22 Mayıs 2020 Cuma

SAĞLIK SEKTÖRÜMÜZ NE ZAMAN YABANCILARIN ELİNE GEÇECEK?



SAĞLIK SEKTÖRÜMÜZ NE ZAMAN YABANCILARIN ELİNE GEÇECEK?

AÇIKLAMA: Bu yazı Aydınlık yazarı Mustafa Pamukoğlu’nun 30 Temmuz 2014 tarihinde 2012-2014 tarihlerinde aynı zamanda TTB Merkez Konseyi başkanı olan Özdemir Aktan ile yaptığı röportaj üzerine yazılmıştır. (Aydınlık Gazetesi, 30 Temmuz 2014, Çarşamba, s.5) Bu yazının önemi şudur: Bugün olduğu gibi bu dönemde Aydınlık dergisi ve bu dergi ile ilişkili siyasi hareketin “Sağlıkta Dönüşüm” süreci konusunda siyasi bir tavrının olmadığını gösteren bir yazı olmasıdır. Aydınlık dergisi sağlık sistemine ilişkin faklı bir siyasi bir görüşü olmadığı için TTB’nin sağlık ile ilgili siyasetlerini kendi siyaseti gibi görerek ve göstererek halkı da aldatmıştır. Yazılar 30 Ağustos 2014 ve 17 Eylül 2014 tarihleri arasında www.guvercinevi.net internet sitesinde yayınlanmıştır. Bu site bugün faal değildir. 
Prof. Dr. Özdemir Aktan "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalayarak "Terör örgütü propagandası" yapmaktan yargılanmış ve hapis cezasına çarptırılmış ve suçlamasıyla yargılanan ve ertelemesiz hapis cezasına çarptırılmıştır. KHK ile Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ndeki görevinden de uzaklaştırılmıştır. TTB bu dönemde de PKK terör örgütünü destekleyen bir meslek örgütü olduğu halde Aydınlık dergisi ve siyasi hareketi PKK ve bölücü örgütler ile arasında bir sınır koymamış ve bunlarla ilişkisini devam ettirmiştir. Röportaj ve haberlerle bu kişileri sürekli olarak gündemde tutmuş ve destek vermiştir.
Bu röportajın izi ilgilendiren diğer bir yönü de hem TTB hem de Aydınlık Dergisi’nin Sağlıkta Dönüşüm’e karşı olmak bir yana destek verdiğini göstermesidir. Yazı bu nedenle yazılmıştır.

“Sağlık sektörümüz Yabancıların eline geçecek.” Bu Mustafa Pamukoğlu’nun Özdemir Aktan ile yaptığı, 30 Temmuz 2014 günü Aydınlık Gazetesinde yayınlanan röportajın başlığıdır.
Aradan on yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen Sağlıkta Dönüşüm denen sürecin ne olduğu halâ anlaşılamamıştır.  Bu, birçok kişinin sadece başlıklarını okuyarak geçiştireceği, çok da önemli olmayan bir röportajdır. Bu röportajın özelliği Mustafa Pamukoğlu ve Özdemir Aktan üzerinden Aydınlık gazetesi ve TTB’nin Sağlıkta Dönüşümden ne anladıklarını veya anlamak istemediklerini göstermesi bakımından ilginçtir. Yazının başlığı ve ara başlığı verilmek istenen mesajı açık bir şekilde yansıtmaktadır.  Aydınlık Gazetesinde yayınlanan ve gazetenin bir yazarının TTB’nin bir önceki başkanı ile yaptığı bu röportaj ister istemez sağlık dönüşüm konusunda ulusalcı ve solcu bir görüşü yansıttığı kanısı uyandıracaktır.
Türkiye’de son on yılda her alanda olduğu gibi sağlık alanında da önemli dönüşüm geçirmiştir. Özelleştirme ile devlet tasfiye edilmiş ve devlet her alanda emperyalist ülkelerin kontrollü ve egemenliği altına girmiştir. Röportajın başlığı, ülke hemen hemen her alanda yabancı egemenliği altına girdiği halde sağlık sektöründe durumun böyle olmadığı ve işlerin yolunda gittiği intibaı uyandırmaktadır.
Sağlık sistemi ve siyaseti ile ilgili konulara nasıl bakılacağı konusunda bir fikir birliği yoktur.
Sağlıkta dönüşüm ile ilgili veya karşı gibi görünen bütün haber ve yorumlar gerçeğe dayanmamakta ve gerçeği yansıtmamaktadır.
Sağlıkta dönüşüm ile ilgili tartışmalarda temel değişiklikler göz ardı edilerek meslek gruplarının sistem içindeki sorunları üzerinde yoğunlaşarak kitlelerinin gerçekleri görmesini engellenmektedir.
TTB NASIL BİR MESLEK ÖRGÜTÜDÜR?
Aydınlık Gazetesi ve Ulusal Kanal dâhil birçok demokratik kitle örgütü, dernek, sendika ve siyasi parti TTB’nin sol görüşlü bir meslek örgütü olduğunu sanmaktadır.
TTB,  başından bu yana özelleştirme ve diğer emperyalist projelere karşı çıkmadığı ve bölücü emperyalist projeyi desteklediği halde nedense solcu ve devrimci bir meslek örgütü sıfatından herhangi bir leke almamış ve sorgulanmamıştır. Bunun bir sebebi, emperyalizm, Avrupa Birliği, Özelleştirme ve kukla bir Kürt devleti kurularak ülkenin bölünmesi konularında açık ve tutarlı bir siyaset ve tavır geliştiremeyen sözde solcu, devrimci ve ulusalcı kesimlerdir.
