMUKOĞLU daha yazının başınca bombayı patlatıyorlar.
Vatandaş memnun: Demek ki getirilen sistem iyi! Yani sağlıkta dönüşüm iyi. İyi
ki bu dönüşümü yapmışlar!
Vatandaş, ülkenin bölünmesini,
özelleştirmeyi, Türkiye’nin AB üzerinden küresel sistemin sömürgesi olmasını,
Türkiye’de bir din devleti kurulmasını savunan partilere ezici bir şekilde
destek vermektedir. Bu mantıkla, madem vatandaş ülkenin bölünmesini ve yok
olmasını savunuyor ve bundan memnun;
buna da saygı duymak gerekir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün görüşlerini savunan bir siyasi parti yok! Demek
ki vatandaş artık Atatürk’e de sırt çevirmiş. Bir şeyin iyi olmasının ölçüsü
vatandaşın memnun olması ise o zaman neyin mücadelesi verilecek? Vatandaşın
desteklediği ve beğendiği siyasi partiler iktidarda. O zaman siz de vatandaş
memnun diye bu siyasi partileri destekleyin…
Sağlıkta Dönüşüm vatandaşa danışılarak,
onayı alınarak mı yapıldı. Vatandaş Sağlıkta Dönüşümün Ecevit, Bahçeli Yılmaz
koalisyon hükümetinin Dünya Ticaret Örgütü ile imzaladığı Taahhüt anlaşması ile
ve bizzat Dünya Bankası tarafından yapıldığını biliyor mu? Aradan bu kadar
zaman geçtikten sonra bu konuda bir kamuoyu yoklaması yapıldı mı? Sağlıkta Dönüşümü bir oldu-bitti ile yapan
iktidar partisi nasıl açılım adı altında bölücülüğü de iyi bir şey gibi
savunuyor ve geniş destek buluyor.
Sağlıkta Dönüşüm ve özelleştirme de iyi bir şey ve bir başarı gibi
takdim edildi. Muhalefet partileri de böyle bir dönüşümü önceden beri zaten
desteklediği için bu konuda söyleyecek bir şeyleri zaten yoktu. İktidar partisi
öğrencilere bedava defter kitap vermesi ve hastaların istediği hastaneye
gitmesi sloganları ile seçime girdi. Seçimlerde ezici bir başarı sağlamaları da
vatandaşın sağlık politikalarını beğenmesi gibi yorumlandı.
Peki, sağlık sistemi neden iyi ve
vatandaş neden memnun? Özdemir AKTAN burada da Sağlıkta Dönüşümü savunuyor.
Daha önce beş on yılda bir hekime giden
halkın yılda ortalama 8.5 defa hastaneye gitmesini Avrupa ortalamasının bile
üstünde bularak takdir ediyor. Hastaların başvuru sayısının artması
hastanelerin hasta sayılarını ve gelirlerini arttırmak için uyguladıkları
yönteme bağlıdır. Başvuran kişinin artık hastane ile işi bitmez: Kontrol almak,
devamlı kullanacağı ilacı almak, tahlillerini yeniletmek, başka bir tetkik
yaptırmak gibi insanlar devalı olarak kontrole çağırılmaktadır. Başvuru
sayısının artması Avrupa hedeflerine ulaşma gibi yorumlansa da başka türlü de
yorumlanabilir ve sistem sorgulanabilir. Bu nedenle Özdemir AKTAN birden bire
sistemin savunuculuğuna soyunuyor ve muayene sayısının artışını vatandaşın iyi
muayene olamadığı için farklı hekim ve hastanelere gitmesi ile açıklıyor. Özdemir AKTAN’a göre hasta sayısının
artmasının üçüncü gerekçesi küresel sistemin dayatmasıdır. Bunun ne anlama
geldiğini belirtmiyor ama bir nevi sol bir görünüm de verilmiş oluyor. Hangisi
doğru: Başvuru sayısının artması Avrupa seviyesine ulaşmak mı? Hastaların iyi
muayene olamamaları mı? Yoksa ne anlama geldiğini bilmediğimiz küresel sistemin
dayatması mı?
Sağlıkta dönüşümün amacı neydi? “Hekime ve ilaca kolay ulaşmayı sağlamak” ve
kolay ulaştığı için sık sık muayene olmak ve satılan tıbbi ürünleri bol bol
kullanmak. Muayene sayısı arttığına göre bu hedefe ulaşılmıştır. Sağlıkta ulaşımın kolaylaşması demek,
sağlıkla ilgili her türlü ürün ve yöntemin pazarlandığı sağlık AVM’si veya
servis istasyonlarının arttırılması anlamına gelmektedir. Sistemin temel
özelliği hastaları tedavi etmek ve iyileşmelerini sağlamak değildir. Salt
pazarlama amacı ile sağlığa ulaşımın kolaylaştırılmasından bahsedilmektedir.
Yani sorun hastanelerde verilen hizmetin kalitesiz ve gereksiz olması değil,
başvurulacak hastane bulunmamasıdır. Gereksiz başvuruları (muayeneler) gereksiz
tetkik, tedavi ve girişimler takip etmektedir. Getirilen sistem, sakatlık,
komplikasyon ve ölümleri arttırdığı için sağlıkla ilgili muayene, tedavi ve
girişimlerin artması aynı zamanda kötü bir sağlık hizmeti verildiğinin
göstergesidir. İyi bir sağlık hizmeti
verilmesinin göstergesi hastaların olabilecek en düşük komplikasyon (tedavi
sürecinde oluşan ek sorunlar ve hastalıklar) ve ölüm oranları ile kısa sürede
iyileşmeleri ile hasta sayısının azaltılması ve sağlıklı bir toplum
oluşturulmasıdır. Dönüşümü savunanlar ise toplumun tamamının hasta haline
getirilmesini, gereksiz tıbbi tedavi ve
girişimlerin, kartelin tıbbi cihaz, ilaç ve malzemelerinin kitlesel ve yaygın
olarak kullanılmasını mükemmel bir sağlık hizmetinin göstergesi olarak
göstermek istemektedir.
BİRİNCİ BASAMAK
Küresel emperyalist sağlık sistemini
savunanların konuyu saptırmada kullandıkları en önemli slogan “birinci basamak”
tır. TTB yıllarca aile hekimliği adı altında birinci basamağın
kuvvetlendirilmesini savunmuştur. Sağlıkta dönüşümün önemli sloganlarından
birisi de bu nedenle “birinci basamağı kuvvetlendirmek” olmuştur. Birinci
basamakta hastalıklar önlenemediği için insanların hasta olduğu ve kötüleşip
hastanelere gittiği iddia edilmektedir.
Sağlıkta
Dönüşüm uygulamasının buna cevabı “Siz birinci basamaktan mı bahsediyorsunuz:
alın size birinci basamak,” diyerek her tarafı aile hekimi ile donatmıştır.
Nasıl hastaneler AVM ve servis istasyonlarına dönüşmüş ise, birinci basamak da
perakende satış istasyonlarına, büfelere dönmüştür. Vatandaş beğendiği veya
almak istediği ilacı birinci basamağa giderek yazdırmakta ve bunun adı,
muayene, tedavi ve sağlık hizmeti olmaktadır. Aile hekimliği adı altında
birinci basamak, ilaç satışlarını arttırmak ve gereksiz ilaç kullanılmasını
teşvik etmek için yapılan bir pazar düzenlemesidir. Bu uygulama hekimi hekim
olmaktan çıkarmış sadece reçete yazan bir memura dönüştürmüştür.
İkinci ve üçüncü basamakta bir sorun
yoktur. Tedavi edici hekimlikte gereksiz
işlem, tedavi ve girişim yapılmıyor. Bu şekilde daha kaliteli bir hizmet
veriliyor. Sistem tıkır tıkır işliyor.