Türkiye’nin parçalanması ile bir bölümünde etnik temele dayanan kukla bir Kürdistan devletinin kurulması bir zamanlar solculuğun temel şartı ve olmazsa olması idi. Devrimci ve sol partiler tam bağımsızlık ve kendi ülkelerinde halkçı bir ekonomi ve siyasi yapı kurmak için çalışırlar. Hiçbir ülkede kendi ülkesini tasfiye ederek, etnik temele dayanan bir devlet kurulması  için savaşan  sol, devrimci  veya ulusalcı hareket mevcut değildir. Bu durum Türkiye’ye has bir garabettir.
TTB de zamanın sol örgütlerinin etkisi altında kalarak Türkiye içinde kukla bir Kürdistan kurulması projesini ve bunun bir gereği olarak PKK ve Abdullah Öcalan’ı başından bu yana desteklemiştir.  Başlangıçta sol örgütlerin olmazsa olmazı olan Kürtçülük akımı zamanla her türlü siyaset hareket ve partinin olmazsa olmazı haline gelmiştir. Zamanında solcuların birbiri ile yarıştığı Kürtçülük akımı bugün sağ, Atatürkçü (CHP), Türkçü ve milliyetçi (MHP, BBP) partilerin de olmazsa olması haline gelmiştir.  Sol örgütler zamanla başlangıçta savundukları her şeyi bırakmışlar ve geriye yalnızca Kürtçülükleri kalmıştır. Devrimci ve ulusalcı hiçbir hareketi desteklemeyen TTB, Kürtçülüğü nedeniyle halâ solcu-ilerici bir meslek örgütü olarak algılanmaktadır. Aydınlık, Ulusal Kanal gibi yayın organları ve bazı siyasi partiler,  devamlı olarak TTB’ye arka çıkmış ve desteklemişlerdir. TTB’nin görüşleri bu partilerin ve yayın organlarının görüşü olarak savunulmuş ve takdim edilmiştir.
SAĞLIK SEKTÖRÜNDE GELİNEN NOKTA
Özdemir AKTAN Sağlıkta Dönüşüm ile gerçekleşen şeyleri “Sağlık Sektöründe Gelinen Nokta’ olarak şöyle özetliyor:
-Hizmetlerin maliyetlerin ucuzlaştırılması,
-Taşeronlaşma,
-Hastanelerin tıbbi cihaz ve malzeme alımlarında ucuza yönelmesi.
Sağlıkta Dönüşüm ile sağlık alanında devlet tasfiye edilmemiş, emperyalist ülkelerin ve şirketlerin çıkarlarına göre bir piyasa düzenlenmemiş ve özelleştirme olmamış! Sadece hizmet maliyeti ucuzlamış, taşeronlaşma artmış, Hastaneler daha pahalı ve kaliteli tıbbi cihaz ve malzeme yerine ucuz malzemelere yönelmiş.
TEMEL SORUN: DÜŞÜK KALİTELİ MALZEMELERİN KULLANILMASI
Sağlıkta Dönüşümün ilk sonucu hastanelerde kullanılan malzemeler üzerinedir. Sağlıkta dönüşüm ile hastaneler maliyeti düşürmek için düşük kaliteli malzeme kullanmaya başlamışlar. Bu nedenle kahrolsun sağlıkta dönüşüm!
Düşük kaliteli bu malzemeler neden kötü: Çünkü bunlar ölüme neden oluyor. Ölümlerin olmaması için pahalı malzemelerin kullanılması lazım.
Mustafa Pamukoğlu soruyor: “Doktor olarak kullanmasanız”: Mecbursun kullanmaya. Elinizdeki malzemeler bu. Kalitelisi olmadan ben ameliyat yapamam diyemezsiniz.”
SAĞLIKTA DÖNÜŞÜMÜN NEOLİBERAL POLİTİKALARLA İLİŞKİSİ NEDİR?
Yazının başlığının altında neoliberal politikalardan bahsedildiğinden, hem Özdemir AKTAN’ın hem de röportajı yapan Mustafa Pamukoğlu’nun neoliberal politikaların ne anlama geldiğini bildiğini sanabilirsiniz. Fakat her ikisi de tamamlanmış olan dönüşümü görmezden gelerek, ileride “kamunun sağlıktan çıkması ve özelleşmenin gerçekleşmesinin” hedeflendiğini söylemektedir. Onlara göre henüz hiçbir şey değişmemiştir, sadece sağlık sektörünün yabancıların eline geçmesi tehlikesi vardır.
Sağlıkta Dönüşüm (özelleştirme) ile Sosyal Güvenlik Sistemi yeniden düzenlenmiş, Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve SSK tasfiye edilerek Sosyal Güvenlik Kurumu altında birleştirilmiştir. Bütün sağlık kuruluşları SGK’ya hizmet satan ve kâr amacı ile çalışan örgütlere dönüşmüştür. Uluslararası tıbbi ilaç ve malzeme şirketlerinin (İngilizce “Big Pharma” olarak bilinen uluslararası tıp karteli) ürünlerinin rahatça ithal edilip pazarlanacağı ve tükettirileceği bir sağlık piyasası oluşturulmuştur.
SSK Hastaneleri, sağlık hizmeti veren ve getirilen sistemin çalışmasını etkileyebilecek ve bozabilecek tek kamusal kuruluştu.  SSK Hastanelerinin ve Kamuya ait diğer kuruluşların ve tesislerinin Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi dönüşümü destekleyenler tarafından “Sağlıkta bir özelleştirme değil de bir kamulaştırma”  gibi algılanmak istenmiştir.
Sağlık sektöründe özelleşme demek, sağlık hizmetleri veren kuruluşların  “özel şirketler” olması demek değildir. Gerçi sağlık sektöründe özel hastanelerin sayısı durmadan artmakta ve devlete ait hastanelerde de birçok hizmet (MR, tomografi merkezleri gibi) özel şirketlerce sağlanmaktadır. Özellikle Devlet ve Üniversite Hastanelerinde temizlik, yemek ve güvenlik hizmetleri özel şirketlerden sağlanmaktadır. İş güvenliğini ortadan kaldıran, ucuz işçilik ve taşeronlaşma bu özel şirketler vasıtası ile sağlanmaktadır. Bunlar da bir nevi özelleştirme uygulaması ise de sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi ve tıp karteline uygun bir sağlık sistemi kurulması ile kast edilen bu tür özelleştirme ve taşeronlaşma değildir.  Özdemir AKTAN ve Mustafa Pamukoğlu bazı hizmetlerin özelleştirilmesi ve taşeronlaşmayı ön olana getirerek, sağlık sistemindeki özelleştirme, piyasa düzenlemesi ve bunun sonuçlarını gizlemektedir.
Bir işletme ya bir ürün ya da bir hizmet üretir. Üretim sektöründe çıktı üretilen ürün veya maddedir.  Hizmet sektöründe esas gider işçiliktir.   Sağlık hizmetlerinin yukarıdaki üretim ve hizmet sektörlerinden farkı temel giderlerin işçilik giderleri olmamasıdır. Bu taşeronlaşma ile daha da düşürülmüştür. Sağlık hizmetlerinde maliyeti etkileyen esas unsur satılan (veya kullanılan) ilaç, tıbbi cihaz, malzeme ve sarf malzemesi gibi ürünlerdir. Piyasa düzenlemesi ile kast edilen şey ise bu ürünlerin alabildiğince serbest ve en fazla kâr elde edilecek şekilde satılmasını sağlayan sistemdir. Hastanelerde tıbbi işlemler hizmetler hem özel hem de devlet veya üniversite hastanelerinde aynı mantıkla yapılmaktadır. İşletme sadece yapılan tedavi ve girişimi arttırmak için çalışanlara baskı yapabilir ve etkileyebilir. Hekimler gereksiz muayene, tetkik, girişim ve tedavilerle (bunların pazarlanması ve satılması ile) hastane gelirlerini arttırabilir. Mülkiyeti özel ve devlete ait olan hastanelerde hastane yönetimleri çalıştırdığı hekimlere hastaneye kazancı oranında komisyon (performans ücreti) ödemektedir. Bu ödemenin gereksiz işlem, tetkik, tedavi ve girişimleri arttırmak anlamına geldiğini anlamak için dahi olmaya gerek yoktur.
Gereksiz tıbbi işlem ve girişimler yapmak için yeterli sayıda hasta olmadığı açıktır. Bu nedenle gereksiz tıbbi girişim ve işlemler artık gerçekte hasta olan kişilere değil, sağlıklı olduğu halde bu gereksiz tıbbi işlemlerin yapılması gerektiği konularında aldatılan, şartlandırılan daha doğru bir ifade ile iğfal edilen sağlıklı kişilere yapılacaktır. Bu nedenle artık bir AVM haline gelen hastanelere başvuran kişilerin büyük bir çoğunluğu ya tanım olarak hastadır ya da hasta değildir.
Hastanelere kartelin belirlediği teşhis ve tedavi yöntemleri, ilaç ve diğer tıbbi ürünleri istedikleri gibi pazarlama ve tükettirme yetkisi verilmiştir.  Hastaneler verdikleri veya verdiklerini iddia ettikleri her türlü teşhis ve tedavi yöntemlerini sadece beyana dayanarak yani sanal olarak fatura edebilmektedir. Bu faturaların ancak %5’i sadece usul yönüyle incelenmektedir. Böyle bir sistemde hiç yapılmayan tetkik ve tedavilerle, yapılan işlemlerin daha pahalı bir işlem gibi gösterilmesi suretiyle yapılan faturalama hilelerin engellemesi ve denetlemesi mümkün değildir. Böyle bir sistem hastaneleri gereksiz işlemleri yapmaları konusunda teşvik etmekte adeta kışkırtmaktadır.  Sağlıkta Dönüşümün vatandaşı ilgilendiren en önemli sonucu gereksiz tetkik, tedavi ve girişimleri akıl almaz bir şekilde arttırmasıdır.  Bu şekilde sağlık sektöründe yolsuzluk, usulsüzlük ve mafyalaşma sistemi oluşturulmuştur.
Özdemir AKTAN ve Mustafa Pamukoğlu’na göre böyle bir sorun yoktur. Türkiye’de evrensel tıp biliminin belirlediği kurallara göre sağlık hizmeti verilmektedir.
            Gerçekte ise evrensel ve tartışılmaz bir tıp bilimi yoktur. Tıp bilimi olarak takdim edilen şey tıp kartelinin ürünlerinin satışını sağlayacak şekilde düzenlenmiş bir tıp-sağlık, hastalık, teşhis ve tedavi (uygulama) anlayışıdır. Günümüzde sağlık ve tıp anlayışı tıbbi değil, siyasi ve ekonomik bir konudur.