Hastanelerde ve üniversite ve eğitim hastanelerinde en ileri sağlık hizmeti
verilmektedir. Ama gelin görün ki birinci basamak zayıf ve yetersiz. Bu nedenle
hastalar teşhis ve tedavi edilemiyor; ikinci basamak hastanelerine gitmek
zorunda kalıyor. Özdemir AKTAN’a göre sağlıkta kârlı alan ikinci ve üçüncü
basamak, yani tedavi eden hekimdir. İkinci ve üçüncü basamakta sağlık
hizmetlerinin pahalı olmasının nedeni, gereksiz, tahlil, tetkik, girişim,
tedavi ve ameliyatlar değil, tetkik ve analizlerin ‘işin doğası gereği’ fazla
olmasıdır. Bu da kaliteli bir hizmetin göstergesidir.
Sağlıkta Dönüşümden sonra gereksiz
tetkik, tahlil ve görüntüleme yöntemlerinin aşırı oranda pazarlanmasının
nedeni, bir bu yöntemleri pazarlayarak hastanelerin kâr oranlarını arttırmaları
(tanı yöntemlerinin pazarlanması ve satılması) ve bu şekilde yapılan taramalar
ile gereksiz tetkik, girişim ve tedaviler için yeni adayların bulunması ve
yaratılmasıdır.
DOKTORLAR HASTAYI KORUYUCU HEKİME
YÖNLENDİREMEZ Mİ?
Emperyalizm
pazarlamaya dayalı bir sağlık sistemi kurmuş. Her türlü ürün serbest bir
şekilde bol bol pazarlanıyor ve satılıyor. Sistemi anlamayan Mustafa PAMUKOĞLU,
saf saf şu soruyu soruyor: Doktorlar kendilerine gelen hastaları “koruyucu
hekime” yani birinci basamağa yönlendiremezler mi? Bu şekilde sistem düzelmez
mi?
PAMUKOĞLU birinci basamakta bir koruyucu
sağlık hizmeti verildiğinde hastanelere başvuran hastaların gerçekten
azalacağını sanıyor. Birinci basamağın birinci görevi her gelene istediği ilaçları
yazmak, ikinci görevi de hastanelere hasta bulmak ve yönlendirmek. Vatandaş
istediği ilacı yazdırmak için birinci basamağa zaten gidiyor ve bol bol ilaç
yazdırıyor ve alıyor. Ama birinci basamak hastalıkları önlemiyor, sağlık
sorununu çözmüyor. Hastanelere sadece hasta değil “sağlıklı vatandaş” da lâzım…
Özdemir AKTAN, fazla miktarda yapılan
tahlil ve tetkikleri önce kaliteli hizmetin gereği olarak savunurken daha sonra
genç hekimlerin gereksiz soruşturmalardan kendilerini korumak ve hastayı tatmin
etmek için bunları istediklerini söylüyor.
Hangisi doğru? Yanlış bir tedavi ve girişim, gereksiz istenen bir
tetkikle nasıl savunulabilir.
Bunun
gerçek nedeni hastanelerin, hastayı muayene eden hekimlere yaptırdığı tetkik ve
tahlil oranına göre komisyon ve ilave ücret verilmesidir. Soruşturmayı
engellemek ve defansif tıp gibi mazeretler bu pis ilişkiyi örtmek için
uydurulmaktadır. Az tetkik istediği için kaç hekim hakkında soruşturma ve dava
açılmış. Böyle bir hekim var mı?
Desteksiz atışlar devam ediyor.
SAĞLIK ÖZELLEŞİYOR MU? GÜNAYDIN MI YOKSA
İYİ UYKULAR MI DEMEK LAZIM?