 VATANDAŞ MEMNUN
Sistemi savunan Özdemir AKTAN ve röportajı yapan Mustafa PAMUKOĞLU daha yazının başınca bombayı patlatıyorlar. Vatandaş memnun: Demek ki getirilen sistem iyi! Yani sağlıkta dönüşüm iyi. İyi ki bu dönüşümü yapmışlar!
Vatandaş, ülkenin bölünmesini, özelleştirmeyi, Türkiye’nin AB üzerinden küresel sistemin sömürgesi olmasını, Türkiye’de bir din devleti kurulmasını savunan partilere ezici bir şekilde destek vermektedir. Bu mantıkla, madem vatandaş ülkenin bölünmesini ve yok olmasını savunuyor ve bundan memnun;  buna da saygı duymak gerekir.  Mustafa Kemal Atatürk’ün görüşlerini savunan bir siyasi parti yok! Demek ki vatandaş artık Atatürk’e de sırt çevirmiş. Bir şeyin iyi olmasının ölçüsü vatandaşın memnun olması ise o zaman neyin mücadelesi verilecek? Vatandaşın desteklediği ve beğendiği siyasi partiler iktidarda. O zaman siz de vatandaş memnun diye bu siyasi partileri destekleyin…
Sağlıkta Dönüşüm vatandaşa danışılarak, onayı alınarak mı yapıldı. Vatandaş Sağlıkta Dönüşümün Ecevit, Bahçeli Yılmaz koalisyon hükümetinin Dünya Ticaret Örgütü ile imzaladığı Taahhüt anlaşması ile ve bizzat Dünya Bankası tarafından yapıldığını biliyor mu? Aradan bu kadar zaman geçtikten sonra bu konuda bir kamuoyu yoklaması yapıldı mı?  Sağlıkta Dönüşümü bir oldu-bitti ile yapan iktidar partisi nasıl açılım adı altında bölücülüğü de iyi bir şey gibi savunuyor ve geniş destek buluyor.  Sağlıkta Dönüşüm ve özelleştirme de iyi bir şey ve bir başarı gibi takdim edildi. Muhalefet partileri de böyle bir dönüşümü önceden beri zaten desteklediği için bu konuda söyleyecek bir şeyleri zaten yoktu. İktidar partisi öğrencilere bedava defter kitap vermesi ve hastaların istediği hastaneye gitmesi sloganları ile seçime girdi. Seçimlerde ezici bir başarı sağlamaları da vatandaşın sağlık politikalarını beğenmesi gibi yorumlandı.
Peki, sağlık sistemi neden iyi ve vatandaş neden memnun? Özdemir AKTAN burada da Sağlıkta Dönüşümü savunuyor.
Daha önce beş on yılda bir hekime giden halkın yılda ortalama 8.5 defa hastaneye gitmesini Avrupa ortalamasının bile üstünde bularak takdir ediyor. Hastaların başvuru sayısının artması hastanelerin hasta sayılarını ve gelirlerini arttırmak için uyguladıkları yönteme bağlıdır. Başvuran kişinin artık hastane ile işi bitmez: Kontrol almak, devamlı kullanacağı ilacı almak, tahlillerini yeniletmek, başka bir tetkik yaptırmak gibi insanlar devalı olarak kontrole çağırılmaktadır. Başvuru sayısının artması Avrupa hedeflerine ulaşma gibi yorumlansa da başka türlü de yorumlanabilir ve sistem sorgulanabilir. Bu nedenle Özdemir AKTAN birden bire sistemin savunuculuğuna soyunuyor ve muayene sayısının artışını vatandaşın iyi muayene olamadığı için farklı hekim ve hastanelere gitmesi ile açıklıyor.    Özdemir AKTAN’a göre hasta sayısının artmasının üçüncü gerekçesi küresel sistemin dayatmasıdır. Bunun ne anlama geldiğini belirtmiyor ama bir nevi sol bir görünüm de verilmiş oluyor. Hangisi doğru: Başvuru sayısının artması Avrupa seviyesine ulaşmak mı? Hastaların iyi muayene olamamaları mı? Yoksa ne anlama geldiğini bilmediğimiz küresel sistemin dayatması mı?
Sağlıkta dönüşümün amacı neydi?  “Hekime ve ilaca kolay ulaşmayı sağlamak” ve kolay ulaştığı için sık sık muayene olmak ve satılan tıbbi ürünleri bol bol kullanmak. Muayene sayısı arttığına göre bu hedefe ulaşılmıştır.  Sağlıkta ulaşımın kolaylaşması demek, sağlıkla ilgili her türlü ürün ve yöntemin pazarlandığı sağlık AVM’si veya servis istasyonlarının arttırılması anlamına gelmektedir. Sistemin temel özelliği hastaları tedavi etmek ve iyileşmelerini sağlamak değildir. Salt pazarlama amacı ile sağlığa ulaşımın kolaylaştırılmasından bahsedilmektedir. Yani sorun hastanelerde verilen hizmetin kalitesiz ve gereksiz olması değil, başvurulacak hastane bulunmamasıdır. Gereksiz başvuruları (muayeneler) gereksiz tetkik, tedavi ve girişimler takip etmektedir. Getirilen sistem, sakatlık, komplikasyon ve ölümleri arttırdığı için sağlıkla ilgili muayene, tedavi ve girişimlerin artması aynı zamanda kötü bir sağlık hizmeti verildiğinin göstergesidir.  İyi bir sağlık hizmeti verilmesinin göstergesi hastaların olabilecek en düşük komplikasyon (tedavi sürecinde oluşan ek sorunlar ve hastalıklar) ve ölüm oranları ile kısa sürede iyileşmeleri ile hasta sayısının azaltılması ve sağlıklı bir toplum oluşturulmasıdır. Dönüşümü savunanlar ise toplumun tamamının hasta haline getirilmesini,   gereksiz tıbbi tedavi ve girişimlerin, kartelin tıbbi cihaz, ilaç ve malzemelerinin kitlesel ve yaygın olarak kullanılmasını mükemmel bir sağlık hizmetinin göstergesi olarak göstermek istemektedir.