Türkiye’de sadece sağlık alanında değil
her alanda devlet tasfiye edilmiş ve yıkılmıştır. Devlet yıkıldığı için artık
tabelaların (TC yazılarının)
kaldırılması, bayrakların yasaklanması veya indirilmesi gündemdedir.
Türkiye Cumhuriyeti kavramı yerine coğrafi bir bölge adı olarak Türkiye
kullanılmaktadır. Milli bayramlar, törenler, andımız dâhil Türk adı ve
kimliğini çağrıştıran her şey yasaklanmıştır. Arabasına Türk bayrağı çıkartması
yapıştıran ceza yemektedir. Özdemir AKTAN ve Mustafa Pamukoğlu’na göre Sağlıkta
henüz böyle bir tehlike yoktur. İlerde sağlık sektörünün yabancıların eline
geçme tehlikesi vardır.
Özdemir AKTAN’ın özelleştirmeden
anladığı sağlık alanında devletin tasfiyesi değil, özel hastanelerin
artmasıdır. Ona göre bunun bir amacı hastanelerin kârlarını arttırmaktır. Diğer
amacı ise bu hastanelerin özellikle komplike (karışık ve ağır) hastalıkları tedavi etmeleridir. Bu da hastaların yararınadır. Özel hastaneler
olmasa komplike ve ağır hastalar nerede tedavi edilecek! Özel hastaneler hem daha iyi hizmetin ve daha
kaliteli tıbbi malzemelerin kullanıldığı yerler. Kısaca özel hastanelerin
olması vatandaş için bir şans. Solcu
görünerek özelleştirme ancak bu kadar iyi savunulabilir.
Özdemir AKTAN buradan stent pazarlayan
hastanelerin savunmaya geçiyor ve yüceltiyor. Başlık değişiyor.
KALİTELİ STENTLER ÖZEL HASTANELERDE
Özdemir AKTAN diyor ki: “Bakın kalp
damar stentlerinin çok ucuzları var; işe yaramıyor. Çok pahalıları ise özel
hastanelerde. Daha kaliteli hizmet almak isteyen bu hastanelere giderek ek bir
maliyete katlanmak zorunda kalacak.
SGK
sistemi dışında çalışan bir kardiyovasküler bir merkez veya hastane var mı?
Sağlıkta dönüşüm ile ucuz ve kalitesiz tıbbi malzeme mi kullanılıyor? Bunun bir
kanıtı var mı? Bu konuda bir araştırma yapılmış mı? Kaliteli ve kalitesiz tıbbi
malzemeler hangileri? Malzemeler neye
göre kaliteli ve kalitesiz?
Çıkarılan patent anlaşmaları ile
Türkiye’de sadece tıp kartelinin (yani ABD öncülüğündeki küresel sistemin)
ürettiği ilaç, tıbbi malzeme ve sarf malzemelerinin satışı korunmuş, bunların
sağlık pazarında tekel olması sağlanmıştır. Sağlık Uygulama Tebliği ile tıbbi
girişimlerde kullanılabilecek tıbbi malzemelerin özellikleri (ülke, C€ veya FDA
onayı gibi) belirlenmiştir. Başka bir ülkeden daha kaliteli ve ucuz da olsa
malzeme ithali, satışı ve kullanılması söz konusu bile olamaz. Bunun yapılması
cezai ve hukuki işlem gerektirir.
Özdemir AKTAN’ın kalitesiz bulduğu malzemeler zaten çok yüksek fiyatlardan
pazarlanan bu gibi malzemelerdir. Daha pahalı malzemeler var mıdır? Vardır.
Fiyatı keyfi olarak yüksek tutulan bu malzemeler, daha kaliteli ve gerekli
malzemeler değildir. Vatandaşın pahalı malzemeye yönlendirilmesinin nedenleri
vardır: Piyasada farklı firmaların
pazarladıkları birçok ilaçlı stent mevcuttur. Her birinin eşdeğerleri de
vardır. Daha iyi, SGK ödemiyor diye pazarlanarak bedelinin hastaya ödetileceği
stentler nedense daha kalitelidir. Stent pazarında bunlar genellikle ilaçlı
stentlerdir.