BİRİNCİ BASAMAK
Küresel emperyalist sağlık sistemini savunanların konuyu saptırmada kullandıkları en önemli slogan “birinci basamak” tır. TTB yıllarca aile hekimliği adı altında birinci basamağın kuvvetlendirilmesini savunmuştur. Sağlıkta dönüşümün önemli sloganlarından birisi de bu nedenle “birinci basamağı kuvvetlendirmek” olmuştur. Birinci basamakta hastalıklar önlenemediği için insanların hasta olduğu ve kötüleşip hastanelere gittiği iddia edilmektedir.
Sağlıkta Dönüşüm uygulamasının buna cevabı “Siz birinci basamaktan mı bahsediyorsunuz: alın size birinci basamak,” diyerek her tarafı aile hekimi ile donatmıştır. Nasıl hastaneler AVM ve servis istasyonlarına dönüşmüş ise, birinci basamak da perakende satış istasyonlarına, büfelere dönmüştür. Vatandaş beğendiği veya almak istediği ilacı birinci basamağa giderek yazdırmakta ve bunun adı, muayene, tedavi ve sağlık hizmeti olmaktadır. Aile hekimliği adı altında birinci basamak, ilaç satışlarını arttırmak ve gereksiz ilaç kullanılmasını teşvik etmek için yapılan bir pazar düzenlemesidir. Bu uygulama hekimi hekim olmaktan çıkarmış sadece reçete yazan bir memura dönüştürmüştür.
İkinci ve üçüncü basamakta bir sorun yoktur.  Tedavi edici hekimlikte gereksiz işlem, tedavi ve girişim yapılmıyor. Bu şekilde daha kaliteli bir hizmet veriliyor.  Sistem tıkır tıkır işliyor. Hastanelerde ve üniversite ve eğitim hastanelerinde en ileri sağlık hizmeti verilmektedir. Ama gelin görün ki birinci basamak zayıf ve yetersiz. Bu nedenle hastalar teşhis ve tedavi edilemiyor; ikinci basamak hastanelerine gitmek zorunda kalıyor. Özdemir AKTAN’a göre sağlıkta kârlı alan ikinci ve üçüncü basamak, yani tedavi eden hekimdir. İkinci ve üçüncü basamakta sağlık hizmetlerinin pahalı olmasının nedeni, gereksiz, tahlil, tetkik, girişim, tedavi ve ameliyatlar değil, tetkik ve analizlerin ‘işin doğası gereği’ fazla olmasıdır. Bu da kaliteli bir hizmetin göstergesidir.
Sağlıkta Dönüşümden sonra gereksiz tetkik, tahlil ve görüntüleme yöntemlerinin aşırı oranda pazarlanmasının nedeni, bir bu yöntemleri pazarlayarak hastanelerin kâr oranlarını arttırmaları (tanı yöntemlerinin pazarlanması ve satılması) ve bu şekilde yapılan taramalar ile gereksiz tetkik, girişim ve tedaviler için yeni adayların bulunması ve yaratılmasıdır.
DOKTORLAR HASTAYI KORUYUCU HEKİME YÖNLENDİREMEZ Mİ?
Emperyalizm pazarlamaya dayalı bir sağlık sistemi kurmuş. Her türlü ürün serbest bir şekilde bol bol pazarlanıyor ve satılıyor. Sistemi anlamayan Mustafa PAMUKOĞLU, saf saf şu soruyu soruyor: Doktorlar kendilerine gelen hastaları “koruyucu hekime” yani birinci basamağa yönlendiremezler mi? Bu şekilde sistem düzelmez mi?
PAMUKOĞLU birinci basamakta bir koruyucu sağlık hizmeti verildiğinde hastanelere başvuran hastaların gerçekten azalacağını sanıyor. Birinci basamağın birinci görevi her gelene istediği ilaçları yazmak, ikinci görevi de hastanelere hasta bulmak ve yönlendirmek. Vatandaş istediği ilacı yazdırmak için birinci basamağa zaten gidiyor ve bol bol ilaç yazdırıyor ve alıyor. Ama birinci basamak hastalıkları önlemiyor, sağlık sorununu çözmüyor. Hastanelere sadece hasta değil “sağlıklı vatandaş” da lâzım…
Özdemir AKTAN, fazla miktarda yapılan tahlil ve tetkikleri önce kaliteli hizmetin gereği olarak savunurken daha sonra genç hekimlerin gereksiz soruşturmalardan kendilerini korumak ve hastayı tatmin etmek için bunları istediklerini söylüyor.   Hangisi doğru? Yanlış bir tedavi ve girişim, gereksiz istenen bir tetkikle nasıl savunulabilir.
Bunun gerçek nedeni hastanelerin, hastayı muayene eden hekimlere yaptırdığı tetkik ve tahlil oranına göre komisyon ve ilave ücret verilmesidir. Soruşturmayı engellemek ve defansif tıp gibi mazeretler bu pis ilişkiyi örtmek için uydurulmaktadır. Az tetkik istediği için kaç hekim hakkında soruşturma ve dava açılmış. Böyle bir hekim var mı?  Desteksiz atışlar devam ediyor.
SAĞLIK ÖZELLEŞİYOR MU? GÜNAYDIN MI YOKSA İYİ UYKULAR MI DEMEK LAZIM?
Türkiye’de sadece sağlık alanında değil her alanda devlet tasfiye edilmiş ve yıkılmıştır. Devlet yıkıldığı için artık tabelaların (TC yazılarının)  kaldırılması, bayrakların yasaklanması veya indirilmesi gündemdedir. Türkiye Cumhuriyeti kavramı yerine coğrafi bir bölge adı olarak Türkiye kullanılmaktadır. Milli bayramlar, törenler, andımız dâhil Türk adı ve kimliğini çağrıştıran her şey yasaklanmıştır. Arabasına Türk bayrağı çıkartması yapıştıran ceza yemektedir. Özdemir AKTAN ve Mustafa Pamukoğlu’na göre Sağlıkta henüz böyle bir tehlike yoktur. İlerde sağlık sektörünün yabancıların eline geçme tehlikesi vardır.
Özdemir AKTAN’ın özelleştirmeden anladığı sağlık alanında devletin tasfiyesi değil, özel hastanelerin artmasıdır. Ona göre bunun bir amacı hastanelerin kârlarını arttırmaktır. Diğer amacı ise bu hastanelerin özellikle komplike (karışık ve ağır)  hastalıkları tedavi etmeleridir.  Bu da hastaların yararınadır. Özel hastaneler olmasa komplike ve ağır hastalar nerede tedavi edilecek!  Özel hastaneler hem daha iyi hizmetin ve daha kaliteli tıbbi malzemelerin kullanıldığı yerler. Kısaca özel hastanelerin olması vatandaş için bir şans.  Solcu görünerek özelleştirme ancak bu kadar iyi savunulabilir.
Özdemir AKTAN buradan stent pazarlayan hastanelerin savunmaya geçiyor ve yüceltiyor. Başlık değişiyor.
KALİTELİ STENTLER ÖZEL HASTANELERDE
Özdemir AKTAN diyor ki: “Bakın kalp damar stentlerinin çok ucuzları var; işe yaramıyor. Çok pahalıları ise özel hastanelerde. Daha kaliteli hizmet almak isteyen bu hastanelere giderek ek bir maliyete katlanmak zorunda kalacak.
SGK sistemi dışında çalışan bir kardiyovasküler bir merkez veya hastane var mı? Sağlıkta dönüşüm ile ucuz ve kalitesiz tıbbi malzeme mi kullanılıyor? Bunun bir kanıtı var mı? Bu konuda bir araştırma yapılmış mı? Kaliteli ve kalitesiz tıbbi malzemeler hangileri?  Malzemeler neye göre kaliteli ve kalitesiz?
Çıkarılan patent anlaşmaları ile Türkiye’de sadece tıp kartelinin (yani ABD öncülüğündeki küresel sistemin) ürettiği ilaç, tıbbi malzeme ve sarf malzemelerinin satışı korunmuş, bunların sağlık pazarında tekel olması sağlanmıştır. Sağlık Uygulama Tebliği ile tıbbi girişimlerde kullanılabilecek tıbbi malzemelerin özellikleri (ülke, C€ veya FDA onayı gibi) belirlenmiştir. Başka bir ülkeden daha kaliteli ve ucuz da olsa malzeme ithali, satışı ve kullanılması söz konusu bile olamaz. Bunun yapılması cezai ve hukuki işlem gerektirir.  Özdemir AKTAN’ın kalitesiz bulduğu malzemeler zaten çok yüksek fiyatlardan pazarlanan bu gibi malzemelerdir. Daha pahalı malzemeler var mıdır? Vardır. Fiyatı keyfi olarak yüksek tutulan bu malzemeler, daha kaliteli ve gerekli malzemeler değildir. Vatandaşın pahalı malzemeye yönlendirilmesinin nedenleri vardır:  Piyasada farklı firmaların pazarladıkları birçok ilaçlı stent mevcuttur. Her birinin eşdeğerleri de vardır. Daha iyi, SGK ödemiyor diye pazarlanarak bedelinin hastaya ödetileceği stentler nedense daha kalitelidir. Stent pazarında bunlar genellikle ilaçlı stentlerdir.
Bazı hekimlerin böyle davranmasının gereği stent satan medikal firmalar ile aralarında olan menfaat ilişkileridir. Böyle bir ticaret hekimlerin kullandıkları malzeme üzerinden ek gelir sağlamalarını sağlar.   Bu aynı zamanda hastadan ilave ücret almanın da bir yöntemidir.
Geçerli sistemde hem özel hem de üniversite hastanelerinde tıbbi malzeme firmaları ile organik ilişki içinde bulunan bazı hekimler ve hastane işletmeleri, bu pahalı ürünleri konsinye olarak ameliyathane ve girişim odalarında hazır bulundurmakta ve girişim anında hastaları zorlayarak ve senet imzalatarak bu ürünleri aldırtmaktadırlar.