Bazı hekimlerin böyle davranmasının
gereği stent satan medikal firmalar ile aralarında olan menfaat ilişkileridir.
Böyle bir ticaret hekimlerin kullandıkları malzeme üzerinden ek gelir
sağlamalarını sağlar. Bu aynı zamanda
hastadan ilave ücret almanın da bir yöntemidir.
Geçerli
sistemde hem özel hem de üniversite hastanelerinde tıbbi malzeme firmaları ile
organik ilişki içinde bulunan bazı hekimler ve hastane işletmeleri, bu pahalı
ürünleri konsinye olarak ameliyathane ve girişim odalarında hazır bulundurmakta
ve girişim anında hastaları zorlayarak ve senet imzalatarak bu ürünleri
aldırtmaktadırlar.
Özdemir AKTAN bununla da kalmıyor,
kalitesiz malzeme kullanıldığından dolayı insanların öldüğünden bahsediyor. Bu
konuda elinde bir kanıt var mı? Kalitesiz malzeme kullanılmasından dolayı kaç
kişi ölmüş? Bu ifadesi ile Özdemir AKTAN, bazı hekimler ve tıbbi malzeme
firmaları arasında var olan menfaat ilişkisi ve kirli ticareti
savunmaktadır. Usulsüz bir şekilde
hastalara pahalı stent satılmasını desteklemekte ve bu işi iyi bir şey gibi
göstermektedir.
Sağlıkta Dönüşüm ile toplumun nerede ise
tamama yakını anjiografi, stent, balon ve by-pass girişimlerine uğramaya
başlamıştır. Stent kullanımı ile eleştirilebilecek uygulamalar şunlardır:
Anjiografi ve stent işlemleri sorunu
olan olmayan, sağlıklı sağlıksız bütün kitleye bir yalan uydurularak
uygulanmaktadır. Anglosakson literatürde koroner arter (atar damar)
hastalıkları sessiz katil (silent killer) olarak tanıtılmaktadır. Yani bu durum
herkeste olabilir ve herkesi öldürebilir. Bu nedenle hekim aklına gelen ve
canının istediği herkeste bu yöntemleri uygulayabilir
Anjiografi işlemi yapılan ve stent
kullanılan hastaların çoğunda bir damar darlığı veya sorunu yoktur.
Kalp damarlarında darlık olan kişilerde
stent uygulamasını yararı geçici ve anlıktır. Stentler ya pıhtılaşma ile kısa
sürede tıkanır veya yabancı cisim reaksiyonu ile oluşan bağ dokusu stenti
tıkanır. Stent takılması bu nedenle tedavinin sonu değildir. Stent takılması
demek tıkanan stentin sık sık açıklığının kontrolü, tekrar stent ve balon
işlemleri yapılması demektir. Bu kişiler en sonunda by-pass’a gider.
Stent takılması bu kişilerin kalp
krizinden ölmesini engellemez. By-pass girişiminin hastanın yaşama süresini
uzatmadığı ve her zaman stentten konulmasından daha başarılı olduğu
bilinmektedir. Sonuç olarak geçici bir çözüm olan ve bazen ciddi ve ölümcül
sonuçlara yol açabilecek stent uygulamalarının ya hiç uygulanmaması ya da en
gerekli az sayıda uygulanması gerekmektedir. Anjiografi ve stent uygulaması en
önde gelen varsayılan gereksiz cerrahi girişimlerin başında gelmektedir.
Özdemir AKTAN, sadece stent değil birçok kardiyovasküler cihaz, tetkik ve
tedavi yönteminin pazarlanan malzemeden ilâve kâr elde etmek için
kullanıldığını söylemiyor. Bu gereksiz cerrahi girişimden rahatsızlık
duyacağına dikkatleri pahalı stentlerin pazarlanması üzerine çekmektedir.