Özdemir AKTAN bununla da kalmıyor, kalitesiz malzeme kullanıldığından dolayı insanların öldüğünden bahsediyor. Bu konuda elinde bir kanıt var mı? Kalitesiz malzeme kullanılmasından dolayı kaç kişi ölmüş? Bu ifadesi ile Özdemir AKTAN, bazı hekimler ve tıbbi malzeme firmaları arasında var olan menfaat ilişkisi ve kirli ticareti savunmaktadır.  Usulsüz bir şekilde hastalara pahalı stent satılmasını desteklemekte ve bu işi iyi bir şey gibi göstermektedir.
Sağlıkta Dönüşüm ile toplumun nerede ise tamama yakını anjiografi, stent, balon ve by-pass girişimlerine uğramaya başlamıştır. Stent kullanımı ile eleştirilebilecek uygulamalar şunlardır:
Anjiografi ve stent işlemleri sorunu olan olmayan, sağlıklı sağlıksız bütün kitleye bir yalan uydurularak uygulanmaktadır. Anglosakson literatürde koroner arter (atar damar) hastalıkları sessiz katil (silent killer) olarak tanıtılmaktadır. Yani bu durum herkeste olabilir ve herkesi öldürebilir. Bu nedenle hekim aklına gelen ve canının istediği herkeste bu yöntemleri uygulayabilir
Anjiografi işlemi yapılan ve stent kullanılan hastaların çoğunda bir damar darlığı veya sorunu yoktur.
Kalp damarlarında darlık olan kişilerde stent uygulamasını yararı geçici ve anlıktır. Stentler ya pıhtılaşma ile kısa sürede tıkanır veya yabancı cisim reaksiyonu ile oluşan bağ dokusu stenti tıkanır. Stent takılması bu nedenle tedavinin sonu değildir. Stent takılması demek tıkanan stentin sık sık açıklığının kontrolü, tekrar stent ve balon işlemleri yapılması demektir. Bu kişiler en sonunda by-pass’a gider.
Stent takılması bu kişilerin kalp krizinden ölmesini engellemez. By-pass girişiminin hastanın yaşama süresini uzatmadığı ve her zaman stentten konulmasından daha başarılı olduğu bilinmektedir. Sonuç olarak geçici bir çözüm olan ve bazen ciddi ve ölümcül sonuçlara yol açabilecek stent uygulamalarının ya hiç uygulanmaması ya da en gerekli az sayıda uygulanması gerekmektedir. Anjiografi ve stent uygulaması en önde gelen varsayılan gereksiz cerrahi girişimlerin başında gelmektedir. Özdemir AKTAN, sadece stent değil birçok kardiyovasküler cihaz, tetkik ve tedavi yönteminin pazarlanan malzemeden ilâve kâr elde etmek için kullanıldığını söylemiyor. Bu gereksiz cerrahi girişimden rahatsızlık duyacağına dikkatleri pahalı stentlerin pazarlanması üzerine çekmektedir.
Stent kullanılan hastalarda kullanılan pıhtılaşmayı önleyici ilaçlar, beyin kanaması ve başka kanamalar nedeni ile hastaların ölümüne ve sakat kalmasına neden olmaktadır.  Özellikle daha iyi oldukları ve geç tıkandığı için pazarlanan ilaçlı stentler, damar içinde intima (damarın iç tabakası) oluşmasını engelledikleri için bunlarda erken tıkanma ve ölüm oranları yüksek olduğu için eleştirilmektedir. Stent işlemi çok kısa sürelerde değil de makul bir süre içinde ele alınıp değerlendirildiğinde bu işlemin sadece malzeme pazarlanması ve satılması için icat edildiği, hastaların ise genel olarak bu girişimlerden bir fayda değil zarar gördüğü söylenebilir.
ÜNİVERSİTE HASTANELERİ DE ÖZELLEŞTİRİLECEK Mİ?
Üniversite hastaneleri Türkiye’de değil Mars’ta. Onlar hala kurtarılmış bölge. Fakat hükümet Kamu Hastaneleri Birlikleri yasaları ile bu hastanelere de el koymaya çalışıyor ve böylece kamusal bir alan tehdit ediliyor.
Devlet hastaneleri size göre kamusal alan değil miydi?  Özdemir AKTAN’a göre üniversite hastaneleri üzerinde tıp karteli egemen değil. Buralarda bilimsel esaslara göre sağlık hizmeti veriliyor. Gereksiz tetkik, ilaç ve malzeme kullanımı, gereksiz tedavi, girişim ve ameliyat yapılmıyor. Üniversite hastaneleri zor durumda. Buralarda da yavaş yavaş özelleştirme gerçekleşecek. Özdemir AKTAN’a göre tıp fakültelerinin sayısı daha fazla mezun sağlamak için arttırılmaktadır. Bunun gerekçesi ise ileride yapılacak özelleştirme ve hekimlerin pazarlık gücünün azaltılmasıdır.
Gerçek durum nedir?  Üniversite hastaneleri de, önceden beri tıp kartelinin sistemine göre çalıştırılan hastanelerdir. Buraları aynı zamanda hocaların çiftliğine dönüşmüştür. Hocaların özel bir hastanesi gibi de işletilmektedir. Döner sermaye sistemi ile her hoca kendi kesesine çalışmaktadır. Sağlıkta Dönüşüm kurgusuna göre üniversite hastanelerinde de hekimler, isterse hoca olsunlar, ancak sisteme kazandırdığı oranda para kazanabilir; sistemin doğrudan işletmecisi olamaz. Sistem üniversite hocalarının para kazanmasına, hastaları aldatarak her türlü yolsuzluk ve sahtekârlık yapmasına karşı değildir. Sistemin bu konuda şunu söylemektedir: Sen doğrudan kendi cebine çalışamazsın, çalıştığın ticari şirketin bir çalışanı olarak görev yapabilirsin; aldattığın kişi, yarattığın hasta veya kısaca hastane işletmesine katkın oranında para (komisyon) alabilirsin.
Özdemir AKTAN ve Mustafa PAMUKOĞLU, sağlam bir içerik ve mantıktan yoksun bu röportajlarında sözde solcu ve ulusalcı bir bakış açısından sağlık sistemini eleştiriyor görüntüsü vermek istemişlerdir. Böyle bir röportajın solcu ve ulusalcı bir görüntü verilmesi için şüphesiz ki gezi parkı olayları ve gezi ruhu ile süslenmesi gerekmektedir. Gezi olaylarında hekimlerin, hastaları muayene ve tedavi etmelerinin engellenmesi eleştirilmektedir. Gezi parkına özel bir yasak getirilmemiştir. Sisteme göre sağlık ticari bir alandır ve sağlık hizmeti ancak özel şirketlerce verilebilir. Ücretsiz ve karşılıksız olsa da kimse başka bir yerse ve başka bir ad altında sağlık hizmeti veremez.  Vermek istiyorsan bir şirket kurup, belirlenen kurallara göre hizmet etmen, hizmet bedeli olarak para alman ve vergi ödemen gerekmektedir. Bir özel hastane gezi parkına ambulans gönderip burada yaralıları hastanesine taşısa ve tedavi etse sorun olmazdı. Kendisine her türlü kolaylık gösterilirdi.
SONUÇ
Ulusalcı ve sol görünüm adı altında sağlık sistemini eleştiren bir yazıyı irdeledik. Yazıda emperyalist sağlık sistemine, bu sisteme uygun olarak getirilen özelleştirme ve piyasa düzenlemesine karşı bir eleştiri yok. Aksine dolambaçlı yollarla sistem savunuluyor.
Emperyalizm bir ülkeyi sömürgeleştirirken kendi sistemi için savaşan yerli ortaklar ve askerler bulmak ve onları da örgütlemek zorundadır. Türkiye’de de sağlıkta dönüşüm süreci de bu şekilde başarılmış ve sürdürülmüştür. Sistem üzerinde etkin olan siyasetçi ve bürokratlar yanında kendilerine verilen performans ücreti ile tüm hekim kitlesi, SSK eczanelerinin kapatılması ve ilaç satışından kârlarını arttıran sistem ile eczacılar tıp kartelinin gönüllü paralı askeri olmuş ve dönüşüm sürecini ve getirilen sistemi savunmuşlardır. Bu kesimler görünürde kendilerine dağıtılan kâr payları ve komisyonları savunurlarken sistemi de savunmuş olmaktadırlar. Bu çıkar ortaklığı onları birleştirmektedir. Bu kesim siyasi etkileri ile birlikte sağlıkta dönüşüme karşı oluşan bütün tepki ve muhalefeti engellemiştir.  Bu komplo o kadar başarılı olmuştur ki,  kendisini ulusalcı ve sol olarak kabul eden kesimler bile “halk memnun” diyerek projeyi desteklemeye devam etmektedir.
Sağlıkta Dönüşüm sürecinin de öğrettiği gibi, solcu, ulusalcı ve milliyetçi olmak o kadar kolay bir şey değildir. Dönüşümde olduğu gibi emperyalist projeleri destekleyenlerin maskesi eninde sonunda düşecek ve halk gerçekleri anlayacaktır.
Emperyalizm şüphesiz amacına ulaşmak için gerektiğinde askeri yöntemlere de başvurmaktadır. Sömürdüğü ülkede, örgütlediği sivil memurları ve ordusu ile kan dökmeden hedefe ulaşması arzuladığı en iyi sonuçtur. Sağlıkta küresel emperyalist sistemin kurulması bu paralı ordu ve zihinlerin esir alınması ile sağlanmıştır.  Sistem zihinleri o derece dumura uğratmış ve teslim almıştır ki, hâlâ sağlıkta dönüşüme karşı çıkan bir siyasi hareket, parti, demokratik kitle örgütü veya sendika yoktur. Sağlıkta dönüşümü inatla kavramamaya ve görmemeye çalışan bu kesimler için sağlıkta dönüşüm ve özelleştirme henüz başlamamıştır. İşte bu nedenle Sağlıkta Dönüşümün ne olduğunu anlayan ve karşı çıkanların sayısı ise bir elin parmaklarının sayısından azdır. Bu röportaj,  kendisini ulusalcı ve solcu olarak tanımlayan kesimlerin Sağlıkta Dönüşüm konusunda ne kadar ulusalcı ve solcu olduklarını göstermesi bakımından önemlidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DÜNYANIN EN PAHALI İLAÇLARI NASIL SATILIYOR? SMA HASTALIĞI ÜZERİNDEN İLAÇ PAZARLAMASI

         DÜNYANIN EN PAHALI İLAÇLARI NASIL SATILIYOR? SMA HASTALIĞI ÜZERİNDEN İLAÇ PAZARLAMASI William Osler’in zihin açıcı bazı özlü sözl...