Stent kullanılan hastalarda kullanılan
pıhtılaşmayı önleyici ilaçlar, beyin kanaması ve başka kanamalar nedeni ile
hastaların ölümüne ve sakat kalmasına neden olmaktadır. Özellikle daha iyi oldukları ve geç tıkandığı
için pazarlanan ilaçlı stentler, damar içinde intima (damarın iç tabakası)
oluşmasını engelledikleri için bunlarda erken tıkanma ve ölüm oranları yüksek
olduğu için eleştirilmektedir. Stent işlemi çok kısa sürelerde değil de makul
bir süre içinde ele alınıp değerlendirildiğinde bu işlemin sadece malzeme
pazarlanması ve satılması için icat edildiği, hastaların ise genel olarak bu
girişimlerden bir fayda değil zarar gördüğü söylenebilir.
ÜNİVERSİTE HASTANELERİ DE ÖZELLEŞTİRİLECEK
Mİ?
Üniversite hastaneleri Türkiye’de değil
Mars’ta. Onlar hala kurtarılmış bölge. Fakat hükümet Kamu Hastaneleri
Birlikleri yasaları ile bu hastanelere de el koymaya çalışıyor ve böylece
kamusal bir alan tehdit ediliyor.
Devlet hastaneleri size göre kamusal
alan değil miydi? Özdemir AKTAN’a göre
üniversite hastaneleri üzerinde tıp karteli egemen değil. Buralarda bilimsel
esaslara göre sağlık hizmeti veriliyor. Gereksiz tetkik, ilaç ve malzeme
kullanımı, gereksiz tedavi, girişim ve ameliyat yapılmıyor. Üniversite
hastaneleri zor durumda. Buralarda da yavaş yavaş özelleştirme gerçekleşecek.
Özdemir AKTAN’a göre tıp fakültelerinin sayısı daha fazla mezun sağlamak için
arttırılmaktadır. Bunun gerekçesi ise ileride yapılacak özelleştirme ve
hekimlerin pazarlık gücünün azaltılmasıdır.
Gerçek durum nedir? Üniversite hastaneleri de, önceden beri tıp
kartelinin sistemine göre çalıştırılan hastanelerdir. Buraları aynı zamanda
hocaların çiftliğine dönüşmüştür. Hocaların özel bir hastanesi gibi de
işletilmektedir. Döner sermaye sistemi ile her hoca kendi kesesine
çalışmaktadır. Sağlıkta Dönüşüm kurgusuna göre üniversite hastanelerinde de
hekimler, isterse hoca olsunlar, ancak sisteme kazandırdığı oranda para
kazanabilir; sistemin doğrudan işletmecisi olamaz. Sistem üniversite
hocalarının para kazanmasına, hastaları aldatarak her türlü yolsuzluk ve
sahtekârlık yapmasına karşı değildir. Sistemin bu konuda şunu söylemektedir:
Sen doğrudan kendi cebine çalışamazsın, çalıştığın ticari şirketin bir çalışanı
olarak görev yapabilirsin; aldattığın kişi, yarattığın hasta veya kısaca
hastane işletmesine katkın oranında para (komisyon) alabilirsin.
Özdemir AKTAN ve Mustafa PAMUKOĞLU,
sağlam bir içerik ve mantıktan yoksun bu röportajlarında sözde solcu ve
ulusalcı bir bakış açısından sağlık sistemini eleştiriyor görüntüsü vermek
istemişlerdir. Böyle bir röportajın solcu ve ulusalcı bir görüntü verilmesi
için şüphesiz ki gezi parkı olayları ve gezi ruhu ile süslenmesi gerekmektedir.
Gezi olaylarında hekimlerin, hastaları muayene ve tedavi etmelerinin
engellenmesi eleştirilmektedir. Gezi parkına özel bir yasak getirilmemiştir.
Sisteme göre sağlık ticari bir alandır ve sağlık hizmeti ancak özel şirketlerce
verilebilir. Ücretsiz ve karşılıksız olsa da kimse başka bir yerse ve başka bir
ad altında sağlık hizmeti veremez.
Vermek istiyorsan bir şirket kurup, belirlenen kurallara göre hizmet
etmen, hizmet bedeli olarak para alman ve vergi ödemen gerekmektedir. Bir özel
hastane gezi parkına ambulans gönderip burada yaralıları hastanesine taşısa ve
tedavi etse sorun olmazdı. Kendisine her türlü kolaylık gösterilirdi.
SONUÇ
Ulusalcı ve sol görünüm adı altında
sağlık sistemini eleştiren bir yazıyı irdeledik. Yazıda emperyalist sağlık
sistemine, bu sisteme uygun olarak getirilen özelleştirme ve piyasa
düzenlemesine karşı bir eleştiri yok. Aksine dolambaçlı yollarla sistem
savunuluyor.
Emperyalizm
bir ülkeyi sömürgeleştirirken kendi sistemi için savaşan yerli ortaklar ve
askerler bulmak ve onları da örgütlemek zorundadır. Türkiye’de de sağlıkta
dönüşüm süreci de bu şekilde başarılmış ve sürdürülmüştür. Sistem üzerinde
etkin olan siyasetçi ve bürokratlar yanında kendilerine verilen performans
ücreti ile tüm hekim kitlesi, SSK eczanelerinin kapatılması ve ilaç satışından
kârlarını arttıran sistem ile eczacılar tıp kartelinin gönüllü paralı askeri
olmuş ve dönüşüm sürecini ve getirilen sistemi savunmuşlardır. Bu kesimler
görünürde kendilerine dağıtılan kâr payları ve komisyonları savunurlarken
sistemi de savunmuş olmaktadırlar. Bu çıkar ortaklığı onları birleştirmektedir.
Bu kesim siyasi etkileri ile birlikte sağlıkta dönüşüme karşı oluşan bütün
tepki ve muhalefeti engellemiştir. Bu
komplo o kadar başarılı olmuştur ki,
kendisini ulusalcı ve sol olarak kabul eden kesimler bile “halk memnun”
diyerek projeyi desteklemeye devam etmektedir.
Sağlıkta Dönüşüm sürecinin de öğrettiği
gibi, solcu, ulusalcı ve milliyetçi olmak o kadar kolay bir şey değildir.
Dönüşümde olduğu gibi emperyalist projeleri destekleyenlerin maskesi eninde
sonunda düşecek ve halk gerçekleri anlayacaktır.
Emperyalizm şüphesiz amacına ulaşmak
için gerektiğinde askeri yöntemlere de başvurmaktadır. Sömürdüğü ülkede,
örgütlediği sivil memurları ve ordusu ile kan dökmeden hedefe ulaşması
arzuladığı en iyi sonuçtur. Sağlıkta küresel emperyalist sistemin kurulması bu
paralı ordu ve zihinlerin esir alınması ile sağlanmıştır. Sistem zihinleri o derece dumura uğratmış ve
teslim almıştır ki, hâlâ sağlıkta dönüşüme karşı çıkan bir siyasi hareket,
parti, demokratik kitle örgütü veya sendika yoktur. Sağlıkta dönüşümü inatla
kavramamaya ve görmemeye çalışan bu kesimler için sağlıkta dönüşüm ve
özelleştirme henüz başlamamıştır. İşte bu nedenle Sağlıkta Dönüşümün ne
olduğunu anlayan ve karşı çıkanların sayısı ise bir elin parmaklarının
sayısından azdır. Bu röportaj, kendisini
ulusalcı ve solcu olarak tanımlayan kesimlerin Sağlıkta Dönüşüm konusunda ne
kadar ulusalcı ve solcu olduklarını göstermesi bakımından önemlidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder